Dünya Bankası'nın verilerine göre 2003 yılında dünyada 1.39 milyar insan, günlük 2 doların altında bir ücretle çalışmaktadır; bu rakam çalışan kesimin yüzde 49.7'sine denk gelmektedir. alkınmakta olan ülkelerde bu oran yüzde 58.7 seviyesindedir.
Çalışan kesimin, bu derece inanılmaz düşük bir ücret almak zorunda olduğu ekonomide işçi haklarının varlığından bahsetmek bir hayaldir.
Sefalet çekenlerin sayısı artmaktadırKaldı ki durum, her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Her geçen gün doların dünyada azalan satın alma gücünü de hesaba katıldığında, tablonun vahameti, daha da artacaktır. 60 yıl önce 1 dolar ile nerede ise 1 gram altın alınırken; bu gün 20 dolar ile almak zorundasınız. Öte yandan gelişmiş kabul edilen ülkelerde işsizlik oranları, nerede ise yüzde 10 düzeyindedir. Yarı zamanlı çalışma oranı, yani belli bir mekanda mesai saatleri içerisinde değil de, günün belli zamanlarında veya bazen de belli bir mekana bağlı olmadan yapılan işin, toplam işgücü içerisindeki oranı, son on yılda oldukça yükselmiştir.
İstihdam problemi artmaktadırİşsizlik rakamlarına, yarı zamanlı istihdamı eklediğimizde; çok yüksek oranlarda bir istihdam problemi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Yarı zamanlı istihdamın, aslında gerçek işsizlik rakamlarını gizlediği düşünüldüğünde, dünyada ciddi bir işsizlik olduğu görülecektir. ABD de 2000 ve 2004 yıllar arasında sanayide çalışan insan sayısında 3 milyona yakın bir azalma olmuştur. 14.5 milyon insana düşen sanayi istihdamı yüzde 17.5 daralmıştır. Hizmet sektörü ile bunu sübvanse etmeye çalışan ABD, ancak 2.1 milyon kişiye hizmet sektöründe istihdam oluşturabilmiştir.
Hizmet sektörü kurtarıcı rolü oynamaktadırGelişmiş ülkelerde başta sanayi olmak üzere ortaya çıkan yüksek oranlı işsizlik, yukarıda açıkladığımız bu oranlardan çok daha yüksek olacak iken; bu ülkeler, özellikle kamu harcamaları ile hizmet sektöründe istihdam oluşturarak işsizliği azaltma yoluna gitmişlerdir. Halihazırda toplam istihdamın 2002 yılı itibarı yüksek gelir düzeyindeki ülkelerde yüzde 71'i, hizmet sektöründe bulunmaktadır. Artık bu sektörün, daha fazla oransal olarak istihdam yükünü taşıması mümkün olmadığı gibi; gelişmiş ülkeler, bütçelerindeki kamu harcamalarında ciddi oranda kısıntıya gitmek zorundadırlar.SOSYAL DEVLET - MİLLİ DEVLET / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
SOSYAL DEVLET - MİLLİ DEVLET İÇİN NE DEDİLERDr. Birol Şensoy / KKTCMilli Devlet dışındaki tezler sınıfta kaldıMilli Devleti, diğer sistemlerle kıyaslanmayacak kadar farklı bir noktaya taşıyan, tezin gayesine ve merkezine "insanın konulması"dır. "İnsanı tanıma" gerçeğiyle sağlanacak bir devlet anlayışı, Milli Devlet modeli ile hayata geçirilmektedir. Yaşanamayan hak, insan hakkı değildir. Hakların yaşanmadığı bir toplumda gerçek manada özgürlüklerden bahsetmek mümkün değildir. Özellikle sosyal ve iktisadi haklar, bu çerçeveden ele alındığında Sosyal Devlet/Milli Devlet dışındaki bütün tezlerin, gerek teorik, gerekse uygulamada sınıfta kaldıkları görülmektedir. Müslüman Türk tarihindeki devlet anlayışı, şu öz cümle üzerine oturur: "insanı yaşat ki devlet yaşasın." Yani insana sahip olduğu hakları yaşatan devletler, hayatlarını devam ettirebilirler. Gerek kapitalist, gerekse Marksist anlayışlar, sınıflar arasında sürekli bir kavganın varlığına dikkat çekmektedirler. Bu zihniyetlerin hakim olduğu toplumlarda, bireyler arasında ve milletler arasında kavga bir hayat tarzı olarak ortaya çıkmaktadır.
