İki gün önce Cumhuriyet'in 78'inci yılını başımız önde kutladık.
Ekonomisi çökmüş, dışarıya el açmış, sosyal yaraları alabildiğine derinleşmiş, tepkiden korkularak bakanlıklarının etrafı tel örgü ve barikatlarla çevrelenmiş; tarım arazileri, endüstri bölgeleri yasası, hazine arazilerinin yabancılara satışı ve tahkim yasaları ile maddî ve manevî her türlü zenginliği yabancılara peşkeş çekilmiş, medyasında yabancı işbirlikçiliğini savunmak yükselen değer olmuş, dahası egemenliği açıkça tartışılır hâle gelmiş bir Türkiye'de Atatürk'ün huzuruna açık alınla çıkabilir miydik?
Bu şartlar altında benim, her fırsattan istifade Atatürk'e atıfta bulunmamdan daha tabiî ne olabilir?
Çünkü Harbiyeliyim, Türk subayı'yım; öyle olduğu için de doğal olarak Türk milliyetçisi ve Atatürkçü'yüm. Atatürk, Türk'çü olduğu için Atatürkçü'yüm.
Türk subayının; Alman, Amerikan, Fransız veya bilmem ne milliyetçisi olması düşünülebilir mi?
"A", "B" ve "C" illerinden bazı dostlar benim şu lâfıma takılmış, haddinden fazla alınganlık göstermişler:
"Türklüğü bu kadar eğip bükmeye meraklı protokole tâbii zevâtın; Atatürk zamanında yürürlükte olan fakat ondan sonra kaldırılan 'Devlet Memurluğuna Müracaat' şartlarında ilk maddenin 'Türk olmak' olduğundan haberleri olması gerekmez mi? Dikkat edin lütfen; 'Türkiye'de doğmak veya Türkiyeli olmak' değil kıymetli okuyucu, sadece 'Türk olmak'. (25. 10.01 Salkım Hanımın Bir Tanesi)"
Eli Şaul 1916 İstanbul doğumlu bir Yahudi yazardır. İstanbul'da okumuş, diş hekimi olmuş, askerliğini Türkiye'de yapmış, zamanında ekalliyete olduğu kadar "varlıklı" Türk işadamlarına da uygulanan Varlık Vergisi olayını yaşamış, 1950'de İsrail'e göç etmiştir. İletişim'de yayınlanan "Balat'tan Bat-Yam'a" adlı kitabının 117'inci sayfasında, devrin Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'a yazdığı bir mektubu görüyoruz. 30 Eylül 1944 tarihli mektubun bir bölümü şöyle:
"Türkiye'de Kızılay hastabakıcı hemşireler okuluna girebilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Yabancı memleketlere gönderilecek talebeler için imtihanlar açılır. İmtihanlara girebilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Memur olmak için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Polis olmak için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Harp Okuluna girmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Siyasal Bilgiler Okuluna girmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Türk ordusunda silâhlı er olabilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Gayrimüslimler amele taburlarını teşkil ederler."
Eli Şaul kitabında Atatürk zamanında konulmuş olan ve mektubun yazıldığı 1944 tarihinde de yürürlükte olan kanundan bahsediyor. Ben demiyorum, Şaul diyor.
Hâkimiyet-i Milliye, Kuvayi Milliye'nin yayın organıdır. Yazı ve yorumlar Atatürk'ün kontrolundadır. Hâttâ bazı imzasız makaleleri bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın kaleme aldığı bilinmektedir.
Bu gazetenin 19 Ekim 1920 tarihli nüshasındaki "Yeni Anadolu'da Unsurlar" başlıklı "imzasız" makalede şöyle denilmektedir:
"Emperyalistlere oyuncak olanlar Anadolu'nun düşmanı olarak kabul edileceklerdir. Anadolu'da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi bizim siyasetimize uygun hareket etmek zorundadır. Unsurlar Türk milletiyle beraber bu topraklarda çalışarak bu toprağın mahsülünden yararlanmaya karar verirlerse ister Karabet, ister Mişon, ister Yanko olsun dost olarak kabul edilir. Ancak kim Türk'e karşı emperyalizmin oyuncağı olursa düşmanımızdır."
Ben demiyorum, Türk'ün ateşle imtihana girdiği 1920 yılında Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayınlanan "imzasız" yazı diyor.
Tamamen aynı fikirdeyim.
Hâl böyleyken ve arkadaşların hassasiyet gösterdikleri yazı bütünüyle Varlık Vergisi temeline oturmuş, konu özellikle "ekalliyet"tir.
A'sından Z'sine bu vatanın evlatları, halihazırda memur, subay, başbakan, Cumhurbaşkanı olabildiklerine göre problem yoktur, değil mi?
Bir Alman aile düşünün, 40 yıldır Türkiye'de yaşıyor. Akdeniz'i çok sevmiş, ailece gelmiş, kıyıda bir tesis kurmuş, işletiyor, burada yaşıyor.
Bu aile "Türk" müdür kıymetli okuyucu, "Türkiyeli" midir?
Akdeniz kıyısında, meselâ Alanya'da doğan çocukları Hans; "Türk" müdür kıymetli okuyucu, "Türkiyeli" midir?
Hassasiyetinize katılıyor ve sizi anlıyorum.
Fakat siz de benim alınganlık hakkımı teslim edin lütfen. Bırakın biraz da ben alınayım.
Yoksa Kopenhag ve Helsinki sürecinde, AB kriterleri içinde başkalarının var da bir Türk olarak benim alınmaya da mı hakkım yok?
Gelin isterseniz yazıyı, Atatürk'ün "ırk" kavramını nasıl yorumladığı ile bağlayalım;
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır." (1923)
Vallahi aynı fikirdeyim.
