Öyle kavramlar vardır ki, en öldürücü silâhlardan daha tehlikelidirler. Ülkeleri yıkar ve parçalarlar. Gürcistan devrik başkanı Edvard Şveardnadze, bir kavramın değil, bir kelimenin bile bir ülkeyi yıkabileceğini söyler. Ona göre, SSCB bir tek kelime ile yıkıldı, o da 'prestroika' kelimesidir. Şveardnadze şöyle der: "Bir gece önce imparatorluk idik. Ertesi sabah uyandığımızda sırf bu prestroika yüzünden artık sadece bir devlet olmuştuk". Bu çeşit kavram ve kelimeler, özellikle Batılı istihbarat örgütleri tarafından psikolojik savaş unsuru olarak üretilir ve ihraç edilirler. Daha doğrusu, yerli işbirlikçiler eliyle işleme sokulurlar. Maalesef Türkiye, bu konuda gümrüksüzdür. Dışı süslü, içi zehir dolu, bu kavram ve kelimeleri, sorgusuz sualsız ithal eder ve kullanır. Son zamanlarda "devletsiz milletler" kavramı diye bir kavramın üretildiğine şahit oluyoruz. Avrupa Konseyi'nde bu kavram üzerine raporlar hazırlandı. Devletsiz milletler kavramı, azınlık yerine ikame edilecek, bölünmesi ve parçalanması amaçlanan ülkelerde servise sunulacaktır. Söz konusu kavramla, her azınlığın ayrı bir millet olduğu ve talep edterse ayrı bir devlet kurabileceği vurgulanmaktadır. Bu kavramı piyasaya sürenler, yani ABD ve AB, bundan etkilenmeyecek midir? Etkilenmemeyi düşünüyor ve plânlıyorlar. Çünkü onlar, azınlıklarını en insanlık dışı yöntemlerle asimile ettiler. Asimile olmayanları da cezalandırıyor ve sindiriyorlar. Müslüman ülkelere karşı ise, tam tersi bir politika izliyorlar. O ülkelerde azınlık türetmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Diyorlar ki: "Dünyada 10 bin azınlık, -uydurdukları kavramla söylersek- 10 bin devletsiz millet vardır. Bunlardan isteyenlerin devlet kurması gerekir". Bu söylenen gerçekleşirse dünya curcunaya döner. Sömürücülerin aradığı da herhalde budur. Aslında devletsiz milletler kavramı ile hedeflenen milletsiz devletlerdir, diğer bir deyişle, ulusüstü şirketlerin egemenliğidir.Esasen her azınlık, her ırk, ayrı bir millet değildir, olamaz da. Millet, aynı medeniyeti paylaşan ırklardan, insan topluluklarından oluşur. Tarihte en güçlü, en büyük devletleri, en çok ırklı milletlerin kurduğu bilinen bir gerçektir. Osmanlı Devleti, bunun örneğidir. 'Osmanlı' terimi, bir ırkı değil, devleti idare eden hanedanı ifade ediyordu. Osmanlı çok ırklı bir devletti. Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen göçler sebebiyle Anadolu da Osmanlı'nın küçük bir minyatürü haline gelmiştir. Onun için Attila İlhan, yapılması gerekeni şöyle özetler: "Muazzam Osmanlı kültürü ile Kemalist Türk Devrimi'ni birbirine bağlamak ve birbirinin devamı olarak görmektir". Böyle yapmazsak, Batılıların "milletsiz devletler" kavramı ülkemizde de zemin bulur, ayrılıklara ve çatışmalara yol açar. Çok ırklı devletler konusunda biraz da İbn Haldun'u dinleyelim. O, şöyle der: "Her devlet kavminin azlığı ve çokluğuyla mütenasip topraklara malik olur.... Kendisini koruyan uruğ (soy, sülâle) ve boyların sayısı çok olan devlet kudretli, bir devlet olup, onun memleketi ve yurdu o nispette büyük olur" (Mukaddime, c.l, s.414). İbn Haldun, devletin uzun ömürlü olmasını da çok ırkla orantılı görür. Der ki: "Devletin ömrünün uzun olması dahi devleti kuran kavmin sayısının çokluğu ve azlığına göredir" (A.g.e., s.416). "... Devletlerin ömürlerinin uzun ve kısa olması o devletleri koruyanların sayıları ve kudretleri nispetinde olmuştur" (A.g.e, s. 417). Tarihi gerçek işte budur. Böyle olmasına rağmen Batılılar, her dönemde ırkçılık yapmışlar ve ırkçılığı teşvik etmişlerdir. Bugün de 'devletsiz milletler' kavramı ile bunu tekrar gündeme getirmektedirler. Başkaları bu oyuna alet olabilir, ama Müslümanların asla olmaması gerekir. Said Halim Paşa'nın dediği gibi, "İslâm alemi büyük bir ailedir. Onu meydana getiren milletler, bu soylu ailenin çeşitli şubelerini teşkil ederler". Aile içerisinde azınlık aramak, ırk ayırımı yapmak abesle iştigaldir. Bu gerçeği, ırkçılığı 'devletsiz milletler' kavramına dönüştürerek, fitne çıkarmak için yaymaya çalışan sömürücülere ve yerli işbirlikçilerine, anlayacakları dille anlatmamız gerekmektedir.