‘Ekonomist’, ‘ekonomik uzman’ olarak tanıtılan uluslararası dolandırıcıların görevi, toplumları aldatmak ve bağlı oldukları şirketlerin kulu, kölesi yapmaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için işe, ilkönce ekonomik kavram üretmekten başlarlar. Son zamanlarda ürettikleri kavramlardan en aldatıcısı ‘sürdürülebilir borç’ kavramıdır. Bu kavrama göre, önemli olan borcun faizini ödemektir. Varını yoğunu sat, en ağır vergileri vur, borcunun faizini öde. Bunu yapabiliyorsan, borcunu sürdürüyorsun demektir. Gerisi ise hiç önemli değil. İşte, söz konusu kavramla zihinlere kazınan bu anlayıştır. Borcumuzun faizini ödemek için malımızı-mülkümüzü satıyoruz. Satıyoruz ama bir kere satıyoruz. İkinci defa satma şansımız yok. Faizi ise sürekli ödüyoruz. Peki, bu böyle gider mi? Bir gün gelip duvara toslamayacak mıyız? Böyle bir sorgulamayı, sürdürülebilir borç kavramı rafa kaldırıyor.
Uluslararası dolandırıcılar, dikkatleri büyümeye çeviriyor, borçlanmayı hiç gündeme getirmiyorlar. Evet, büyüyoruz. Ama nasıl büyüyoruz? Borçlanarak büyüyoruz. Ne oranda borçlanıyorsak, o oranda büyüyoruz, ne oranda büyüyorsak, o oranda da dışa bağımlılığımız artıyor. Halbuki, ekonomi politikalarında hedef, dışa bağımlılığı azaltmak, daha doğrusu kendi kendine yeterliliği sağlamak, gelir dağılımındaki çarpıklığı gidermek, bölgeler arasındaki dengesizliği düzeltmek olmalıdır. Büyüyelim de nasıl olursa olsun, anlayışının sonu felâkettir.
Uluslararası tefeciler, hiçbir zaman ülkelerin hayrına borç vermezler. Genellikle, cari harcamalar ve bazen de büyük altyapı yatırımları için kredi açarlar. Altyapı yatırımları için neden kredi açarlar? Çünkü altyapı yatırımları kazanç sağlamadığı için alınan borç ödenmez, katlanarak büyür. Zaten istenen de budur. Bir iktidar, ülkesini bu şartlarda ne kadar borçlandırıyorsa, uluslararası tefeciler nezdinde itibarı o kadar artıyor. Aynı iktidar kâr getirecek yatırımlar için borç talep etse, asla vermezler. Neden? Çünkü kâr getiren yatırımlarla borçlar ödenir, ödenen borç da silâh olarak kullanılmaz.
Borç konusunda bir diğer aldatıcı kavram da ‘kamu net borç stoku’ kavramıdır. Bu kavramı, bir ülke sıkışınca elindeki varlıklarla ve nakitlerle dış borcun ne kadarını ödeyebileceğini anlatmak için kullanırlar. Yani, Merkez Bankası varlıkları brüt borçtan düşürülerek, kamu net borcu ortaya çıkarılır. Öyle ki, müteahhitlere ödenecek paralar erteleniyor, sonra brüt borçtan düşülüyor. Böylece bir rakama ulaşılıyor. Onu da kamu net borç stoku olarak telaffuz ediyorlar. Tabiri caizse, borcu az göstermek için bir Ali Cengiz oyunu oynanıyor.
Borcu az göstermek için hükümet üyeleri bazen de şöyle diyorlar: “Devletin borcu şu kadardır, diğeri özel sektöründür, bizi ilgilendirmez”. Bu da ayrı bir aldatmacadır. Dış borç ister devletin, ister özel sektörün olsun, onu millet ödüyor. Özel sektörün kendi ödüyor, ama döviz olarak ödüyor. Dolayısıyla, devletin borcunda olduğu gibi yurtdışına milletin kaynakları aktarılıyor. Özel sektör borcunu ödeyemezse ne olur? Yerli şirketlerimiz yabancıların eline geçer. Bu, devleti idare edenleri ilgilendirmeyen bir durum mu? Bizim bildiğimiz, en ufak bir şey bile idareciyi ilgilendirir. Gerçek idareci olmak, bunu gerektirir.
Bir de ‘yükselen piyasa’ kavramı ürettiler. Parası olan ülkelerden, parası olmayan ülkelere para akımı olunca, piyasa yükselmiş oluyor. Risk yoksa, faiz yüksekse, para, parasız ülkeye elbette akar. Uluslararası bir tefeci şöyle diyor: “Türkiye’de iktidara Hitler bile gelse, bu faizler olduktan sonra ülkeyi terk etmem”. Tabi ki, terk etmez. Türkiye’de sıcak para, dünyada görülmediği oranda nemalandırılıyor. Sıcak para kesilir korkusuyla, faizlere dokunulmuyor. Sıcak para, hiçbir zaman dış borç rakamları içerisinde gösterilmiyor. Ama niteliği itibariyle o da dış borçlanmadır.
