Yıllardır AB hayali ile yaşayan hem de halkını bu yolda feda eden iktidarlar akıntıya kürek çekmekten hiçbir şekilde vazgeçmek niyetinde olmamışlardır. Hatta iktidar olmalarının nedeni olarak da AB yolundaki gayretlerinin olduğuna inanmışlardır. Karşılarında daima AB hayranı partiler gurubunun muhalefet olması, iktidarı bu yolda halkımıza karşı daima güçlü hale getirmiştir. Son birkaç dönemi düşündüğümüzde, hükümetler alabildikleri borçların miktarı ile değerlendirilmişlerdir. Bir konuşmasında Tayyip bey "bizden önceki hükümetler otuz günlük krediler alırken biz otuz yıllık alabiliyoruz" diye övünmüştür. Baştakilerin bu zafiyeti yani borç için tefecinin eline bakması ise Batıyı cesaretlendirmiş ve hayali dahi yüzsüzlük, arsızlık, hayasızlık olan isteklerini arka arkaya mevcut iktidarlara kabul ettirmişlerdir. Son olaylar AB'nin bir hayal olduğunun yüzlerce kanıtından sonuncusudur. Hala bunu görememek ise gafletin de ötesindedir. Son gurup toplantısında Tayip Erdoğan beyin İbn-i Sina'nın "Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir" sözünü kullanması çok enteresandır. Bunu AKP'nin kendilerince olumlu (aslında hatalarla dolu) icraatlarını bazı çevrelerin görmek istemediğini anlatmak için kullandılar. Yerden göğe doğru bir söz. Peki sormazlar mı? Neden hala AB aşkı? Göre, göre olacak işmi? Ne yazık ki hakikatler acıdır. Muhalefet olması gerekenler dahi AKP'nin yanlışlarını kendilerine dokunmadığı sürece görmezliğe geldiler. Hakikatler tarihin hiçbir devrinde Türk halkından bu kadar gizlenemedi işte bu AKP'nin dıştan yönetilen medyanın sağladığı en büyük başarısıdır. Acaba hakiki kör olan AKP'nin kendince doğru gördüğü icraatlarını görmezliğe gelenler mi, yoksa vatan, millet, hak, adalet uğruna her şeyi ile ortaya atılan zaman zaman muhalefete ve iktidarlara yol göstermeye çabalayan BTP yi iktidarı, muhalefeti ile görmezliğe gelenler mi? Aslında İbn-i Sina'nın sözü bir anahtardır. Bununla kapıları açmak gereklidir. Bu yalanclı dünyada yaşayanları sınıflandırırsak, idare edenler ve edilenler olarak iki büyük gurupta toplayabiliriz. İdare edenleri siyasiler ve bürokratlar olarak tekrar iki guruba ayırabiliriz. Bürokratlar devletin temel unsurlarıdırlar. Aslında devleti onlar evirir çevirirler yani idare ederler. Siyasiler gelir, giderler. Zannederler ki idareci onlardır. Bürokratlara danışmadıkları konular genellikle fiyasko ile sonuçlanmaktadır. Bunun nedenleri çok yönlü faktörlere dayalıdır. Şimdilik konumuzun dışındadır. Bürokrasisi sağlam olan devlet uzun ömürlü olacak aksi halde ne yaparsanız yapınız devlet elden gidecektir. Bürokratların ne olduğunu biliyoruz, siyasiler ise malum. Sanki çoğunun mesleği temizlik işçiliği. Ellerinde para süpürgesinin hortumu dolaşıyorlar? Bizim ayakta kalmamızda en önemli unsur sağlam bir ordumuzun olmasıdır. Bu desteğimiz her geçen gün AB tarafından, ABD tarafından zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Bürokrasi ve siyasetin düzenleyicileri olması gereken AYDIN sınıfının elden çıkması yani AYDINLIK haline dönüşmesi devletin en azından bağımsızlığını kaybetmesi ve bir süre sonra yok olması demektir. Daha öncede tek tük aydınımız kaldığını genellikle aydınlık(dışarıdan yönetilen aydın) hale geldiklerini yazmıştım. Devamı yarın
Prof. Dr. Ata Selçuk / diğer yazıları
- Yanlıştan, yanlışla kurtuluş olmaz / 12.09.2021
- Bir hayal peşinde -2- / 18.02.2021
- Bir hayal peşinde -1- / 17.02.2021
- Aşının özü / 22.12.2020
- Temelsiz demokrasi / 22.10.2020
- Demokrasi çamuru / 25.09.2020
- Tecelli / 27.03.2020
- Kaynayan kazan / 06.01.2018
- Hedef yalanı / 31.12.2017
- Vatanım sen yaşa / 27.12.2017
- Bir hayal peşinde -2- / 18.02.2021
- Bir hayal peşinde -1- / 17.02.2021
- Aşının özü / 22.12.2020
- Temelsiz demokrasi / 22.10.2020
- Demokrasi çamuru / 25.09.2020
- Tecelli / 27.03.2020
- Kaynayan kazan / 06.01.2018
- Hedef yalanı / 31.12.2017
- Vatanım sen yaşa / 27.12.2017