Emin ÜSTÜN
Türkler tarihleri boyunca idealleri doğrultusunda hareket etmiş, bu yönde çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu idealleri ise kendi karakterlerine uygun olarak büyük ve geniş bir şekilde tezahür etmiştir. Güttükleri davanın büyüklüğüne bağlı olarak hareketleri de o ölçüde önemli ve dünyayı sarsıcı nitelikle olmuştur. (Özellikle Türk-İslam Toplumunda).
Türkler, bu davayı gerçekleştirmede kendilerinin Allah tarafından görevlendirilmiş olduğuna inanırlardı. Bu inanç Orhun Abidelerine şu şekilde aksetmiştir: "Üstte gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisinin arasında kişioğlu kılınmış. Kişioğlunun üzerine atam Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin devletinin töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş. Dört taraf düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tabî kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırgan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş." Türk Kağanları öncelikle devletlerini ve milletlerini düzene sokmaya çalışmışlardır. Bundan sonra yapılacak iş ise bütün milletleri itaat altına alarak, onları bir çatı altında toplamaktır. Yani dünyayı nizama sokmayı hedeflemişlerdir.
İslâmiyet'ten önce Orta Asya'nın neredeyse tamamına hükmeden devletin birincisi Hun, ikincisi ise Göktürk devletidir. Fakat bu devletlerin Orta Asya dışında pek fazla hakimiyetleri görülmemiştir. Ama Oğuz Kağan destanında Türklerin Roma ülkesini, Kuzey Hindistan'ı, Orta Doğu'yu ve Çin'i fetheden büyük hükümdarlardan söz edilmektedir.
Buradan şunu anlıyoruz ki, Türklerin Hunlardan çok önce yaşamış ve büyük fetihler gerçekleştirmiş hükümdarları vardı. Yani "Dünya Nizamı Davası" Türklerle beraber başlamış ve gelişmiştir.
Aynı şekilde, İslâmiyet'i kabul eden Büyük Selçuklu İmparatorluğu da bu davanın güçlü temsilcilerinden olmuştur. Şöyle ki Selçuklular bağımsızlıklarını ilân ettikten sonra hemen kurultayda toplanıp bazı kararlar almışlardır. Bu kararlardan sadece biri şu şekildedir ki kayda ve takdire şayandır: Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey bir ok almış ve kardeşi Çağrı'ya vererek kırmasını istemiştir. Çağrı Bey bunu kolaylıkla kırmıştır. Tuğrul Bey iki oku bir araya getirerek yine ona vermiş, Çağrı onları da kırmıştır; üç oku güç kırmış, fakat ok sayısı dörde varınca kırmak güçleşmiştir. Bunu üzerine söz alan Tuğrul Bey şunları söylemiştir: "Biz böyleyiz. Birbirimizden ayrılırsak, olur olmaz bir kimse, bizi yenmeye kasteder. Toplu bulunursak bize karşı hiç kimse muzaffer olamaz. Aramızda anlaşmazlık çıkarsa "cihan" fethedilemez. Bunun üzerine düşman, cesaret kazanır ve saltanat elimizden gider", diyerek milli, manevi, mefkürevi ve istikbal düşüncelerinin ne kadar fevkalade olduğunu bir paragrafta özetlemeye çalışmıştır. Ayrıca Kurultay Halifeye gönderdiği bir mektupta; "Biz Selçukoğulları daima Abbasi devletine muti ve taraftar, farzlara ve sünnetlere riayetkâr bir taife idik. Çok vakit gaza ve cihad yolunda çalıştık" denilerek İslâmiyet'e karşı ince düşünceler sergilenmiştir.
Bu dava Osmanlı devletiyle doruk noktasına ulaşmış, Müslüman Türklerin elindeki bütün yerlerde halk barış, adalet ve dayanışma içerisinde yaşamıştır. Gün gelip dte fitne ortalıkta dolaşmaya başlayınca kurulu düzen bozulmuş, barış, adalet ve dayanışmanın yerini savaş, adaletsizlik ve huzursuzluk almıştır.
