AKP iktidarı, kendisine iki hedef seçti: Hangi şartlarda olursa olsun, Kıbrıs meselesini çözmek ve AB'ye tam üye olmak. Bunları yapabilmek için, ilkönce şehitlerin kanını ve kinini unutmak gerekiyordu. Ne yazık ki, AKP'liler "değiştik" diyerek, bunu yapmaktan hiç çekinmediler. Daha kötüsü şu: Kendileri gibi milleti de değiştirmek için ellerinden geleni ardına koymadılar. Halbuki şehitlerinin kanını ve kinini unutan bir millet, iflah olmaz. Bir başka deyişle, şehitlerinin ve gazilerinin idealini, inancını, istikametini ve yolunu terk eden milletler, dostunu düşmanını tanımaz hale düşerler. Bu hale düşen bir milletin de sonu hüsrandır.Aslında milletlerin milli bir kininin olması çok tabiidir. Milli kin, milletleri millet yapan unsurlardan biridir. Atatürk, Edirne'de Selimiye camiini gezerken, camiin kubbesinde Balkan Savaşı sırasında Bulgar toplarının güllesiyle açılmış delikleri görür. Deliklerin kapatılmamasını, gelecek nesillere ibret vesikası olarak gösterilmesi ister ve şöyle der: "Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu, alelade bir intikam değil, hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır".AKP'liler, "hoşgörü, dinlerarası diyalog, medeniyetler buluşması, insan hakları, demokrasi, küresel barış" diyerek, bu kini unutturmaya, KTTC l. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da unutturmamaya çalışıyor. Bundan dolayıdır ki Denktaş, her konuşmasında şehitlerin kanını ve Rumların kinini hatırlatıyor. 1878'de Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesini dedesinin yaşadığını belirten Denktaş şöyle diyor: "Gönderden o bayrağın inmesi nedir bilir misiniz? Yastır, kahırdır, ölümden beterdir. Şimdi AB'nin ucu açık 30 yıllık yolu için peşinen, Kıbrıs'ı vereceğiz., Rum'u tanıyacağız. Sonra bayraklar inecek, askeri çıkartacağız ve asker elinde torbalarla Türk şehitlerinin kemiklerini Anadolu'ya getirecek. Anadolu bu şerefsizliği kabul etmez, etmemelidir". Denktaş'ın dediği çok doğru, ama liberallerimiz farklı düşünüyorlar. Onlar, Rumların sadece Kuzey Kıbrıs'a değil, Türkiye'ye de dönmesini savunuyorlar. Diyorlar ki: " 1942'deki varlık vergisinden, 1955'teki 6-7 Eylül olaylarından, 1964 ve 1974 yılındaki Kıbrıs meselesi yüzünden göç eden Rumlar ve hatta Ermeniler, tekrar İstanbul'a dönsünler". Bunun faydasını da şöyle izah ediyorlar: " 100 bin Rum ve 100 bin Ermeni İstanbul'a dönerse, İstanbul bir dünya merkezi haline gelir. Ekonomimiz canlanır". Liberaller, böyle bir teklifin, "tüccar devlet anlayışını hakim kılacağız" diyen AKP'lilerin aklına yatkın olduğunu çok iyi biliyorlar. Peki, AKP'lilerin bu davranışlarına, muhatapları nasıl karşılık veriyor? Biraz da ona bakalım. 1993 yılında 'Sümelalı Meryem Ana Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda konuşan dönemin Yunanistan başbakanı Mitsotakis şöyle demiştir: "Anadolu'daki Helenizmin bu bölgedeki köklerinden kopmasından 70 yıl sonra, milletimizin tarihinde bir daha böyle bir trajedi yaşanmaması için dua etmeliyiz. Dedelerimiz, Pontus topraklarına dönüş hayalini size miras bırakarak öldüler. Bu mirası kalbinizin içinde koruyun. Pontus'u ve kökeninizi asla unutmayın". 19 Mayıs 2001 tarihinde 'Pontus Soykırımını Anma Günü' törenlerinde konuşan Yunanistan savunma Bakanı Akis Cohacopulos da şöyle der: "Pontuslu Rumlara Türkler tarafından yapılan soykırım, Helenizm tarihinin en karanlık sayfasıdır". Yunanistan Meclis başkanı Apostolos Kaklamanis ayni minval üzere konuşur. Der ki: "Pontuslu Rumlara yönelik soykırım tartışılmaz bir tarihi gerçektir. Türk devletinin sistemli cinayetleri, sayısız Yunan, yabancı ve hatta Türk kaynağınca doğrulanıyor. Pontus soykırımını tanımak Türkiye'nin dünyaya borcudur. Türkiye, bu cinayetleri kınayıp resmen özür dilemelidir". Rumlar, kurdukları 200'e yakın dernek, 300'e yakın internet sitesiyle Türkiye aleyhinde faaliyet gösteriyorlar. Dahası, Arkadyo Laskaris adında bir şahıs, kendini Rum Pontus kralı ilan etmiş, törenle taç giymiş ve internet sitesinde "Trabzon benim ve halkımındır" diyor. Bunların hepsi, şehitlerimizin kanını ve kinini unutan AB'ye âşık idarecilerin yüzünden meydana geliyor. AB'yi elinin tersiyle iten birisi başa geçince, bu sesler kesilir, bu ümitler suya düşer.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018