Düzenli, belirli aralıklarla çıkan ve kapitalizmin mezarını kazıp duran krizlerden daima Batılı küresel güçler medet ummuşlardır. Aslına bakarsanız bu buhranlar, klasik yazarlar tarafından önceden açıklanmıştır. mesela Marks'a göre Sanayi Tarihi; "Modern üretim kuvvetlerinin, modern üretim şartlarına karşı baş kaldırmasının tarihinden başka bir şey değildir... Belli aralarla ortaya çıkan ve bütün burjuva toplumunu gittikçe daha kuvvetle kökünden sarsan ticari buhranları söz konusu etmek yeter... Bu buhranların hakkından nasıl geliyorlar? Burjuvazi bu buhranların hakkından, önce üretim kuvvetlerinin bir bölümünü ortadan kaldırmakla, sonra yeni pazarlar ele geçirmek ve eski pazarları daha şiddetle sömürmek yoluyla gelmektedir. Yani daha genel ve daha korkunç buhranlar yaratarak ve buhranları ortadan kaldırma imkanlarını gittikçe azaltarak onların hakkından geliyor..."
Gittikçe daha şiddetlenen ve belli aralarla ortaya çıkan korkunç krizlerin sona ermesinin çeşitli sebepleri var. Bu sebeplerin başında, kapitalizmin ekonomik tahlil metotlarını, bilimsel bir şekle sokarak takdim etmiş olduğunu görmek gerekir. Böylece kapitalizm, talebin gelişmesini izlemiş, düşüşlerini önceden görmüş ve bu talep azalmalarını önceden kestirerek tedbirli davranmak imkanını kazanmıştır.
Ayrıca bir Ulusal Planının bulunmadığı bizim gibi ülkelerde, kapitalizmin kendi yarattığı kaosa kendisini uydurma konusunda başarı gösterdiğini ve kötülükleri hafifletmek konusunda vitrin makyajlarını, pek başarılı yaptığını görüyoruz.
Batılı kapitalist güçler tarafından, "Az Gelişmiş Yoksul Ülkeler" statüsüne soktuğu memleketleri insafsızca sömürmeleri sayesinde zenginleşirken, bu ülkelerin tabiatıyla yoksullaşması hiçbir zaman önlenemez. Kapitalizm, yoksulluğun uygun gördüğü bu ülkelerde habire IMF ve Dünya Bankası gibi ajanları vasıtasıyla, destekleyici veya frenleyici müdahalelerle ekonomiyi yönlendirmeleri yüzünden, hep belli aralıklarla büyük iktisadi buhranları çoğaltır gözükürler.
Halen IMF gibi kapitalist sistemin ajanları, uluslarıarası tröstlerin yararı için yoksulluğa sürükledikleri ve az gelişmiş tasnifine tuttukları bu ülkelerdeki halkı ihtiyaçlarına göre değil tamamen kendi küresel gayelerinin yararına, çıkarcı bir ekonomik düzenin bütün kötü mahzurlarını üzerlerinde taşırlar.
Gittikçe daha feci bir hal alan bu krizlerin kaçınılmazlığı, yeni pazarlar aramaktan doğan sömürgecilik ve bu arayışın sonucu olarak ortaya çıkan emperyalizm... Ve emperyalizmin doğurduğu savaşlar. Batının dünyayı 20. yüzyılda da eskisi gibi sömürmek için, "Modernizm"i hakim bir güç olarak daha organize ederek bütün dünyaya empoze edişi...
Evet bundan tam otuz yıl önce bütün dünya modernitenin ve onun sonucuyla batılılaşmanın ne denli kötü sonuçlar doğurduğunu söylüyordu haklı olarak. Moderniteyi temsil eden güçler, bütün dünyayı Batılı kültür emperyalizmi etkisi altına sokup gelenekleri, değerleri yıkması, bireyi toplumdan yabancılaştırarak topyekün dünyayı Mc Donald'laştırma adına sosyal ve ekonomik buhranlara neden oldukları söylenmeye başlandığı bir sırada; "Modernizm"i aniden bir kenara itip yerine "Postmodernizm"i sürdüler sahaya... İnsanlar daha moderniteyi tartışırken birdenbire modern sonrası anlamına gelen bu "Postmodern" versiyonla karşı karşıya geldiler.
İşin aslı şuydu; önceleri açık açık "sömürgecilik" dedikleri emperyalizm faaliyetlerini "modernizm" altında sürdüren Batılı güçler, aynı insafsız sömürüyü, aynı acımasız emperyalizmi bu sefer "postmodern" ismi altında, ama tamamen dünyayı teslim almak üzere, 21. yüzyılda düğmeye basmalarından başka bir şey değil bu... Globalizm veya küreselleşme ise, bu teslim alma işinin, ticari ve ekonomik araçlarla tamamlanmasıdır açıkça...
