Sermaye piyasaları, uzun vadeli fon arz edenlerle talep edenlerin buluştuğu piyasalar olması hasebiyle bizim gibi finansman-kaynak (!) sorunu yaşayan ülkeler adına önemli bir kapıdır. Bu kapıdan yerli yatırımcı kadar yabancı yatırımcı da yararlanmaktadır. Finansın küreselleşmesi ile birlikte yerli–yabancı–kamu ayrımı da ne kadar sağlıklı, tartışılır. Yani bir bakıyorsunuz, yerli diye bildiğimiz firmaların önemli bir kısmı başkalarına ait. Bu başka bir yazı konusu.
Malumunuz geçen hafta Türkiye, 2020'nin son çeyreğinde %5.9 büyüme açıklayarak, önemli bir başarıya imza attı. Buna ek olarak farklı uluslararası kurumlar, Ülkemizin ekonomik büyüme tahminlerini yukarıya revize ediyorlar. Hatta OECD, Türkiye için 2021 ekonomik büyüme tahminini, %2.9'dan %5.9'a güncelledi.
Borsa endeksimiz de fena değil. Ancak bu olumlu ekonomik verilere rağmen, yabancı yatırımcı finansal piyasalardan, özellikle de hisse senedi piyasasından ciddi anlamda uzaklaştı. Yabancı payı %50'ler civarına geriledi. Bu bir çelişki gibi. Bu yabancı yatırımcı çıkışının nedenini birçok faktöre bağlamak mümkün.
ABD tahvillerinin zirve yapan getirisi, hala yüksek (300'lerin üzerinde) olarak algılanan CDS primimiz ve kısmen düşük (çok da hak etmediğimiz) kredi notumuz en önemli faktörler olarak görülmekle birlikte bence daha farklı faktörler de var.
Özellikle yabancı yatırımcıların, politika değişikliğini sevmemesi, öngörülebilirlik sorunları ve ekonomik reformların gecikmesi bana sanki daha önemli gerekçeler gibi geliyor. Üstüne üstlük piyasanın önemli aktörlerinin-kurumlarının üst yönetiminin, şu veya bu gerekçe ile sık değişmesi veya istifası da başka bir gerekçe olabilir.
Şimdi gelelim bence daha da önemli olan konuya. Piyasaları veya firmaları, yabancı yatırımcıya bu kadar bağımlı kılmak, ne kadar doğru? Veya daha da ileri giderek şunu sorayım: Yabancı yatırımcı olmadan olmaz mı? Bu sorulara cevap verirken olaya hangi pencereden baktığınız önemli. Eğer olaya klasik kapitalist mantıkla bakarsanız, "onlar olmadan olmaz" demeniz normaldir.
Birilerinin, "emperyalist ülkeler olmadan olmaz" demesi gibi bir şey. Veya "onların desteğini almadan, bir yere gelinmez" demeleri gibi. Şunu söylemeliyim, piyasayı bunlara aşırı duyarlı-bağımlı hale getirdikten sonra, birdenbire radikal kararlar alıp, etkilerini azaltmaya çalışmak çok kolay bir olay değil.
Ancak olaya, onların (yabancı yatırımcıların) varlığını inkar etmeyip, piyasayı etkileme-belirlemelerinin önüne geçebilecek bir pencereden bakmak, bana sanki daha tutarlı geliyor. Bunun için takdir edersiniz, devletin, daha da güçlü ve belirleyici olarak piyasada etkin olması gerekir.
Bana göre, bu bağımlılığı azaltmak adına, devletin ve firmaların finansman-kaynak ihtiyaçlarını, kendi-milli yer altı-üstü kaynaklarımızdan karşılamak, ilk atılacak adımlardan birisi olabilir. Millileşme hamlelerini bazı alanlarda (aklıma ilk gelen savunma, enerji ve iletişim alanlarında) yapıyoruz.
İkinci olarak, finansal piyasaları veya paradan para kazanmayı cazip kılmak yerine, reel (mal ve hizmet üretimi) faaliyetlerden para kazanmayı teşvik etmek gerekir. Merhum Prof. Dr. Haydar Baş'ta bunu çoktan görmüş olacak ki, Milli Ekonomi Modeli'nde bu iki çözümü çok iyi analiz etmiş. Bir atasözü ile bağlayalım: "Elin atına binen tez iner."
- Bari burada yapmayın!! / 09.08.2021
- Keşke dokunmasaydım! / 24.07.2021
- Rusya yaptı da ya biz? / 02.07.2021
- Birisi işsizlik mi dedi? / 15.06.2021
- Korkmalı mıyız? / 17.05.2021
- Pandemi turnusolu / 05.05.2021
- Sanal vurgun / 27.04.2021
- Olması gerekendi / 20.04.2021
- Yeni başkanın ilk sınavı / 12.04.2021