Ekonomisi çökmüş, dışarıya el açmış, sosyal yaraları alabildiğine derinleşmiş, tepkiden korkularak bakanlıklarının etrafı tel örgü ve barikatlarla çevrelenmiş; tarım arazileri, endüstri bölgeleri yasası, hazine arazilerinin yabancılara satışı ve tahkim yasaları ile maddî ve manevî her türlü zenginliği yabancılara peşkeş çekilmiş, medyasında yabancı işbirlikçiliğini savunmak yükselen değer olmuş, dahası egemenliği açıkça tartışılır hâle gelmiş bir Türkiye'de Atatürk'ün huzuruna açık alınla çıkabilir miydik?
Bu şartlar altında benim, her fırsattan istifade Atatürk'e atıfta bulunmamdan daha tabiî ne olabilir?
Çünkü Harbiyeliyim, Türk subayı'yım; öyle olduğu için de doğal olarak Türk milliyetçisi ve Atatürkçü'yüm. Atatürk, Türk'çü olduğu için Atatürkçü'yüm.
Türk subayının; Alman, Amerikan, Fransız veya bilmem ne milliyetçisi olması düşünülebilir mi?
"A", "B" ve "C" illerinden bazı dostlar benim şu lâfıma takılmış, haddinden fazla alınganlık göstermişler:
"Türklüğü bu kadar eğip bükmeye meraklı protokole tâbii zevâtın; Atatürk zamanında yürürlükte olan fakat ondan sonra kaldırılan 'Devlet Memurluğuna Müracaat' şartlarında ilk maddenin 'Türk olmak' olduğundan haberleri olması gerekmez mi? Dikkat edin lütfen; 'Türkiye'de doğmak veya Türkiyeli olmak' değil kıymetli okuyucu, sadece 'Türk olmak'. (25. 10.01 Salkım Hanımın Bir Tanesi)"
Eli Şaul 1916 İstanbul doğumlu bir Yahudi yazardır. İstanbul'da okumuş, diş hekimi olmuş, askerliğini Türkiye'de yapmış, zamanında ekalliyete olduğu kadar "varlıklı" Türk işadamlarına da uygulanan Varlık Vergisi olayını yaşamış, 1950'de İsrail'e göç etmiştir. İletişim'de yayınlanan "Balat'tan Bat-Yam'a" adlı kitabının 117'inci sayfasında, devrin Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'a yazdığı bir mektubu görüyoruz. 30 Eylül 1944 tarihli mektubun bir bölümü şöyle:
"Türkiye'de Kızılay hastabakıcı hemşireler okuluna girebilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Yabancı memleketlere gönderilecek talebeler için imtihanlar açılır. İmtihanlara girebilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Memur olmak için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Polis olmak için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Harp Okuluna girmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Siyasal Bilgiler Okuluna girmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Türk ordusunda silâhlı er olabilmek için ilk şart Türk ırkından olmaktır. Gayrimüslimler amele taburlarını teşkil ederler."
Eli Şaul kitabında Atatürk zamanında konulmuş olan ve mektubun yazıldığı 1944 tarihinde de yürürlükte olan kanundan bahsediyor. Ben demiyorum, Şaul diyor.
Hâkimiyet-i Milliye, Kuvayi Milliye'nin yayın organıdır. Yazı ve yorumlar Atatürk'ün kontrolundadır. Hâttâ bazı imzasız makaleleri bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın kaleme aldığı bilinmektedir.
Bu gazetenin 19 Ekim 1920 tarihli nüshasındaki "Yeni Anadolu'da Unsurlar" başlıklı "imzasız" makalede şöyle denilmektedir:
"Emperyalistlere oyuncak olanlar Anadolu'nun düşmanı olarak kabul edileceklerdir. Anadolu'da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi bizim siyasetimize uygun hareket etmek zorundadır. Unsurlar Türk milletiyle beraber bu topraklarda çalışarak bu toprağın mahsülünden yararlanmaya karar verirlerse ister Karabet, ister Mişon, ister Yanko olsun dost olarak kabul edilir. Ancak kim Türk'e karşı emperyalizmin oyuncağı olursa düşmanımızdır."
Ben demiyorum, Türk'ün ateşle imtihana girdiği 1920 yılında Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayınlanan "imzasız" yazı diyor.
Tamamen aynı fikirdeyim.
Hâl böyleyken ve arkadaşların hassasiyet gösterdikleri yazı bütünüyle Varlık Vergisi temeline oturmuş, konu özellikle "ekalliyet"tir.
A'sından Z'sine bu vatanın evlatları, halihazırda memur, subay, başbakan, Cumhurbaşkanı olabildiklerine göre problem yoktur, değil mi?
Bir Alman aile düşünün, 40 yıldır Türkiye'de yaşıyor. Akdeniz'i çok sevmiş, ailece gelmiş, kıyıda bir tesis kurmuş, işletiyor, burada yaşıyor.
Bu aile "Türk" müdür kıymetli okuyucu, "Türkiyeli" midir?
Akdeniz kıyısında, meselâ Alanya'da doğan çocukları Hans; "Türk" müdür kıymetli okuyucu, "Türkiyeli" midir?
Hassasiyetinize katılıyor ve sizi anlıyorum.
Fakat siz de benim alınganlık hakkımı teslim edin lütfen. Bırakın biraz da ben alınayım.
Yoksa Kopenhag ve Helsinki sürecinde, AB kriterleri içinde başkalarının var da bir Türk olarak benim alınmaya da mı hakkım yok?
Gelin isterseniz yazıyı, Atatürk'ün "ırk" kavramını nasıl yorumladığı ile bağlayalım;
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır." (1923)
Vallahi aynı fikirdeyim.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002