Bütün bu aldatıcı kavramları kaldırıp atmak, gerçek ekonomiyi bilmek mi istiyorsunuz? Sadece ‘Milli Ekonomi Modeli’nin tanımına bakın, o yeter.
Uluslararası dolandırıcılar, dikkatleri büyümeye çeviriyor, borçlanmayı hiç gündeme getirmiyorlar. Evet, büyüyoruz. Ama nasıl büyüyoruz? Borçlanarak büyüyoruz. Ne oranda borçlanıyorsak, o oranda büyüyoruz, ne oranda büyüyorsak, o oranda da dışa bağımlılığımız artıyor. Halbuki, ekonomi politikalarında hedef, dışa bağımlılığı azaltmak, daha doğrusu kendi kendine yeterliliği sağlamak, gelir dağılımındaki çarpıklığı gidermek, bölgeler arasındaki dengesizliği düzeltmek olmalıdır. Büyüyelim de nasıl olursa olsun, anlayışının sonu felâkettir.
Uluslararası tefeciler, hiçbir zaman ülkelerin hayrına borç vermezler. Genellikle, cari harcamalar ve bazen de büyük altyapı yatırımları için kredi açarlar. Altyapı yatırımları için neden kredi açarlar? Çünkü altyapı yatırımları kazanç sağlamadığı için alınan borç ödenmez, katlanarak büyür. Zaten istenen de budur. Bir iktidar, ülkesini bu şartlarda ne kadar borçlandırıyorsa, uluslararası tefeciler nezdinde itibarı o kadar artıyor. Aynı iktidar kâr getirecek yatırımlar için borç talep etse, asla vermezler. Neden? Çünkü kâr getiren yatırımlarla borçlar ödenir, ödenen borç da silâh olarak kullanılmaz.
Borç konusunda bir diğer aldatıcı kavram da ‘kamu net borç stoku’ kavramıdır. Bu kavramı, bir ülke sıkışınca elindeki varlıklarla ve nakitlerle dış borcun ne kadarını ödeyebileceğini anlatmak için kullanırlar. Yani, Merkez Bankası varlıkları brüt borçtan düşürülerek, kamu net borcu ortaya çıkarılır. Öyle ki, müteahhitlere ödenecek paralar erteleniyor, sonra brüt borçtan düşülüyor. Böylece bir rakama ulaşılıyor. Onu da kamu net borç stoku olarak telaffuz ediyorlar. Tabiri caizse, borcu az göstermek için bir Ali Cengiz oyunu oynanıyor.
Borcu az göstermek için hükümet üyeleri bazen de şöyle diyorlar: “Devletin borcu şu kadardır, diğeri özel sektöründür, bizi ilgilendirmez”. Bu da ayrı bir aldatmacadır. Dış borç ister devletin, ister özel sektörün olsun, onu millet ödüyor. Özel sektörün kendi ödüyor, ama döviz olarak ödüyor. Dolayısıyla, devletin borcunda olduğu gibi yurtdışına milletin kaynakları aktarılıyor. Özel sektör borcunu ödeyemezse ne olur? Yerli şirketlerimiz yabancıların eline geçer. Bu, devleti idare edenleri ilgilendirmeyen bir durum mu? Bizim bildiğimiz, en ufak bir şey bile idareciyi ilgilendirir. Gerçek idareci olmak, bunu gerektirir.
Bir de ‘yükselen piyasa’ kavramı ürettiler. Parası olan ülkelerden, parası olmayan ülkelere para akımı olunca, piyasa yükselmiş oluyor. Risk yoksa, faiz yüksekse, para, parasız ülkeye elbette akar. Uluslararası bir tefeci şöyle diyor: “Türkiye’de iktidara Hitler bile gelse, bu faizler olduktan sonra ülkeyi terk etmem”. Tabi ki, terk etmez. Türkiye’de sıcak para, dünyada görülmediği oranda nemalandırılıyor. Sıcak para kesilir korkusuyla, faizlere dokunulmuyor. Sıcak para, hiçbir zaman dış borç rakamları içerisinde gösterilmiyor. Ama niteliği itibariyle o da dış borçlanmadır.
Bütün bu aldatıcı kavramları kaldırıp atmak, gerçek ekonomiyi bilmek mi istiyorsunuz? Sadece ‘Milli Ekonomi Modeli’nin tanımına bakın, o yeter.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018