Kriz hep bir neden-sonuç ilişkisidir ve nedenlerle sonuçlar arasındaki dengesizlik meselesidir; çözümünü sebeplerin yeniden düzenlemesinden bulur ya da bulmaz. Ama yoksunluk hiçbir zaman feci değildir, asıl öldürücü olan Batıdaki doygunluktur. Çarpıcı olan günümüzdeki bütün Batılı sistemlerin aşırı şişmanlığıdır. Ve bu sistemler öylesine dolmuştur ki işe yaramayacakları çoktan bellidir.
Gittikçe daha şiddetlenen ve belli aralarla ortaya çıkan korkunç krizlerin sona ermesinin çeşitli sebepleri var. Bu sebeplerin başında, kapitalizmin ekonomik tahlil metotlarını, bilimsel bir şekle sokarak takdim etmiş olduğunu görmek gerekir. Böylece kapitalizm, talebin gelişmesini izlemiş, düşüşlerini önceden görmüş ve bu talep azalmalarını önceden kestirerek tedbirli davranmak imkanını kazanmıştır.
Ayrıca bir Ulusal Planının bulunmadığı bizim gibi ülkelerde, kapitalizmin kendi yarattığı kaosa kendisini uydurma konusunda başarı gösterdiğini ve kötülükleri hafifletmek konusunda vitrin makyajlarını, pek başarılı yaptığını görüyoruz.
Batılı kapitalist güçler tarafından, "Az Gelişmiş Yoksul Ülkeler" statüsüne soktuğu memleketleri insafsızca sömürmeleri sayesinde zenginleşirken, bu ülkelerin tabiatıyla yoksullaşması hiçbir zaman önlenemez. Kapitalizm, yoksulluğun uygun gördüğü bu ülkelerde habire IMF ve Dünya Bankası gibi ajanları vasıtasıyla, destekleyici veya frenleyici müdahalelerle ekonomiyi yönlendirmeleri yüzünden, hep belli aralıklarla büyük iktisadi buhranları çoğaltır gözükürler.
Halen IMF gibi kapitalist sistemin ajanları, uluslarıarası tröstlerin yararı için yoksulluğa sürükledikleri ve az gelişmiş tasnifine tuttukları bu ülkelerdeki halkı ihtiyaçlarına göre değil tamamen kendi küresel gayelerinin yararına, çıkarcı bir ekonomik düzenin bütün kötü mahzurlarını üzerlerinde taşırlar.
Gittikçe daha feci bir hal alan bu krizlerin kaçınılmazlığı, yeni pazarlar aramaktan doğan sömürgecilik ve bu arayışın sonucu olarak ortaya çıkan emperyalizm... Ve emperyalizmin doğurduğu savaşlar. Batının dünyayı 20. yüzyılda da eskisi gibi sömürmek için, "Modernizm"i hakim bir güç olarak daha organize ederek bütün dünyaya empoze edişi...
Evet bundan tam otuz yıl önce bütün dünya modernitenin ve onun sonucuyla batılılaşmanın ne denli kötü sonuçlar doğurduğunu söylüyordu haklı olarak. Moderniteyi temsil eden güçler, bütün dünyayı Batılı kültür emperyalizmi etkisi altına sokup gelenekleri, değerleri yıkması, bireyi toplumdan yabancılaştırarak topyekün dünyayı Mc Donald'laştırma adına sosyal ve ekonomik buhranlara neden oldukları söylenmeye başlandığı bir sırada; "Modernizm"i aniden bir kenara itip yerine "Postmodernizm"i sürdüler sahaya... İnsanlar daha moderniteyi tartışırken birdenbire modern sonrası anlamına gelen bu "Postmodern" versiyonla karşı karşıya geldiler.
İşin aslı şuydu; önceleri açık açık "sömürgecilik" dedikleri emperyalizm faaliyetlerini "modernizm" altında sürdüren Batılı güçler, aynı insafsız sömürüyü, aynı acımasız emperyalizmi bu sefer "postmodern" ismi altında, ama tamamen dünyayı teslim almak üzere, 21. yüzyılda düğmeye basmalarından başka bir şey değil bu... Globalizm veya küreselleşme ise, bu teslim alma işinin, ticari ve ekonomik araçlarla tamamlanmasıdır açıkça...
Kriz hep bir neden-sonuç ilişkisidir ve nedenlerle sonuçlar arasındaki dengesizlik meselesidir; çözümünü sebeplerin yeniden düzenlemesinden bulur ya da bulmaz. Ama yoksunluk hiçbir zaman feci değildir, asıl öldürücü olan Batıdaki doygunluktur. Çarpıcı olan günümüzdeki bütün Batılı sistemlerin aşırı şişmanlığıdır. Ve bu sistemler öylesine dolmuştur ki işe yaramayacakları çoktan bellidir.
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002