Türkiye'de muhafazakar olarak lanse edilen kesimin bir misyon gereği devleti, orduyu, bürokrasiyi dinsizlikle suçladığı dönemlerde bunun karşısında dimdik duran tek kişinin Prof. Dr. Haydar Baş olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım.Hatta biraz daha netleştirirsek, Türkiye'de devlet-millet, ordu-millet kardeşliğinin altını Prof. Dr. Haydar Baş dışında çizen yok diyebiliriz. Bilakis, her iki taraf da (hem ordu-devlet-bürokrasi, hem de muhafazakar olduğu iddia edilen kesim) Türkiye'nin başına getirilmiş bu büyük yangına adeta benzin taşıdılar.Bir taraf başta TSK ve devlet olmak üzere bu kurumları "dinsiz", "din düşmanı" olarak lanse ederken, öte taraf da yaptığı eylemlerle bu yafta ve iftiradan adeta memnuniyet duyduğunu ifade eder bir mantaliteye sahipti.Bu tuzak, 10 yıllık, 20 yıllık bir tuzak değil, yüzlerce yıllık derin bir hesabın tezahürüydü. 1826 yılında tamamı Bektaşi olan Yeniçeri Ocağı'na yani milli ordumuza "dinsiz" "İslam düşmanı" yaftasını yapıştıranlarla, bugün Türk Silahlı Kuvvetleri'ne "dinsiz" yaftasını yapıştıranlar aynı merkezden yönetiliyorlar.Dün Yeniçeri Ocağı'nı katliam yaparak yok ettiler, bugün türlü tertiplerle "kumpas" kurdular.Ama bugün bu oyun tutmadı, tutmayacak. Çünkü tüm bunların farkında olan bir lider çeyrek asırdan bu yana "ordu bizim ordumuz" , "ordu peygamber ocağı" diye haykırıyor.Prof. Dr. Haydar Baş beyin çeyrek asırdır adeta ilmek ilmek işlediği bu tarihi vazife bugün meyvelerini verdi. Artık Türkiye, ordusuyla milleti arasında kurulan bu tehlikeli tuzağın farkına vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin önceki dönem Genelkurmay Başkanlığını yapmış olan İlker Başbuğ paşanın önceki gün bir gazeteye verdiği röportajdaki şu bilgiler Prof. Dr. Haydar Baş beyin yıllar önce attığı mayanın tuttuğunun ispatıdır:"Ben daha önce de söyledim Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK'ya yöneltilen en haksız eleştiridir. Türk ordusunu bu şekilde suçlamak kabul edilemez, bizler bu ocağın içinde büyüdük, yaşadık. Ben sorumlu olduğum her kademede çok hassas davranmış, gerekli imkanların sağlanmasına özen göstermişimdir.Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başka çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü."
Emre Polat / diğer yazıları
- Çok özledim / 24.02.2021
- Trump’tan “dost” olmaz / 09.10.2019
- CHP’nin gafletini not ediyoruz / 02.10.2019
- Müteahhit devlet! / 30.09.2019
- Enkaz altında kaldılar / 28.09.2019
- IMF’ye koşa koşa giden muhalefet / 25.09.2019
- Hoş Geldin Atatürk / 22.11.2017
- Haydar Baş paniği ve Lozanda gizli madde yalanı / 26.04.2015
- Devletin vicdanı, kamunun vicdanını rahatlattı-2 / 30.04.2014
- Devletin vicdanı, kamunun vicdanını rahatlattı / 29.04.2014
- Trump’tan “dost” olmaz / 09.10.2019
- CHP’nin gafletini not ediyoruz / 02.10.2019
- Müteahhit devlet! / 30.09.2019
- Enkaz altında kaldılar / 28.09.2019
- IMF’ye koşa koşa giden muhalefet / 25.09.2019
- Hoş Geldin Atatürk / 22.11.2017
- Haydar Baş paniği ve Lozanda gizli madde yalanı / 26.04.2015
- Devletin vicdanı, kamunun vicdanını rahatlattı-2 / 30.04.2014
- Devletin vicdanı, kamunun vicdanını rahatlattı / 29.04.2014