Târihte hayatının tamamı en ince teferruatına kadar tesbît edilen tek Peygamber ve tek insan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'dir. O'nun bütün fiil, söz ve duyguları an-be-an kaydedilerek târihe bir şeref levhası hâlinde geçmiştir. Hayâtı, kıyâmete kadar gelecek nesillere örnektir. Kur'ân-ı Kerîm'in Kalem Sûresi'nde O'nun için: "Şüphesiz Sen yüce bir ahlâk üzeresin!" buyurulmaktadır. O, Kur'ân'ı yalnız lafzen öğreten bir muallim değil, aynı zamanda Kur'ân'ı yaşayan canlı bir örnek idi.Câbir -radıyallâhu anh- rivâyetinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-: "Allâh -celle celâlühû- beni güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderdi.." buyurmuşlardır.Yahûdî ulemâsından Abdullâh İbn-i Selâm, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'i ilk defa görür görmez, O'nun sîmâsındaki nûrâniyet ve mânâ derinliği kendisini kuşattı. Hayretle: "Bu sîmânın sâhibi yalancı olamaz!" dedi ve îmân etti.Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bütün insanlığa ilâhî bir hediye ve mükemmel bir örnektir. Herkes saadet için istîdâd iktidârı nisbetinde O'nu taklîd ve ta'kibe mecbûrdur. Peygamberimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bütün davranışları, İslâm'ı lâyıkıyla yaşamak için birer filî örneklerdir. Ancak hakîkat-i Muhammediyye'den nasîb alabilmek için dikkat edilecek birkaç husus vardır:Bazı ameller, ancak peygamberlere mahsûs bir tâkat ile gerçekleşebilir. Başkaları bunları taklîde güç yetiremez. Esâsen bu gibi ahvâl için Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de etrâfını bu yolda îkâz buyurmuşlardır. Meselâ, nâdirâttan değil de dâimî bir sûrette ayakları şişinceye kadar geceleri namazla geçirmek, savm-ı visâl (iftârsız oruç) tutmak gibi...O'nun kendine âid ganîmetleri kısa zamanda infâk etmesi ve vefât ânında dahî bu hassasiyetini göstermesi, ne kadar ibretlidir:Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, son derece hasta idi ve Rabbine kavuşma vakti iyice yaklaşmıştı. Bir ara Âişe -radıyallâhü anhâ-'ya dönüp yanında bulunan 6-7 dinarı fakîrlere dağıtmasını emretti. Aradan bir müddet geçtikten sonra da dinarların ne olduğunu sordu. O'nun hastalığı ile meşguliyet telaşında olan Hazret-i Âişe'nin dinarları dağıtmayı unutmuş olduğunu öğrenince, onları isteyip mübârek avucuna aldı, sonra:"Allâh'ın Peygamberi Muhammed, bunları fakîrlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu halde Rabbına kavuşacağını sanacak değil!.." buyurdu.Ardından da dinarları Ensâr fakîrlerinden beş ev halkına infâk ettirip: "İşte şimdi rahatladım!.." diyerek hafif bir uykuya daldılar.Ubeydullâh bin Abbas anlatıyor:Bir gün Ebû Zerr -radıyallâhu anh- bana:"-Ey kardeşimin oğlu! Sana bir kıssa anlatacağım" dedi ve şunları nakletti:"Bir keresinde Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yanında bulunuyordum. Elimden tuttu ve: "-Ey Ebu Zerr! Uhud dağı benim için altın ve gümüş olsa hepsini Allâh yolunda harcarım, öldüğüm gün ondan bir kıratı bile kalmasını istemem" buyurdu.Ben de:"-Yâ Rasûlâllâh! Kırat mı yoksa bir kantar mı bırakmazdın?" diye sordum."-Ey Ebû Zerr! Ben aza indiriyorum, sen çoğa kaçıyorsun. Ben âhıreti istiyorum, sen ise dünyâyı! Bir kırat bırakmazdım, bir kırat, bir kırat!" diyerek üç defâ tekrarladı."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.