Uzun bir süredir yaptığımız gibi bu günkü yazımızı da son MGK toplantısının değerlendirmesine ayırdık.
Bu değerlendirme, AB'nin değil fakat daha fazla içimizdeki AB muhip ve müşevviklerinin dayattığı Anayasa değişikliği kapsamında MGK'nın yapısının da değiştiriliyor olması ile aynı zamana denk geldiği için ayrıca önemlidir.
Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz buyurmuş ki; "Yabancı hukukun İç hukuka üstünlüğünü öngören maddenin genel kurulda yapılan ilk tur oylamada reddedilmiş olması AB üyelik sürecimizi etkilemez. Zaten AB'ye verdiğimiz Ulusal Programda da yoktu".
İyi de muhterem, o zaman neden iki ayağımızı bir pabuca sokup o maddeyi sokuşturuvermiştiniz araya? Daha başka hangi maddeler AB'ye iktidarınızca verilmiş bulunan ve aslında bir tür "niyet mektubu" demek olan Ulusal Program'da yoktur?
Neden bütün değişiklik paketini AB istiyor diye yutturuyorsunuz?
Meselâ milletvekillerinin kıyak emekliliği ile yasama dokunulmazlıklarının sınırlandırıl"maması" da AB isteği midir ki bu paketin içindedir? İsmail Köse de aynı şekilde Kürtçe'ye yayın yasağının kaldırılması sonucu doğan tepkiler üzerine Ş.B.Yahnici'den hemen sonra telâşla bir basın toplantısı düzenleyerek diyor ki; "Aziz halkımız endişe etmesin. Yasak aynen devam edecek. Eskiden nasılsa uygulama öyle olacak."
Yahu mâdem aynen devam edecek Anayasa maddesinde yaptığınız değişiklik ne anlama geliyor? Neden lüzum gördünüz o madde ile oynamaya?
Kandırılan AB mi, biz miyiz? Kim gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor?
Öngörülen değişiklikler çerçevesinde MGK'ya başbakan Yardımcıları ile Adalet bakanı da üye yapılmış ve böylelikle "sivil üye" sayısı arttırılmış.
Başbakan Yardımcıları, koalisyon modelleri gündemde olduğundan beri zaten geçici çözümlerle toplantılara katılmıyorlar mıydı? Başbakan Birinci Yardımcısı Özkan, İkinci Yardımcısı Yılmaz ve Üçüncü Yardımcısı Bahçeli'yi uzun bir süredir MGK fotoğraflarına dahil etmemiş miydik? Sıralamanın "muktedir olma" oranına göre yapıldığını okuyucu fark etmiştir.
"Taze" üyelerden Adalet Bakanı'nın son demecine dikkat ettiniz mi; "Avrupa ülkeleri artık ellerindeki teröristleri ya yargılasınlar, ya bize teslim etsinler" diye kükremiş...
Teslim etseler ne yapacaksınız? Her birinin ikametine ayrı ada tahsis etmeye kalksak elimizdeki adalar yetmez ki! Yoksa Heybeli, Büyükada, Kınalı Ada'yı da bu iş için mi düşünüyorsunuz?
Eğri oturup doğru konuşalım; "sivil üyeler", toplantılara hazır gelmedikçe, dosyalarına hâkim olmadıkça, memleket meselelerini sırf Türkiye'nin menfaatleri açısından değil de iç siyasi menfaatler açısından değerlendiren "popülist" bir kafa yapısına sahip oldukları sürece sayıları 50 olsa ne yazar?
"Asker üyeler"in gücü üzerlerindeki üniforma ve omuzlarındaki apoletlerden değil; a) her dört senede bir itirazsız "değişerek" yenilenmelerinden, b) Bu kişisel değişmeye rağmen fikren değişmeyen bir kadro olmalarından, c) Hem de her konuya dört dörtlük hazırlanıp dosyalarına hâkim olmalarından ileri gelmektedir.
Ben bütün bunlardan sonra MGK'nın Eylül ayı olağan toplantısını yapmak için, dünya ateşin içine düşmüş ve ne zaman, nerede patlayacağı belli olmayan savaş sınırımıza dayanmışken neden ay sonunun beklendiğine akıl erdiremediğimi itiraf ederek asıl konuya girmeliyim. IMF İcra Direktörleri Toplantısına Derviş'in vereceği mektubu yetiştirmek için toplantı tarihini ayın ortasına çeken Kurul savaş durumunda "âcil toplantıya" neden gerek görmemiştir. Sadece irtica ve bölücülük mü Kurul'un öncelikli gündemini işgal etmektedir? Dış tehdit, tehdit algılamasında bu kadar mı önemsizdir?
Siyasi iktidar, kendi siyasi tercihleri sonucu bir süre zaman kazanıp toplantıyı geciktirmekte fayda umabilir. Fakat Kurul'un Başkanı olan Cumhurbaşkanı neden vaktinde toplamamıştır? Genel Sekreter neden "âcil toplantı" talebi ile girişimlerde bulunmamıştır?