Türkler tarihleri boyunca idealleri doğrultusunda hareket etmiş, bu yönde çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu idealleri ise kendi karakterlerine uygun olarak büyük ve geniş bir şekilde tezahür etmiştir. Güttükleri davanın büyüklüğüne bağlı olarak hareketleri de o ölçüde önemli ve dünyayı sarsıcı nitelikle olmuştur. (Özellikle Türk-İslam Toplumunda).
Türkler, bu davayı gerçekleştirmede kendilerinin Allah tarafından görevlendirilmiş olduğuna inanırlardı. Bu inanç Orhun Abidelerine şu şekilde aksetmiştir: "Üstte gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisinin arasında kişioğlu kılınmış. Kişioğlunun üzerine atam Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin devletinin töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş. Dört taraf düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tabî kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırgan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş." Türk Kağanları öncelikle devletlerini ve milletlerini düzene sokmaya çalışmışlardır. Bundan sonra yapılacak iş ise bütün milletleri itaat altına alarak, onları bir çatı altında toplamaktır. Yani dünyayı nizama sokmayı hedeflemişlerdir.
İslâmiyet'ten önce Orta Asya'nın neredeyse tamamına hükmeden devletin birincisi Hun, ikincisi ise Göktürk devletidir. Fakat bu devletlerin Orta Asya dışında pek fazla hakimiyetleri görülmemiştir. Ama Oğuz Kağan destanında Türklerin Roma ülkesini, Kuzey Hindistan'ı, Orta Doğu'yu ve Çin'i fetheden büyük hükümdarlardan söz edilmektedir.
Buradan şunu anlıyoruz ki, Türklerin Hunlardan çok önce yaşamış ve büyük fetihler gerçekleştirmiş hükümdarları vardı. Yani "Dünya Nizamı Davası" Türklerle beraber başlamış ve gelişmiştir.
Aynı şekilde, İslâmiyet'i kabul eden Büyük Selçuklu İmparatorluğu da bu davanın güçlü temsilcilerinden olmuştur. Şöyle ki Selçuklular bağımsızlıklarını ilân ettikten sonra hemen kurultayda toplanıp bazı kararlar almışlardır. Bu kararlardan sadece biri şu şekildedir ki kayda ve takdire şayandır: Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey bir ok almış ve kardeşi Çağrı'ya vererek kırmasını istemiştir. Çağrı Bey bunu kolaylıkla kırmıştır. Tuğrul Bey iki oku bir araya getirerek yine ona vermiş, Çağrı onları da kırmıştır; üç oku güç kırmış, fakat ok sayısı dörde varınca kırmak güçleşmiştir. Bunu üzerine söz alan Tuğrul Bey şunları söylemiştir: "Biz böyleyiz. Birbirimizden ayrılırsak, olur olmaz bir kimse, bizi yenmeye kasteder. Toplu bulunursak bize karşı hiç kimse muzaffer olamaz. Aramızda anlaşmazlık çıkarsa "cihan" fethedilemez. Bunun üzerine düşman, cesaret kazanır ve saltanat elimizden gider", diyerek milli, manevi, mefkürevi ve istikbal düşüncelerinin ne kadar fevkalade olduğunu bir paragrafta özetlemeye çalışmıştır. Ayrıca Kurultay Halifeye gönderdiği bir mektupta; "Biz Selçukoğulları daima Abbasi devletine muti ve taraftar, farzlara ve sünnetlere riayetkâr bir taife idik. Çok vakit gaza ve cihad yolunda çalıştık" denilerek İslâmiyet'e karşı ince düşünceler sergilenmiştir.
Bu dava Osmanlı devletiyle doruk noktasına ulaşmış, Müslüman Türklerin elindeki bütün yerlerde halk barış, adalet ve dayanışma içerisinde yaşamıştır. Gün gelip dte fitne ortalıkta dolaşmaya başlayınca kurulu düzen bozulmuş, barış, adalet ve dayanışmanın yerini savaş, adaletsizlik ve huzursuzluk almıştır.