GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi), dinler arası diyalog, küresel olaylar “belli merkezler”in planlamasıyla şekillendiği herkes tarafından kabul gören bir gerçektir. Yine bilinmektedir ki, kapitalist sömürü ve yayılmacı sistem bölgesel sınırları yeniden biçimlendirmeyi de misyonik bir görev olarak üstlenmiş durumdadır. Onlarca yıldır sessiz kalındıktan sonra, güya Arapların haysiyet ve özgürlük talebi görüntüsü altında Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da biçimlenen değişimin esas hedefi İran ve Kuzey Kore’dir. Bu durum kadar açıktır ki, bu tehdit algılaması, Obama’nın 2010 yılında yayınlanan “Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu (QDR 2010)”1birinci derece tehditler bölümünde yer almıştır. Söz konusu rapor göstermektedir ki, tematik tehdit nükleer olduğunda birinci hedef İran, ikinci hedef ise Kuzey Kore’dir. İşte bu nedenle 2010 yılında “Nükleer Güvenlik Toplantısı”nın ilki, Washington’da yapılmış ve söz konusu bu zirvenin ikinci ayağı Kuzey Kore tehdidine karşı Başkan Obama’nın desteğinde ve gözetiminde Güney Kore’nin başkenti Seul’de 25 Mart 2012 tarihinde yapılmıştır. Aralık 2011 ayında ölen Kuzey Kore Lideri Kim Jong-il’in “Yüzüncü Ölüm Günü”ne rastlayan başkent Pyongyang’taki güç gösterisi meydan okumasına karşı Batı bir şekilde cevap vermeğe çalışmıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı Seul zirvesinde Obama ile yaptığı görüşmesine, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Genelkurmay II. Başkanı Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da katılması dikkatleri Suriye ve İran’a çevirmiştir. Başkaca bir yoruma ihtiyaç göstermeksizin, İran’a yapılacak harekâtın ara hedefi olan Suriye’ye yapılacak sınır ötesi operasyona yönelik Erdoğan-Obama ortak yol haritasının son düzeltmeleri yapılmıştır. Bir başka deyişle kapalı kapılar ardında yayılmacı güçler tarafından çizilen ve dayatılan Türkiye’nin yol haritası bir eylem planına dönüştürülmüştür.
Bu konudaki gelişmeleri yakından takip eden İran Türkiye’ye karşı derhal bir refleks geliştirmiştir. Bu durum Başbakan Erdoğan’ın Tahran ziyaretinde teyit edilmiştir. Başbakan’ın ziyaretinde, Mahmud Ahmedinejad ve dini lider Ali Hamaney’le görüşmesi, iki ülke arasında “farklılık” yaşanan konularda yakınlaşmayı amaçlamasına karşın, ziyaret öncesinde ve sonrasında yaşananlar Tahran’ın tutumunun daha da keskinleştiğini ve Türkiye ile arasındaki mesafeyi açmaya başladığını doğrular mahiyette görülmüştür. Daha doğru bir deyişle ABD’den son tehdidin geleceğini en iyi ve en önce anlayan Mahmut Ahmedinecat, önce Erdoğan ile görüşmek istememiş, Erdoğan’ın ısrarı sonunda, görüşme ancak bir gün sonra gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede, ABD, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın marifetiyle İran’ı son kez tehdit etmiştir. Tehdidi iletenin de, tehdidi yapanın yanında olduğunu iyi değerlendiren İran, Türkiye’ye karşı sertleşmeye başlamıştır. İran’ın Türkiye’ye karşı sertleşmenin emareleri ise, bir başka şeyle teyit edilmeden aşağıdaki şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını randevu alabilmek için bir gün bekletilmesi, diplomasi dünyasında az görülen bir durum olarak tüm ilgili ülkeler tarafından not edilmiştir. İran bununla da yetinmemiş, üzerine basa basa Suriye’ye olan desteğinin artarak devam edeceğini Türk tarafına bildirmiştir. Ayrıca “Suriye Halkının Dostları” adı altında, Suriye’nin Düşmanlarının, İstanbul’da toplanmış olmasını ve buna Türkiye’nin ev sahipliği yapmasını sert bir dil ile eleştirmiştir. Türkiye’nin, ABD’nin talimatları doğrultusunda, İran’a petrol ambargosu uygulayacağını açıklaması, İran’ı da, Türkiye’ye karşı önlemler almaya yöneltmiştir.
