Aziz dostum,
Satırlarıma başlamadan önce evvela selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Dostum nasılsın iyi misin? Sağlığın sıhhatin yerinde mi? İnşallah iyisindir, iyi olmanı Cenab-ı Allah'tan niyaz ederim. Sen de bizleri soracak olursan bizler Allah'a çok şükür iyiyiz. Yaramaz bir havadis var mı? Havalar nasıl oralarda? Buralarda kış kendini iyiden iyiye göstermeye başladı.
Çocukluğumuz ve gençliğimiz hep beraber geçti. Ne güzel yıllardı onlar. Üniversiteden sonra biraz uzaklaştık birbirimizden. Evlendikten sonra hepten uzaklaştık. Üç bin kilometre bir mesafe oluştu aramızda. Ama mektuplaşmayı hiç bırakmadık şükürler olsun.
Benim halim daha bir acıklı oldu tabi. Sen ülkemizin güzide bir kamu kurumunun başındayken ben burada doğup büyüyen Almancı eşimin memlekete uyum sağlayamaması ve tahsilimi yurt dışında ilerletme arzumdan dolayı geldim gurbet ellere.
Evet, ben de burada bir kamu kuruluşundayım ama keşke Almanya'da değil de ekmeğini yediğim suyunu içtiğim ülkemde olabilseydim. Her neyse çok konuştuk bunları biliyorsun. Başlarda bana hep, gel o zaman bilader diyordun hatırlıyor musun? Ne çok istedim temelli memleketime dönmeyi ama her defasında bir engel çıktı.
Anlattım mı bilmiyorum dostum geçen yıl tatile geldiğimizde az daha dayak yiyorduk. Evet evet zor kurtulduk yani. Ankara'da mütevazı bir dairem var biliyorsun site içerisinde. İzne gittiğimizin ertesinde sular kesildi, marketten su taşıdık eve her türlü ihtiyacımız için. Peşinden elektrikler gitti, elektriği beklerken telefonların şarjı bitti. Türkiye'nin başkentinde elektriksiz, susuz ve internetsiz kaldık. Dışarı çıktım komşulara soruyorum, herkeste koro halinde tek cevap; "Gelir gelir..." Tamam da kardeşim yaz günü niye hepsi kesildi yok mu bir bilen? En tuhafı insanların bu kadar tepkisiz oluşu, hayret.
Dedim bizimkilere; "hazırlanın kasabaya gidiyoruz." Yola çıktık ama Keçiören'de yollar savaş alanı gibi her yeri kazmışlar, ya toz ya çamur ortalık. Arabada cebin şarjını doldurmaya çalışırken telefonum çaldı. Alelacele konuşarak yolda olduğumu ve konuşamayacağımı söyledim. Önümdeki araba aniden durdu ve içerisinden 4 kişi süratle bize doğru gelmeye başladı. Çocuklar tedirgin oldular ben ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. "Ne el kol hareketi yapıyorsun arkadan, sıkıntın ne" dedi en öndeki maganda kılıklı. Dedim, "yahu telefondan arandım ve aceleyle konuşamayacağımı söyledim, sizinle ne ilgisi var!"
Dostum ne olmuş bu insanlara böyle Allah aşkına? Elektrik yok. Sular kesik. Telefon internet bağlantısı gitmiş. Yollar çakır-çukur. İnsanlar bunlara en ufak tepki göstermiyor da, benim kendi vasıtamda istem dışı yaptığım el hareketim rahatsız ediyor?
Bu durumu Berlin'e döndüğümde anlattım gurbetçi arkadaşlara. Meğer ben ucuz atlatmışım. Sopayla silahla mukabelede bulunulmuş, bir sürü acı hikaye...
Almancıları niye sevmiyorlar, niçin ve nereden oluştu bu gurbetçi düşmanlığı. Yollarda yabancı plakalı arabalarla yaptığımız yolculuk gerçekten işkence.
Neyse dostum, sonra buradan daha önce sözleştiğimiz gibi anekdotlar aktaracağım insaallah. Ama bu mektupta bu kadarla iktifa edelim.
Sevgili dostum, satırlarıma son verirken tekrar selam eder büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim. Yenge hanıma hürmetlerimi bildirirsin.
Kalın sağlıcakla.
Kestane kebap acele cevap...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Bülent Yıldırım / diğer yazıları
- 2018’e elveda 2019’a merhaba / 30.12.2018
- NSU cinayetleri / 27.12.2018
- Almanlar / 22.12.2018
- Stockholm sendromu / 18.12.2018
- Almanya mektubu / 05.12.2018
- Güle güle gadanalım / 26.11.2018
- NSU cinayetleri / 27.12.2018
- Almanlar / 22.12.2018
- Stockholm sendromu / 18.12.2018
- Almanya mektubu / 05.12.2018
- Güle güle gadanalım / 26.11.2018