Çalışan kesimin, bu derece inanılmaz düşük bir ücret almak zorunda olduğu ekonomide işçi haklarının varlığından bahsetmek bir hayaldir.
Sefalet çekenlerin sayısı artmaktadırKaldı ki durum, her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Her geçen gün doların dünyada azalan satın alma gücünü de hesaba katıldığında, tablonun vahameti, daha da artacaktır. 60 yıl önce 1 dolar ile nerede ise 1 gram altın alınırken; bu gün 20 dolar ile almak zorundasınız. Öte yandan gelişmiş kabul edilen ülkelerde işsizlik oranları, nerede ise yüzde 10 düzeyindedir. Yarı zamanlı çalışma oranı, yani belli bir mekanda mesai saatleri içerisinde değil de, günün belli zamanlarında veya bazen de belli bir mekana bağlı olmadan yapılan işin, toplam işgücü içerisindeki oranı, son on yılda oldukça yükselmiştir.
İstihdam problemi artmaktadırİşsizlik rakamlarına, yarı zamanlı istihdamı eklediğimizde; çok yüksek oranlarda bir istihdam problemi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Yarı zamanlı istihdamın, aslında gerçek işsizlik rakamlarını gizlediği düşünüldüğünde, dünyada ciddi bir işsizlik olduğu görülecektir. ABD de 2000 ve 2004 yıllar arasında sanayide çalışan insan sayısında 3 milyona yakın bir azalma olmuştur. 14.5 milyon insana düşen sanayi istihdamı yüzde 17.5 daralmıştır. Hizmet sektörü ile bunu sübvanse etmeye çalışan ABD, ancak 2.1 milyon kişiye hizmet sektöründe istihdam oluşturabilmiştir.
Hizmet sektörü kurtarıcı rolü oynamaktadırGelişmiş ülkelerde başta sanayi olmak üzere ortaya çıkan yüksek oranlı işsizlik, yukarıda açıkladığımız bu oranlardan çok daha yüksek olacak iken; bu ülkeler, özellikle kamu harcamaları ile hizmet sektöründe istihdam oluşturarak işsizliği azaltma yoluna gitmişlerdir. Halihazırda toplam istihdamın 2002 yılı itibarı yüksek gelir düzeyindeki ülkelerde yüzde 71'i, hizmet sektöründe bulunmaktadır. Artık bu sektörün, daha fazla oransal olarak istihdam yükünü taşıması mümkün olmadığı gibi; gelişmiş ülkeler, bütçelerindeki kamu harcamalarında ciddi oranda kısıntıya gitmek zorundadırlar.SOSYAL DEVLET - MİLLİ DEVLET / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
SOSYAL DEVLET - MİLLİ DEVLET İÇİN NE DEDİLERDr. Birol Şensoy / KKTCMilli Devlet dışındaki tezler sınıfta kaldıMilli Devleti, diğer sistemlerle kıyaslanmayacak kadar farklı bir noktaya taşıyan, tezin gayesine ve merkezine "insanın konulması"dır. "İnsanı tanıma" gerçeğiyle sağlanacak bir devlet anlayışı, Milli Devlet modeli ile hayata geçirilmektedir. Yaşanamayan hak, insan hakkı değildir. Hakların yaşanmadığı bir toplumda gerçek manada özgürlüklerden bahsetmek mümkün değildir. Özellikle sosyal ve iktisadi haklar, bu çerçeveden ele alındığında Sosyal Devlet/Milli Devlet dışındaki bütün tezlerin, gerek teorik, gerekse uygulamada sınıfta kaldıkları görülmektedir. Müslüman Türk tarihindeki devlet anlayışı, şu öz cümle üzerine oturur: "insanı yaşat ki devlet yaşasın." Yani insana sahip olduğu hakları yaşatan devletler, hayatlarını devam ettirebilirler. Gerek kapitalist, gerekse Marksist anlayışlar, sınıflar arasında sürekli bir kavganın varlığına dikkat çekmektedirler. Bu zihniyetlerin hakim olduğu toplumlarda, bireyler arasında ve milletler arasında kavga bir hayat tarzı olarak ortaya çıkmaktadır.