Uzun dünya tarihi göstermiştir ki, ancak geçmişine ve geleceğine sahip çıkabilen, yani milli kültürünü atalarından alıp, onu yaşayabilen, geliştirebilen ve gelecek nesillere aktarabilen milletler ayakta kalabilmişlerdir. Bu, dün böyle idi, bugün ve yarın da böyle olacaktır. Türk milleti uzun tarihi boyunca bir defa din, bir defa yurt ve iki defa da medeniyet değiştirmiştir.
Türk toplulukları X. yüzyıldan itibaren "Göktanrı" inancı ve "atlı-göçebe" medeniyetinden ayrılarak "İslam" dini ve medeniyetine geçmişlerdir. Bugün Türkiye Türklerininin yani bizlerin ataları olan Türk toplulukları (Oğuzlar ve diğer Türk toplulukları) XI. yüzyılda Orta Asya'yı terk edip, İslam ülkelerinin üzerinden Anadolu'ya gelerek burayı kendilerine ebedi yurt yapmışlardır. Buraya yerleşmeleri bazılarının zannedip iddia ettikleri gibi kılıç zoruyla olmamıştır. Horasan erenleri dediğimiz, Hoca Ahmet Yeseviler, Hacı Bayram-ı Veliler, Hacı Bektaş-ı Veliler, Mevlanalar, Yunuslar ve daha nice alperen dediğmiz o insanların buraya yerleşip, yaşayışlarıyla, sözleriyle özleriyle oradaki insanların gönüllerini fethetmeleri suretiyle olmuştur. Türklerin bu engin hoşgörüleri sayesinde bazı Avrupalılar örneğin M. Baudier: "Türkler merhamet, şefkat ve insanlara yardımda bütün milletlerden ve hatta Hıristiyanlardan da üstündürler" demiştir. Yine bir Haçlı kroniği: "Türkler Hıristiyanlara yardım ederek ve şefkat göstererek dinlerini satın alıyor; bununla beraber asla onları din değiştirmeye zorlamıyorlardı" ifadesini kullanmıştır.
Süryani Mihael ise: "Türkler, şenir ve Rafizi Rumlar gibi kimsenin dinine inancına karışmıyor; hiç bir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı" demiştir.
Görülüyor ki Müslüman Türk Milleti Anadolu'ya veya herhangi bir yere, orasını işgal etmek, katliam yapmak, sömürmek vs. için gitmemiş, oralara İslam dinini; yani en son ve hak din olan İslamı götürmek için gitmişlerdir. Bunu yaparken de hiçbir zaman zulüm yapmamıştır, zorlama yapmamıştır. İşte, İslam ile müşerref olduktan sonra Türk Milleti büyümüş, gelişmiş ve daha da güçlenmiştir. Çünkü devlet adamları, yönetici kesim askeri kesim bunların hepsi milli kültürlerini yani Türk-İslam kültürünü doruk noktada yaşayan insanlardı. Bizim milli kültürümüz Türk-İslam kültürüdür. Buna sahip çıkıp, onu benimseyen, koruyan ve geliştiren nesiller var oldukça Müslüman Türk Milleti tarihin altın sayfalarında anılmaya devam edecektir. Bizim ecdadımız bu noktada üzerine düşen görevi yapmıştır. Yani Türk-İslam kültürün yaşamış geliştirmiş ve bize aktarmıştır. Bize düşen onlardan aldığımız bu bayrağı aynı ruhla yaşayıp gelecek nesillere aktarmaktır. Ancak bugün, ecdadın kanıyla sulanmış bu topraklarda yaşayan bazı gafiller, onların bize aktardığı kültürlerden bihaber olan cahliler, atalarımızı insafsızca eleştirmekte daha da ileri giderek kendi öz dedesine bile küfretmektedir. Herhalde başka hiçbir şey ecdadın kemiklerini bu kadar çok sızlatmamıştır.
Kaynaklar: Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyet Mefkuresi Tarihi (12. baskı) 1999.
Koca, Salim, Türk Kültürünün Temelleri 11. 2000.
Osman ÜSTÜN
Türk toplulukları X. yüzyıldan itibaren "Göktanrı" inancı ve "atlı-göçebe" medeniyetinden ayrılarak "İslam" dini ve medeniyetine geçmişlerdir. Bugün Türkiye Türklerininin yani bizlerin ataları olan Türk toplulukları (Oğuzlar ve diğer Türk toplulukları) XI. yüzyılda Orta Asya'yı terk edip, İslam ülkelerinin üzerinden Anadolu'ya gelerek burayı kendilerine ebedi yurt yapmışlardır. Buraya yerleşmeleri bazılarının zannedip iddia ettikleri gibi kılıç zoruyla olmamıştır. Horasan erenleri dediğimiz, Hoca Ahmet Yeseviler, Hacı Bayram-ı Veliler, Hacı Bektaş-ı Veliler, Mevlanalar, Yunuslar ve daha nice alperen dediğmiz o insanların buraya yerleşip, yaşayışlarıyla, sözleriyle özleriyle oradaki insanların gönüllerini fethetmeleri suretiyle olmuştur. Türklerin bu engin hoşgörüleri sayesinde bazı Avrupalılar örneğin M. Baudier: "Türkler merhamet, şefkat ve insanlara yardımda bütün milletlerden ve hatta Hıristiyanlardan da üstündürler" demiştir. Yine bir Haçlı kroniği: "Türkler Hıristiyanlara yardım ederek ve şefkat göstererek dinlerini satın alıyor; bununla beraber asla onları din değiştirmeye zorlamıyorlardı" ifadesini kullanmıştır.
Süryani Mihael ise: "Türkler, şenir ve Rafizi Rumlar gibi kimsenin dinine inancına karışmıyor; hiç bir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı" demiştir.
Görülüyor ki Müslüman Türk Milleti Anadolu'ya veya herhangi bir yere, orasını işgal etmek, katliam yapmak, sömürmek vs. için gitmemiş, oralara İslam dinini; yani en son ve hak din olan İslamı götürmek için gitmişlerdir. Bunu yaparken de hiçbir zaman zulüm yapmamıştır, zorlama yapmamıştır. İşte, İslam ile müşerref olduktan sonra Türk Milleti büyümüş, gelişmiş ve daha da güçlenmiştir. Çünkü devlet adamları, yönetici kesim askeri kesim bunların hepsi milli kültürlerini yani Türk-İslam kültürünü doruk noktada yaşayan insanlardı. Bizim milli kültürümüz Türk-İslam kültürüdür. Buna sahip çıkıp, onu benimseyen, koruyan ve geliştiren nesiller var oldukça Müslüman Türk Milleti tarihin altın sayfalarında anılmaya devam edecektir. Bizim ecdadımız bu noktada üzerine düşen görevi yapmıştır. Yani Türk-İslam kültürün yaşamış geliştirmiş ve bize aktarmıştır. Bize düşen onlardan aldığımız bu bayrağı aynı ruhla yaşayıp gelecek nesillere aktarmaktır. Ancak bugün, ecdadın kanıyla sulanmış bu topraklarda yaşayan bazı gafiller, onların bize aktardığı kültürlerden bihaber olan cahliler, atalarımızı insafsızca eleştirmekte daha da ileri giderek kendi öz dedesine bile küfretmektedir. Herhalde başka hiçbir şey ecdadın kemiklerini bu kadar çok sızlatmamıştır.
Kaynaklar: Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyet Mefkuresi Tarihi (12. baskı) 1999.
Koca, Salim, Türk Kültürünün Temelleri 11. 2000.
Osman ÜSTÜN