Yazı Dizisi: Ali Rıza Bayzan Amerika İslam Dünyasından ne istiyor' (7) ve Amerika, düşmansız yaşayamaz!
Amerika İslam Dünyasından ne istiyor? (7) ve Amerika, düşmansız yaşayamaz!
Amerika düşmansız yaşayamaz. Graham Fuller'in dediği gibi "Batı'nın -özellikle ABD'nin-kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri arenada ortaya koyduğu simgesel ve reel güç, ürkütücü ve müdahaleci bir nitelik taşıyor. Batı'nın dünyadaki varlığı, neredeyse tanım gereği, bir tür karşılık (düşman) yaratmaya mahkum bulunuyor."
Bunun için de Amerika "kızıl korkunun" yerine yapay olarak "İslamcı fundamentalizm fobisi" yaratmaya çalışmaktadır.
11 Eylül süreciyle Batı, "İslamcı fundamentalizm fobisi" yerine yine yapay olarak kitlelere "İslam terörü paranoyası"nı aşılamaktadır. Bunu da İslam'ı "terörizm", Müslümanları da "terörist" kavramlarıyla özdeşleştirmek yoluyla gerçekleştirmektedir. Bunun için Amerikan emperyalizmi durmadıkça Ortadoğu'da silahlar susmayacaktır.Ama artık sağduyulu insanlar Amerika'nın gestapo şefi gibi dünyada terör estirdiğini seslendirmeye başladı.11 Eylül süreciyle Batı, "İslamcı fundamentalizm fobisi" yerine yine yapay olarak kitlelere "İslam terörü paranoyası"nı aşılamaktadır. Bunu da İslam'ı "terörizm", Müslümanları da "terörist" kavramlarıyla özdeşleştirmek yoluyla gerçekleştirmektedir. Batı'nın çıkarlarını zedelemesi muhtemel tüm oluşumlar, terörizm olarak yaftalanmaktadır Batı tarafından. Bütün bu söylemlerin temelinde aslında Batı'nın "İslam tehdidi" altında olduğu iddiası yatar. Halbuki Fred Halliday'ın da dikkat çektiği gibi "İslam tehdidi iddiası" aslında bir "efsane'den/söylence'den" ibarettir.
Amerika medeniyetler savaşını başlattı
Yahudi asıllı Amerikalı stratejist S. Huntington'un "Medeniyetler Çatışması mı?" başlıklı tezine göre(1) medeniyetlerin alamet-i farikası dindir ve medeniyetler arası fay hattı da din üzerine kuruludur. Bu açıdan Amerikan merkezli Batı hegemonyasına en büyük meydan okumanın dinden geldiğini söylememiz gerekir. Pekala hangi din?
ABD savaş üzerine kurulu ekonomisi, emperyalist dış politikası, tüketim çılgınlığına dayalı yaşam biçimi ile "Büyük Ağa-Bey" konumundadır. Avrupa Birliği de biraderi olarak ABD'nin "Büyük Ağa-Bey"liğini paylaşmaktadır.
Ama dikkat çekicidir ki gezegenimizin kaynakları Amerikan tarzı tüketime dayalı bir yaşam biçimini (adına medeniyet denilebilirse) taşıyacak kadar genç ve zengin değildir. Buna göre ancak ve ancak barışı, hakça paylaşımı, dayanışmayı, iktisatlı bir yaşam biçimini öngören din, Amerikan uygarlığına meydan okuyabilir.
Yahudilik ve Hıristiyanlık, zaten küresel sistemin temelini oluşturması bakımından ve söz konusu özelliklere sahip olmaması açısından hemen eleyebiliriz. Taoizm, Hinduizm ve Budizm ise aşırı mistik karakteri taşımaları nedeniyle kitlelere ulaşma şansına sahip değildir. Şintoizm, çoktan Japon kapitalizmi ile kimyasal bir dönüşüm yaşamıştır. Konfüçyanizm, metafizik boyut taşımadığı için insanlığa bir umut sunması söz konusu olamaz.