İran’ın Suriye’ye yapılacak bir müdahalede, Suriye’nin yanında olacağını açıklaması, Suriye müdahalesi konusunda günümüz Savaş Bakanlığına istekli Başbakanın elinin bir anda soğumasına neden olmuştur.
Arkasından, İran ile kısaca P5+1 denilen beş Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve Almanya’nın nükleer enerji konusunda yapacakları görüşmelerin İstanbul’da yapılmayacağı, İran tarafından oldukça yadırgatıcı bir üslup ile ve de resmen açıklanınca Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler bir anda kopma noktasına gelmiştir. Bu durum kısa bir süre de olsa Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılmanın yaşanmasına neden olmuştur. Ayrıca Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin, Tahran’ın müzakerelerin Irak’ta yapılmasını istediğini söylemesi hem Maliki yönetiminin hem de Irak Kürt yönetiminin krizden fırsat yaratma ilintisini ortaya koymuştur.
Karşılıklı kılıçların çekildiği bir ortamda Türkiye ve egemen güçler ödünler vererek İran’ı İstanbul’a getirmeğe ancak ikna edebilmişlerdir İran Dışişleri Bakanlığı tarafından onaylanan ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından 13 Nisan’da İstanbul’da yapılması planlanan toplantı bir gün gecikmeyle ancak yapılabilmiştir. Tahran bu meydan okumayı bilerek göze almış, Türkiye ve Batı bu tırmanmanın savaşa dönüşmesi olasılığı ve bunun bölgede meydana getireceği zararı da hesaplamaları İran’a ödünlerin verilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle 14 Nisan İstanbul görüşmelerinde ABD ve müttefiklerin İran’dan ısrarla istedikleri uranyum zenginleştirme programını hemen durdurması gibi ağır taleplerden bir anda imtina edilmiştir. Bu arada Maliki yönetimi de kazanmıştır. Onların kazanımı ise bundan sonraki müzakerelerin 23 Mayıs’ta ve Bağdat’ta yapılmasını sağlamak olmuştur. Peki ya Türkiye’nin kaybı? Batı ile İran arasında nükleer konuda rol oynama arzusuna bir nokta koymanın zamanının gelip de geçiyor olmasını anlamak olmuştur. Açık seçik görülmüştür ki, bir orada bir burada görünmekle “vazgeçilmez ülke” olunamaz. İnşallah bu anlaşılmıştır. Ama şu gerçek herkes tarafından kabul görmüştür ki, İran elinin tersiyle Batılılara, artık Türkiye’yi devrede görmek istemediğini açıkça deklere etmiştir. Bu sanırım anlaşılmıştır, sevgili okurlar…
Bu konudaki gelişmeleri yakından takip eden İran Türkiye’ye karşı derhal bir refleks geliştirmiştir. Bu durum Başbakan Erdoğan’ın Tahran ziyaretinde teyit edilmiştir. Başbakan’ın ziyaretinde, Mahmud Ahmedinejad ve dini lider Ali Hamaney’le görüşmesi, iki ülke arasında “farklılık” yaşanan konularda yakınlaşmayı amaçlamasına karşın, ziyaret öncesinde ve sonrasında yaşananlar Tahran’ın tutumunun daha da keskinleştiğini ve Türkiye ile arasındaki mesafeyi açmaya başladığını doğrular mahiyette görülmüştür. Daha doğru bir deyişle ABD’den son tehdidin geleceğini en iyi ve en önce anlayan Mahmut Ahmedinecat, önce Erdoğan ile görüşmek istememiş, Erdoğan’ın ısrarı sonunda, görüşme ancak bir gün sonra gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede, ABD, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın marifetiyle İran’ı son kez tehdit etmiştir. Tehdidi iletenin de, tehdidi yapanın yanında olduğunu iyi