Birgün memleketin ileri gelenleri Sarı Kız'ın babasını yoldan çevrimişler: "Ya namusunu temizle, ya çek burdan git" demişler. Zavallı adam, dünya güzeli kızından bir fenalık görmemiş ama, o da kızının halini anlamıyormuş.
Ertesi gün adamcağız kızına, biraz kaz güdelim demiş ama niyeti, bir punduna getirip Kazdağından yalnızca aşağı inmekmiş. Sarı Kız, babasının niyetini yüreğinden okumuş. Günler geçmiş Sarı Kız ölmemiş. Onu bir zaman sonra oduncular, Kazdağı ormanlarında dolaşırken görüvermişler. Vay demişler, adam bizi aldatmış. Kızı öldürdüm dediydi!
Meseleyi haber alınca, içi pişmanlık ateşiyle alev alev yanan Sarı Kız'ın babası, sevinsin mi, dövünsün mü? Bir solukta yolun yarısını gitmiş. Ortalık göz gözü görmüyormuş. Derken önünde bir ışık belirmiş. O ışıkla beraber ne kar kalmış, ne tipi. Işık gitmiş, adam gitmiş, ta doruğa varmışlar. Birden ışık şöyle bir titreyince, ne görsün? Sarı Kız güle güle babasının boynuna sarılmaz mı? "Gel babam, sana çorba pişirdim" diye onu bir mağaraya sokmuş. Baba anlamış, "Sarı Kız, bu dünyanın adamı değil, o ermişlerden bir ermiş!" Sabah olunca, bir namaz kılayım, diye adam davranmış. Sarı Kız, "Dur baba, sen deniz suyuyla abdest alırsın" diye Kazdağı'ndan testisini uzatınca, aşağıda, testiye denizden suyu dolduruvermiş. Daha sonra babası aşağı inmesi için kızına yalvarmış ama boşuna. Sarı Kız'ı bir daha aşağı inmeye razı edememiş."