İslam, barışı, huzuru, hakça paylaşımı ve dayanışmayı öngörür, ihtiraslara ve israfa dayalı tüketim kültürüne karşı ihtiyaçların karşılanmasına dayalı iktisatlı bir tüketimi öngörür. Görüldüğü üzere küreselleşme karşısında tek seçenek ve yegane dayanak olarak İslam kalmaktadır. Amerika'nın 11 Eylül süreci ile İslam'ı terörizm ile özdeşleştirme çabası da buradan kaynaklanmaktadır. Açıkçası Amerika'nın asıl hedefi İslam ülkeleri değil bizzat İslam'ın kendisidir. Zaten Prof. Dr. Bernard Lewis de The Atlantic Monthly Dergisi'nde 1990 Eylül'ünde yayımlanan "The Roots of Muslim Rage/Müslüman Öfkesinin Kökleri" başlıklı uzun makalesinde(2) işlediği tez de, İslâm'ın sadece Hıristiyanlık'la değil, Hıristiyanlık Dünyası (Christendom) da denilebilecek bütün bir Batı ile kavgalı olduğudur. 11 Eylül süreci, bize göre Lewis'in "Medeniyetler Çatışması" tezinin bir kanıtı değil uygulamasıdır. Lewis'in tezlerinin Amerikan dış politikasında ağırlıklı bir rolünün olduğunu belirtmeye gerek yok sanırız.
Fundamentalizm ve
terör paranoyası
İslam'ı terörizm ile özdeşleştirme çabasının aslında ikinci bir sebebi daha vardır. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte ABD'nin yeni bir düşmana ihtiyacı doğmuştur. İslam ülkelerinin Batı için bir tehdit olmadığını bizzat Batılı stratejistler ifade etmektedir. Bu nedenle ABD'nin doğrudan İslam ülkelerini düşman göstermesi gerçekçi/inandırıcı olmayacaktı. ABD bunun için İslam ülkelerindeki Yeni Dünya Düzenine boyun eğmek istemeyen oluşumları, "İslamcı fundamentalizm" adı altında hedef göstermektedir. Ezcümle S. Sayyid'in deyişiyle Batı "kızıl korkunun" yerine yapay olarak "İslamcı fundamentalizm fobisi" yaratmaya çalışmaktadır.(3)
Psikiyatrik bir kavram olarak "fobi" gerçekçi olmayan, mantıksız korkuları ifade eden bir davranış bozukluğudur. İlginçtir, hasta, korkusunun anlamsız ve saçma olduğunu bilmesine rağmen fobilerinden kolay kolay kurtulamaz. Ancak daha tehlikeli olan hiç kuşkusuz "paranoya"dır. Kontrol edilemeyen fobilerin paranoyaya dönüşmesi pekala mümkündür. Ve nitekim 11 Eylül süreciyle Batı, "İslamcı fundamentalizm fobisi" yerine yine yapay olarak kitlelere "İslam terörü paranoyası"nı aşılamaktadır. Bunu da İslam'ı "terörizm", Müslümanları da "terörist" kavramlarıyla özdeşleştirmek yoluyla gerçekleştirmektedir.
Batı'nın çıkarlarını zedelemesi muhtemel tüm oluşumlar, terörizm olarak yaftalanmaktadır Batı tarafından. Bütün bu söylemlerin temelinde aslında Batı'nın "İslam tehdidi" altında olduğu iddiası yatar. Halbuki Fred Halliday'ın da dikkat çektiği gibi "İslam tehdidi iddiası" aslında bir "efsane'den/söylence'den" ibarettir.(4)
Batılıların fundemantalizm kavramını tercih etmesi de rastlantısal değil elbette. Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Ö. Faruk Abdullah'ın da dikkat çektiği gibi fundamentalizm, hoşgörüsüz, bencil, ırkçı, irrasyonel, saldırgan, çağdışı, fanatik, dogmatik, siyasal açıdan tehlikeli, doğal olmayan gibi anlamlar da içermektedir.(5) Ö. Faruk Abdullah bir yana Mark Juergensmeyer gibi Batılı kimi araştırmacılar bile fundamentalizm kavramını, açıklayıcı olmaktan çok aşağılayıcı ve haksız bir kavram olarak görmektedir.(6)
Batı, fundamentalizmi ve terörizmi yalnızca İslam hakkında bir yafta olarak kullanırken Hıristiyan ve Yahudi ve Hindu kökenli fundamentalizmi ve terörizmi(7) özellikle gözlerden uzak tutmaktadır.
