‘Size gerçek fakihi haber vereyim mi?’
Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: “Size gerçek fakihi haber vereyim mi: İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen ve Allah'ın azabından emin kılmayan ve Allah'ın geniş rahmetinden onların ümitlerini kesmeyen; Kur'an'ı bırakıp başka kitapların arkasına takılmayan kimse gerçek fakihtir”
22.11.2019 22:30:00
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyuruyor:
"Fıkhın hangi mânâda kullanıldığı hususunda en bariz delil, Allah Teâlâ'nın şu buyruğudur: 'İnananların hepsi toptan sefere çıkacak değillerdi. Ama her kabileden bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve dönüp kavimlerine geldikleri zaman (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez miydi?' (Tevbe/122).
İnsanların kendisiyle uyarıldıkları ve kalplerine Allah korkusunu yerleştiren ilimin adı fıkıh ilmi idi. Talâk, lian, selem ve icare gibi meseleler ise fıkıhla alâkalı değildi. Çünkü bütün bunlarla kalbin korkutulması mümkün değildir. Tam tersi bu meselelerle uğraşanların kalpleri büsbütün katılaşmakta ve zamanımızda müşahede ettiğimiz gibi Allah korkusu kalplerinden silinip gitmektedir.
'Yemin olsun ki, cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır fakat bu kalpler ile gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır fakat onlarla görmezler. (İbret almazlar). Kulakları vardır fakat onlarla nasihat dinlemezler. İşte banlar hayvanlardan daha şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır.' (Araf, 179).
Ayette geçen 'Bu kalpler ile gerçeği anlamazlar' ifadesiyle fetva değil, iman kastolunmaktadır. Burada, fıkıh ile fehim kelimeleri aynı anlama geliyorsa da, bu kelimelerin biri eskiden kullanılmış, diğeri de yeni olarak kullanılmaktadır.
'Herhalde onların (münâfıklarla yahudilerin) yüreklerinde size karşı hissettikleri korku Allah'ınkinden daha fazladır. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.' (Haşr, 13).
Dikkat edilecek olursa, Allah Teâlâ bu ayette onların Allah'tan az korkmalarını ve buna mukabil mahlûkatın gücünü büyütmelerini, kıt olan anlayışlarına bağlamaktadır.
Peki, o halde bu, fetva ilminin ayrıntılarını bilmemekten mi kaynaklanıyor? Yoksa daha önce de beyan ettiğimiz gibi fıkhın hakiki mânâlarını idrâk etmemenin neticesi mi?
Dini meseleleri görüşmek için kendisine gelen bir heyet hakkındaki Hz. Peygamberin şu buyruğuna bakalım: '(Bu gelenler) âlim, fakih ve hakimdirler.'
Zührî'ye, 'Medineliler içinde en fakih kişi kimdir?' diye sorulduğunda, o şöyle cevap vermiştir: 'Allah'tan en çok korkanı, en iyi fakihtir.'
Burada Sa'd (Zührî), fıkhın meyve ve neticelerine dikkati çekmektedir. Takva ise, fetvaların ve hükümlerin değil, bâtın ilminin meyvesidir. Öyleyse fıkıh, bâtın ilminin adı olabilir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Size gerçek fakihi haber vereyim mi?'
Sahabe-i kirâm, 'Evet yâ Resûlullah! Bize gerçek fakihi bildir' dediler.
Bunun üzerine Allah'ın Resûlü, 'İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen ve Allah'ın azabından emin kılmayan ve Allah'ın geniş rahmetinden onların ümitlerini kesmeyen; Kur'an'ı bırakıp başka kitapların arkasına takılmayan kimse gerçek fakihtir' buyurdu."
OKAN EGESEL