değerlendiren İran, Türkiye’ye karşı sertleşmeye başlamıştır. İran’ın Türkiye’ye karşı sertleşmenin emareleri ise, bir başka şeyle teyit edilmeden aşağıdaki şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını randevu alabilmek için bir gün bekletilmesi, diplomasi dünyasında az görülen bir durum olarak tüm ilgili ülkeler tarafından not edilmiştir. İran bununla da yetinmemiş, üzerine basa basa Suriye’ye olan desteğinin artarak devam edeceğini Türk tarafına bildirmiştir. Ayrıca “Suriye Halkının Dostları” adı altında, Suriye’nin Düşmanlarının, İstanbul’da toplanmış olmasını ve buna Türkiye’nin ev sahipliği yapmasını sert bir dil ile eleştirmiştir. Türkiye’nin, ABD’nin talimatları doğrultusunda, İran’a petrol ambargosu uygulayacağını açıklaması, İran’ı da, Türkiye’ye karşı önlemler almaya yöneltmiştir.
İran’ın Suriye’ye yapılacak bir müdahalede, Suriye’nin yanında olacağını açıklaması, Suriye müdahalesi konusunda günümüz Savaş Bakanlığına istekli Başbakanın elinin bir anda soğumasına neden olmuştur.
Arkasından, İran ile kısaca P5+1 denilen beş Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve Almanya’nın nükleer enerji konusunda yapacakları görüşmelerin İstanbul’da yapılmayacağı, İran tarafından oldukça yadırgatıcı bir üslup ile ve de resmen açıklanınca Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler bir anda kopma noktasına gelmiştir. Bu durum kısa bir süre de olsa Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılmanın yaşanmasına neden olmuştur. Ayrıca Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin, Tahran’ın müzakerelerin Irak’ta yapılmasını istediğini söylemesi hem Maliki yönetiminin hem de Irak Kürt yönetiminin krizden fırsat yaratma ilintisini ortaya koymuştur.
Karşılıklı kılıçların çekildiği bir ortamda Türkiye ve egemen güçler ödünler vererek İran’ı İstanbul’a getirmeğe ancak ikna edebilmişlerdir İran Dışişleri Bakanlığı tarafından onaylanan ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından 13 Nisan’da İstanbul’da yapılması planlanan toplantı bir gün gecikmeyle ancak yapılabilmiştir. Tahran bu meydan okumayı bilerek göze almış, Türkiye ve Batı bu tırmanmanın savaşa dönüşmesi olasılığı ve bunun bölgede meydana getireceği zararı da hesaplamaları İran’a ödünlerin verilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle 14 Nisan İstanbul görüşmelerinde ABD ve müttefiklerin İran’dan ısrarla istedikleri uranyum zenginleştirme programını hemen durdurması gibi ağır taleplerden bir anda imtina edilmiştir. Bu arada Maliki yönetimi de kazanmıştır. Onların kazanımı ise bundan sonraki müzakerelerin 23 Mayıs’ta ve Bağdat’ta yapılmasını sağlamak olmuştur. Peki ya Türkiye’nin kaybı? Batı ile İran arasında nükleer konuda rol oynama arzusuna bir nokta koymanın zamanının gelip de geçiyor olmasını anlamak olmuştur. Açık seçik görülmüştür ki, bir orada bir burada görünmekle “vazgeçilmez ülke” olunamaz. İnşallah bu anlaşılmıştır. Ama şu gerçek herkes tarafından kabul görmüştür ki, İran elinin tersiyle Batılılara, artık Türkiye’yi devrede görmek istemediğini açıkça deklere etmiştir. Bu sanırım anlaşılmıştır, sevgili okurlar…
YeniMesaj / diğer yazıları
- Gaflette ısrar / 24.01.2015
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013