Neden tehdit algılaması Anayasal kuruluşlar olan MGK, Bakanlar Kurulu ve TBMM'de değerlendirilmemiştir de çözüm "Güvenlik Zirvesi" gibi göz boyayıcı bir takım hazırlık çalışmaları ile geçiştirilmiştir?
Bütün bu itirazlarımızı kayda geçirdikten sonra, toplantının arkasından yayınlanan olağan bildiride yer alan şu cümle ile rahatladığımız ifade etmek istiyoruz:
"Teröre karşı savaşımda ABD'ye gereken desteğin verilmesi benimsenmiştir. Her ne sebeple olursa olsun, sonuçta birçok masum insanın ölmesine ve yaralanmasına, maddi ve manevi kayıplara neden olan bu tür eylemlerin önlenmesi için uluslararası dayanışma ve işbirliğinin gereği ve önemi üzerinde durulmuş ve bu konuda, Türkiye'nin milli menfaatlerini zedelemeyecek her türlü çabaya destek olunacağı vurgulanmıştır."
"Millî menfaatler" kavramını 11 Eylül'den bu yana hangi siyasinin ağzından duymuştun kıymetli okuyucu?
Sadece bu kilit kavram bile MGK'nın önemini ve asker üyelerin farkını
açıkça ortaya koymakta değil midir?
"ABD'ye gereken desteğin verilmesi" düşüncesi üzerine "Zaten askerler Amerika yanlısı" diye fikir üretmek son derece yersiz ve zaittir.
Türkiye'nin Amerikan yanlısı olması yeni değil 1950'den bu yana süregelmekte olan bir olgudur. Yarım asır öncesinin iki kutuplu dünyasında Türkiye en büyük tehdit olan komünizme karşı kendini korumak için diğer kutbu tercih etmiş ve savunma sistemlerini bu anlayış üzerine bina etmiştir.
Amerika'ya bağımlı ve onun güdümünde olmak başkadır, bağımsız olup Amerika'dan yardım almak başkadır.
Sivil kadrolarda mevcut el-etek öpen AB muhipliğini yok farz edip askeri Amerikancılıkla suçlamada kötü niyet yoksa en hafif deyimiyle haksızlık vardır.
O "kendi gözündeki mertek ve başkasının gözündeki çöp" ile ilgili atasözünü hatırlıyor musun kıymetli okuyucu, tam olarak nasıldı?
Bu değerlendirme, AB'nin değil fakat daha fazla içimizdeki AB muhip ve müşevviklerinin dayattığı Anayasa değişikliği kapsamında MGK'nın yapısının da değiştiriliyor olması ile aynı zamana denk geldiği için ayrıca önemlidir.
Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz buyurmuş ki; "Yabancı hukukun İç hukuka üstünlüğünü öngören maddenin genel kurulda yapılan ilk tur oylamada reddedilmiş olması AB üyelik sürecimizi etkilemez. Zaten AB'ye verdiğimiz Ulusal Programda da yoktu".
İyi de muhterem, o zaman neden iki ayağımızı bir pabuca sokup o maddeyi sokuşturuvermiştiniz araya? Daha başka hangi maddeler AB'ye iktidarınızca verilmiş bulunan ve aslında bir tür "niyet mektubu" demek olan Ulusal Program'da yoktur?
Neden bütün değişiklik paketini AB istiyor diye yutturuyorsunuz?
Meselâ milletvekillerinin kıyak emekliliği ile yasama dokunulmazlıklarının sınırlandırıl"maması" da AB isteği midir ki bu paketin içindedir? İsmail Köse de aynı şekilde Kürtçe'ye yayın yasağının kaldırılması sonucu doğan tepkiler üzerine Ş.B.Yahnici'den hemen sonra telâşla bir basın toplantısı düzenleyerek diyor ki; "Aziz halkımız endişe etmesin. Yasak aynen devam edecek. Eskiden nasılsa uygulama öyle olacak."
Yahu mâdem aynen devam edecek Anayasa maddesinde yaptığınız değişiklik ne anlama geliyor? Neden lüzum gördünüz o madde ile oynamaya?
Kandırılan AB mi, biz miyiz? Kim gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor?
Öngörülen değişiklikler çerçevesinde MGK'ya başbakan Yardımcıları ile Adalet bakanı da üye yapılmış ve böylelikle "sivil üye" sayısı arttırılmış.
Başbakan Yardımcıları, koalisyon modelleri gündemde olduğundan beri zaten geçici çözümlerle toplantılara katılmıyorlar mıydı? Başbakan Birinci Yardımcısı Özkan, İkinci Yardımcısı Yılmaz ve Üçüncü Yardımcısı Bahçeli'yi uzun bir süredir MGK fotoğraflarına dahil etmemiş miydik? Sıralamanın "muktedir olma" oranına göre yapıldığını okuyucu fark etmiştir.
