Suç, suçlu, ceza ve
adalet münasebeti
İnsan hakkı demek, Allah'ın bahşettiği, insana faydalı ve ona ait olan ve doğuştan getirilen kıymetlerdir. Bu haklar Allahu Teâlâ'nın karşılıksız bahşettiği lütuflardır. Bu haklar, ne kimsenin tekelindedir, ne de bu hakları vermek yahut kısıtlamak kimsenin yetkisindedir. Bu hakları Allah verir, insanı mükellef tutar. Meselâ, inanmak, din ve vicdan hürriyeti , ibadet hürriyeti, iyiyi kötüyü tercih hürriyeti, mal, can, namus dokunulmazlığı...vs, hepsi Allah'ın lütuflarıdır. Hepsi de insana faydalı ve insanın iyiliği içindedir. Ubudiyet ferdin hakkıdır ve ona faydalıdır. Allah'a iman hem bir mükellefiyet, hem de hürriyettir. Hem insan için faydalıdır. Buna göre insanın hayat hakkı, mülkiyet hakkı, aile kurma hakkı, inanma ve ibadet hakkı, düşünme ve fikrini söyleme hakkı vardır. Bunlar insan için faydalıdır, insanın kurtuluşuna vesilelerdir. Bunların her biri İslâm'da zahiri ve batıni müeyyide ve prensiplerle ve de ahlâkî ve vicdânî kurallarla teminat altına alınmıştır.
Bu hakları ancak kâmil mü'min koruyabilir ve devamını sağlayabilir. Şu gerçek bir kez daha teyit edilmelidir ki, Veda Hutbesi'nde haklar, hürriyetler, vazifeler ve mükellefiyetlerle beraber zikredilmiştir. Bunlar, birbirinin mütemmimi olup vasıflı insanın yetki ve mükellefiyetini, hak ve vazife hudutlarını tesbit etmektedir.
Veda Hutbesi, bu husustaki ölçü ve incelikleri de ortaya koymaktadır. Hak kavramını ve ölçüsünü Cenab-ı Hak ortaya koymuştur. Bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Ey insanlar! Cenab-ı Hak, hak sahibine hakkını Kur'an'da vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur."
Gerçek hürriyet
Vedâ Hutbesinin muhtevasında geçen ve İslam'da geniş mahiyet kazanan 'hürriyet' kavramı üzerinde de duralım: Hürriyet, kamil anlamda ifadesini Allah'a kullukta bulur. Zira, esasen hürriyet, kayıtlardan kurtulmaktır. Allah'a kul olmayan insan, başta nefsine kulluk yapmaktadır. Asıl esaret de, nefsine kul olmak zorunda kalmaktır. Zira, insan acizdir; mükemmele dayanmak ister. Mutlak kuvvet ve kudret sahibi ise Allah'tır. Allah'a dayanan ve güvenen, en büyük güce ve hareket serbestliğine kavuşmuş demektir. Dolayısıyla en büyük hürriyet, Allah'a kullukla gerçekleşir. O halde denilebilir ki, hürriyetin en kâmil şekli, en kuvvetli tezâhürü; kulun Allah'a tevekkülüdür, herşeyi ile Hakka'a yönelmesi, teslim olmasıdır.
Hürriyet, Allah'a kulluk yâni ubûdiyet şartları içinde mütâlaa edilirse isabet edilmiş olunur. Zira insanoğlu, gayesiz, başıboş bırakılmış bir varlık değildir. Dolayısıyla yaratılış sırrını özünde taşımayan hürriyet, insan ölçüsüzlüğe vepervasızlığa iter ki bu bir çıkmaz sokaktır.
adalet münasebeti
İnsan hakkı demek, Allah'ın bahşettiği, insana faydalı ve ona ait olan ve doğuştan getirilen kıymetlerdir. Bu haklar Allahu Teâlâ'nın karşılıksız bahşettiği lütuflardır. Bu haklar, ne kimsenin tekelindedir, ne de bu hakları vermek yahut kısıtlamak kimsenin yetkisindedir. Bu hakları Allah verir, insanı mükellef tutar. Meselâ, inanmak, din ve vicdan hürriyeti , ibadet hürriyeti, iyiyi kötüyü tercih hürriyeti, mal, can, namus dokunulmazlığı...vs, hepsi Allah'ın lütuflarıdır. Hepsi de insana faydalı ve insanın iyiliği içindedir. Ubudiyet ferdin hakkıdır ve ona faydalıdır. Allah'a iman hem bir mükellefiyet, hem de hürriyettir. Hem insan için faydalıdır. Buna göre insanın hayat hakkı, mülkiyet hakkı, aile kurma hakkı, inanma ve ibadet hakkı, düşünme ve fikrini söyleme hakkı vardır. Bunlar insan için faydalıdır, insanın kurtuluşuna vesilelerdir. Bunların her biri İslâm'da zahiri ve batıni müeyyide ve prensiplerle ve de ahlâkî ve vicdânî kurallarla teminat altına alınmıştır.
Bu hakları ancak kâmil mü'min koruyabilir ve devamını sağlayabilir. Şu gerçek bir kez daha teyit edilmelidir ki, Veda Hutbesi'nde haklar, hürriyetler, vazifeler ve mükellefiyetlerle beraber zikredilmiştir. Bunlar, birbirinin mütemmimi olup vasıflı insanın yetki ve mükellefiyetini, hak ve vazife hudutlarını tesbit etmektedir.
Veda Hutbesi, bu husustaki ölçü ve incelikleri de ortaya koymaktadır. Hak kavramını ve ölçüsünü Cenab-ı Hak ortaya koymuştur. Bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Ey insanlar! Cenab-ı Hak, hak sahibine hakkını Kur'an'da vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur."
Gerçek hürriyet
Vedâ Hutbesinin muhtevasında geçen ve İslam'da geniş mahiyet kazanan 'hürriyet' kavramı üzerinde de duralım: Hürriyet, kamil anlamda ifadesini Allah'a kullukta bulur. Zira, esasen hürriyet, kayıtlardan kurtulmaktır. Allah'a kul olmayan insan, başta nefsine kulluk yapmaktadır. Asıl esaret de, nefsine kul olmak zorunda kalmaktır. Zira, insan acizdir; mükemmele dayanmak ister. Mutlak kuvvet ve kudret sahibi ise Allah'tır. Allah'a dayanan ve güvenen, en büyük güce ve hareket serbestliğine kavuşmuş demektir. Dolayısıyla en büyük hürriyet, Allah'a kullukla gerçekleşir. O halde denilebilir ki, hürriyetin en kâmil şekli, en kuvvetli tezâhürü; kulun Allah'a tevekkülüdür, herşeyi ile Hakka'a yönelmesi, teslim olmasıdır.
Hürriyet, Allah'a kulluk yâni ubûdiyet şartları içinde mütâlaa edilirse isabet edilmiş olunur. Zira insanoğlu, gayesiz, başıboş bırakılmış bir varlık değildir. Dolayısıyla yaratılış sırrını özünde taşımayan hürriyet, insan ölçüsüzlüğe vepervasızlığa iter ki bu bir çıkmaz sokaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.