Tevekkül, sünnet üzerinde çalışmaktır
Tevekkülde bir makam vardır ki, o da âdet olduğu veçhile sünnet üzerinde çalışmaktır. Diyorlar ki; bu şekilde çalışan kimse, tevekkül halini yitirmez. Şu şartla ki, sermayesine dayanmaya, güvenmeye...
03.11.2023 11:11:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
Bazı kimseler, tevekkül halini yanlış anlar. Ve tevekkül ehlini bir tepsi üzerine konan et parçasına benzetir. Bu görüş, yanlıştır. Burada bu görüşün hatalı olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Yapılan ameller, çok kere iki şey arasındadır. Biri, menfaat temini ile, onun esirgenmesi... Diğeri de, zararlı şeyi def etmek ve kesip atmak...
Bir faydanın temini için İlâhî geleneğe uymak gereklidir ki, o geleneğe aykırı hareket etmek ahmaklık veya delilik sayılır. Meselâ, öne gelen yemeği çiğnemeyi, elle alıp ağza götürmeyi terk gibi... Allah, ağzı yaratmış, dişleri yaratmış... Bunların hepsini yerinde kullanmak gerek. Kullanmamak, İlâhî âdetlere aykırı hareket sayılır.
Tevekkül halini bulmak için çok kere yapılan bir âdet vardır. Bazı zatlar, o hali ellerinde gerçeğe erdirmek için şehirleri bırakır, kimsesiz yerlere giderler. Yola giderken kafileye uymaz, yalnız başlarına ve halkın nadiren geçtiği yollardan yürürler. Bu yürüyüşlerinde azık da almazlar. Aslında böyle işler tevekkül sahibi olabilmek için şart değildir. Ama böyle bir hareketi başarı ile yapabilmek, tevekkül halinin en üst derecesi sayılır.
Bu işin aksine, bir de inceden inceye düşünüp taşınmak, yapılan bir işin vaktinden çok tedbirleriyle uğraşmak, olmayacak ihtimallere dalmak da tevekkülü öldürür.
Tevekkül işinde bir başka şekil daha vardır ki, o, eve ya da mescide kapanıp kalmaktır. Böylesi bazı kasaba ve şehirlerde yapılır. Bu da tevekkülden sayılır. Ama yukarıda anlatılan azıksız yolcunun halinden zayıftır. Çünkü her ne kadar tevekkül etse de, işin altından insanlara dayanmak çıkar. Sonra, bulunduğu yerde onun halini halk görecek ve yardım edecek. Onun kalbinde halkın yardımı olmasa da görünüş böyledir.
Üçüncü bir makam daha var, onu da anlatalım; bu da, âdet olduğu veçhile sünnet üzerinde çalışmaktır. Diyorlar ki; bu şekilde çalışan kimse, tevekkül halini yitirmez. Şu şartla ki, sermayesine dayanmaya, güvenmeye... Bu gibi bir tevekkül halinin varlığına alâmet, hırsızın alıp götürdüğüne ya da telef olan kısma üzülmemektir.
(El-Mürşidul-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
Bazı kimseler, tevekkül halini yanlış anlar. Ve tevekkül ehlini bir tepsi üzerine konan et parçasına benzetir. Bu görüş, yanlıştır. Burada bu görüşün hatalı olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Yapılan ameller, çok kere iki şey arasındadır. Biri, menfaat temini ile, onun esirgenmesi... Diğeri de, zararlı şeyi def etmek ve kesip atmak...
Bir faydanın temini için İlâhî geleneğe uymak gereklidir ki, o geleneğe aykırı hareket etmek ahmaklık veya delilik sayılır. Meselâ, öne gelen yemeği çiğnemeyi, elle alıp ağza götürmeyi terk gibi... Allah, ağzı yaratmış, dişleri yaratmış... Bunların hepsini yerinde kullanmak gerek. Kullanmamak, İlâhî âdetlere aykırı hareket sayılır.
Tevekkül halini bulmak için çok kere yapılan bir âdet vardır. Bazı zatlar, o hali ellerinde gerçeğe erdirmek için şehirleri bırakır, kimsesiz yerlere giderler. Yola giderken kafileye uymaz, yalnız başlarına ve halkın nadiren geçtiği yollardan yürürler. Bu yürüyüşlerinde azık da almazlar. Aslında böyle işler tevekkül sahibi olabilmek için şart değildir. Ama böyle bir hareketi başarı ile yapabilmek, tevekkül halinin en üst derecesi sayılır.
Bu işin aksine, bir de inceden inceye düşünüp taşınmak, yapılan bir işin vaktinden çok tedbirleriyle uğraşmak, olmayacak ihtimallere dalmak da tevekkülü öldürür.
Tevekkül işinde bir başka şekil daha vardır ki, o, eve ya da mescide kapanıp kalmaktır. Böylesi bazı kasaba ve şehirlerde yapılır. Bu da tevekkülden sayılır. Ama yukarıda anlatılan azıksız yolcunun halinden zayıftır. Çünkü her ne kadar tevekkül etse de, işin altından insanlara dayanmak çıkar. Sonra, bulunduğu yerde onun halini halk görecek ve yardım edecek. Onun kalbinde halkın yardımı olmasa da görünüş böyledir.
Üçüncü bir makam daha var, onu da anlatalım; bu da, âdet olduğu veçhile sünnet üzerinde çalışmaktır. Diyorlar ki; bu şekilde çalışan kimse, tevekkül halini yitirmez. Şu şartla ki, sermayesine dayanmaya, güvenmeye... Bu gibi bir tevekkül halinin varlığına alâmet, hırsızın alıp götürdüğüne ya da telef olan kısma üzülmemektir.
(El-Mürşidul-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.