Ellerinde dünya kamuoyunu ikna edebilecekleri bir kanıt olmadığı halde 11 Eylül'ün sorumluluğunu geçmişinde CIA bağlantısı da olan Usame bin Ladin'i göstererek Müslümanlar üzerine yıkmaktadır. Bu sayede terörizme yönelik nefretin İslam'a da yönelmesi sağlamaktadırlar.
Ortaçağ'dan bugüne Batı'nın İslam'a bakışı değişmedi
Dün Müslümanlık, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan sapma "şeytani bir hareket" olarak görülürken bugün de modern uygarlığa direnen "barbar bir hareket" olarak sunulmaktadır. Muhammed ismi bozularak meydana getirilen İngilizce'deki "Mahound" kelimesinden de anlaşılacağı gibi Batılılar bizzat Hz Muhammed'e şeytan olarak tanımlıyorlar.(8) Çağımızda Hıristiyan ilahiyatçılar arasında İslam'ın haşa şeytanın dini ve Deccal'in asrımızdaki tehlikeli tezahürü olarak görme eğilimi devam etmektedir.(9)
Ünlü oryantalist W. M. Watt'ın da belirttiği gibi(10) bu çarpıtılmış imaj Batılıların kafasında henüz değişmemiştir. Fred R. Von Der Mehden'in "Amerikalıların İslam'ı Algılayışları"(11)nı okuduğumuzda ise İslam ve Müslümanlar hakkındaki çarpık imajın değişmesini beklemenin ve değiştirmeni hayal olduğu sonucu çıkmaktadır. Yetişkin Batılıların zihnindeki çarpık imajı değiştirmek gerçekten çok zordur. Çünkü bu çarpık imaj, kültürün yanı sıra Din dersi kitaplarından da beslenmektedir.(12)
Bu nedenle Batı oryantalizmi İslam'ı, Boston Northen Üniversitesi profesörlerinden Gordon E. Pruett'in de belirttiği gibi "modern çağa fanatik hatta intiharvari bir tepkilerin kaynağı"(13) olarak görür.
Demek ki Ortaçağ'dan bu yana değişen pek bir şey olmamış.
Amerika'nın hedefi İslam
Baba George Bush döneminde başkan yardımcısı olan Dan Quayle ile aynı dönemde NATO'nun genel sekreterliğini yapan Belçikalı Willy Claes, farklı ortamlarda, komünizmin çöküşünden sonra Batı için 'en ciddi tehdidi' İslâm'ın oluşturduğunu söylemişlerdi.(14)
29 Eylül 1994'te Seville'deki NATO savunma bakanları toplantısında Fransız savunma bakanı François Leotard, NATO'nun kendisini "İslamcı fundamentalizmden gelen tehdidi caydırmaya yönelmesi gerektiğini" ileri sürmüştü.(15) Hepsinde önce, İngiltere'nin liberal başbakanı Margaret Thatcher, İskoçya'da 7-8 Haziran 1990'da toplanan NATO Zirvesi'nde, "yeni düşman İslâm dünyası" demişti.
Amerika düşmansız yaşayamaz
Amerikan Dışişleri Bakanlığında 20 yıl boyunca çalışmış, bu dönemde üç yılını İstanbul'da bulunmuş ve CIA'de Ortadoğu ile ilgili uzun vadeli öngörüler bölümünde ulusal istihbarat görevlisi olarak çalışmış RAND'ın(16) üst düzey siyaset bilimcilerinden Graham E. Fuller bu durumu şöyle teşhis etmektedir: "Gerçekte Soğuk Savaş biteli beri, dünyada bir sonraki ideolojik mücadelenin İslam ile Batı arasında olacağı konusunda spekülasyona girişmek moda haline gelmiş bulunuyor. Bu spekülasyonun temelinde ise, ille de Batılı ülkelere meydan okuyacak yeni bir 'izm'in ortaya çıkması gerektiği inancı yatıyor. Bu önerme tümüyle temelsiz de değil: Batı'nın -özellikle ABD'nin-kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri arenada ortaya koyduğu simgesel ve reel güç, ürkütücü ve müdahaleci bir nitelik taşıyor. Batı'nın dünyadaki varlığı, neredeyse tanım gereği, bir tür karşılık (düşman) yaratmaya mahkum bulunuyor."(17)