"Taze" üyelerden Adalet Bakanı'nın son demecine dikkat ettiniz mi; "Avrupa ülkeleri artık ellerindeki teröristleri ya yargılasınlar, ya bize teslim etsinler" diye kükremiş...
Teslim etseler ne yapacaksınız? Her birinin ikametine ayrı ada tahsis etmeye kalksak elimizdeki adalar yetmez ki! Yoksa Heybeli, Büyükada, Kınalı Ada'yı da bu iş için mi düşünüyorsunuz?
Eğri oturup doğru konuşalım; "sivil üyeler", toplantılara hazır gelmedikçe, dosyalarına hâkim olmadıkça, memleket meselelerini sırf Türkiye'nin menfaatleri açısından değil de iç siyasi menfaatler açısından değerlendiren "popülist" bir kafa yapısına sahip oldukları sürece sayıları 50 olsa ne yazar?
"Asker üyeler"in gücü üzerlerindeki üniforma ve omuzlarındaki apoletlerden değil; a) her dört senede bir itirazsız "değişerek" yenilenmelerinden, b) Bu kişisel değişmeye rağmen fikren değişmeyen bir kadro olmalarından, c) Hem de her konuya dört dörtlük hazırlanıp dosyalarına hâkim olmalarından ileri gelmektedir.
Ben bütün bunlardan sonra MGK'nın Eylül ayı olağan toplantısını yapmak için, dünya ateşin içine düşmüş ve ne zaman, nerede patlayacağı belli olmayan savaş sınırımıza dayanmışken neden ay sonunun beklendiğine akıl erdiremediğimi itiraf ederek asıl konuya girmeliyim. IMF İcra Direktörleri Toplantısına Derviş'in vereceği mektubu yetiştirmek için toplantı tarihini ayın ortasına çeken Kurul savaş durumunda "âcil toplantıya" neden gerek görmemiştir. Sadece irtica ve bölücülük mü Kurul'un öncelikli gündemini işgal etmektedir? Dış tehdit, tehdit algılamasında bu kadar mı önemsizdir?
Siyasi iktidar, kendi siyasi tercihleri sonucu bir süre zaman kazanıp toplantıyı geciktirmekte fayda umabilir. Fakat Kurul'un Başkanı olan Cumhurbaşkanı neden vaktinde toplamamıştır? Genel Sekreter neden "âcil toplantı" talebi ile girişimlerde bulunmamıştır?
Neden tehdit algılaması Anayasal kuruluşlar olan MGK, Bakanlar Kurulu ve TBMM'de değerlendirilmemiştir de çözüm "Güvenlik Zirvesi" gibi göz boyayıcı bir takım hazırlık çalışmaları ile geçiştirilmiştir?
Bütün bu itirazlarımızı kayda geçirdikten sonra, toplantının arkasından yayınlanan olağan bildiride yer alan şu cümle ile rahatladığımız ifade etmek istiyoruz:
"Teröre karşı savaşımda ABD'ye gereken desteğin verilmesi benimsenmiştir. Her ne sebeple olursa olsun, sonuçta birçok masum insanın ölmesine ve yaralanmasına, maddi ve manevi kayıplara neden olan bu tür eylemlerin önlenmesi için uluslararası dayanışma ve işbirliğinin gereği ve önemi üzerinde durulmuş ve bu konuda, Türkiye'nin milli menfaatlerini zedelemeyecek her türlü çabaya destek olunacağı vurgulanmıştır."
"Millî menfaatler" kavramını 11 Eylül'den bu yana hangi siyasinin ağzından duymuştun kıymetli okuyucu?
Sadece bu kilit kavram bile MGK'nın önemini ve asker üyelerin farkını
açıkça ortaya koymakta değil midir?
"ABD'ye gereken desteğin verilmesi" düşüncesi üzerine "Zaten askerler Amerika yanlısı" diye fikir üretmek son derece yersiz ve zaittir.
Türkiye'nin Amerikan yanlısı olması yeni değil 1950'den bu yana süregelmekte olan bir olgudur. Yarım asır öncesinin iki kutuplu dünyasında Türkiye en büyük tehdit olan komünizme karşı kendini korumak için diğer kutbu tercih etmiş ve savunma sistemlerini bu anlayış üzerine bina etmiştir.
Amerika'ya bağımlı ve onun güdümünde olmak başkadır, bağımsız olup Amerika'dan yardım almak başkadır.
Sivil kadrolarda mevcut el-etek öpen AB muhipliğini yok farz edip askeri Amerikancılıkla suçlamada kötü niyet yoksa en hafif deyimiyle haksızlık vardır.
O "kendi gözündeki mertek ve başkasının gözündeki çöp" ile ilgili atasözünü hatırlıyor musun kıymetli okuyucu, tam olarak nasıldı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002