İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok devlet gibi dış politikamızı ABD’ye bağladık. Milli çıkarlarımızı değil, ABD’nin çıkarlarını gözettik. Öyle ki, ABD için Kore’de savaşa bile katıldık. Aradan yıllar geçti, şartlar değişti, yeni devletler ve ittifaklar kuruldu. Buna rağmen iktidara gelen partilerimiz, dış politikada ABD’ye bağlılığı aynen sürdürdü, sürdürüyor. Bu politikanın sonucu, ilkesizlik, temelsizlik, ölçüsüzlük ve tutarsızlık olarak ortaya çıkıyor. Ülkemiz, rüzgârın önündeki yaprak gibi savruluyor, çelişkiden çelişkiye düşüyor. Milli çıkarlarımız korunamıyor, heba ediliyor. Dış politikada başarının ölçüsü, milli çıkarları korumak şöyle dursun, arttırmak olduğu unutulmuş.
Çelişkilerin en büyüğü de İsrail ile olan münasebetlerimizde yaşanıyor. Bilindiği gibi Türkiye, İsrail’in bağımsızlığını ilk tanıyan Müslüman ülkedir. Bağımsızlığını tanıdığı günden itibaren Türkiye, İsrail ile münasebetlerini sürekli geliştirmiştir. Geliştirmiştir ama sürekli de münasebetlerini gizleme gereği duymuştur. İsrail’in kurucusu David Ben Gurion, bundan dolayı şöyle demiştir: “Türkiye bize metres gibi davranıyor. Hâlbuki evlendik, evliliğimizi bir türlü açıklayamıyor.”
Türkiye, İsrail ile münasebetlerini ne kadar gizlese ve açıklayamasa bile, şu gerçek biliniyordu: ABD ile dost ve müttefik olan Türkiye, İsrail’e düşman olamazdı. Çünkü ABD ile İsrail’in ayrılığı, gayriliği yok, ikisi de Yahudiler tarafından kurulmuş devletlerdir. Dahası, temelde ikisi de din devletidir ve akideleri aynıdır. Bir başka deyişle, her iki millet de dini kaynak olarak Eski Ahit’i kabul etmektedir. O bakımdan ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesinin ve İsrail’i desteklemesinin birinci ve en önemli nedeni dini inançtır. ABD, her politikasında kâr-zarar hesabı yapar. Sıra İsrail’e gelince iş değişir, haklı-haksız İsrail’in yanında yer alır.
İsrail, ABD’ye düşmanca davransa bile, ABD öyle davranamaz. Bu sözümüzü teyit eden bir örnek verelim: “1967’de İsrail, Arap komşularına saldırdı. Bir ABD casus gemisi olan ve Akdeniz’de bulunan USS Liberty’yi İsrailliler kendi emellerine engel olabilir ihtimaline karşı bombaladılar. 34 Amerikan mürettebatını öldürdüler ve 171’ini yaraladılar” (Bkz. Grace Hallsell, Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak, s. 109).
Buna karşılık ABD ne yaptı?
Hiçbir şey.
O zaman, “Beyaz Saray’da Başkan Johnson bulunuyordu ve bunu İsrail’in yaptığını bildiği halde İsrail’i eleştirmedi, yine İsrail’le işbirliğini sürdürdü” (a.g.e., s.110).
ABD’nin böyle davranmasının nedeni dini inançtır. Jerry Falwel, bu inancı şöyle ifade ediyor: “Teolojik açıdan her Hıristiyan, İsrail’i desteklemek zorundadır. Şayet İsrail’i koruyamazsak, Tanrı nezdinde itibarımızı kaybederiz.” (a.g.e., s.114).
ABD’nin inancı bu olduğu içindir ki, ABD ile dost olanın, İsrail’e düşmanlığı boş lâftan öteye geçmez. Türkiye ve Arap ülkelerinin düşmanlığı, işte böyle bir düşmanlıktır. ABD’nin bir dediğini iki etmeyeceksin, öte yandan İsrail’e esip gürleyeceksin. Bunun neresinde samimiyet var? İsrail, bu samimiyetsizliği bildiği için gürültüye pabuç bırakmıyor, katliamlarını sürdürüyor. Şu kısacık tarihine bakınız, katliamlarla dolu değil mi?
1982 yılında Lübnan’ı işgal ettiğinde 17 bin 500 kişiyi, Sabra Şatilla katliamında 1700 kişiyi katletti.
İsrail, bu katliamlardan vazgeçer mi?
Arkasında ABD olduğu sürece, asla vazgeçmez.
Peki, ABD, bu katliamları destekliyor mu?
ABD’li Larry Kudlwa’ın şu sözüne bakınız ve ona göre hükmü veriniz: “İsrail ordusu, Filistinlileri ve Lübnanlıları katlederek Tanrı’nın işini görüyor.”
ABD ve İsrail ile münasebet kurarken bu inancı ve şu tarihi gerçeği unutmamak gerekir: Osmanlı parçalanmasaydı İsrail kurulamazdı, bugün de Türkiye parçalanmadan ‘Büyük İsrail’ kurulamaz.
Onun içindir ki, ABD ve İsrail’in ortak hedefi Türkiye’yi parçalamaktır. Dış politikamızı, yalnız bu gerçeğe göre yürütsek, o bile bizi birçok çelişkiden ve yanlıştan kurtarır.
Çelişkilerin en büyüğü de İsrail ile olan münasebetlerimizde yaşanıyor. Bilindiği gibi Türkiye, İsrail’in bağımsızlığını ilk tanıyan Müslüman ülkedir. Bağımsızlığını tanıdığı günden itibaren Türkiye, İsrail ile münasebetlerini sürekli geliştirmiştir. Geliştirmiştir ama sürekli de münasebetlerini gizleme gereği duymuştur. İsrail’in kurucusu David Ben Gurion, bundan dolayı şöyle demiştir: “Türkiye bize metres gibi davranıyor. Hâlbuki evlendik, evliliğimizi bir türlü açıklayamıyor.”
Türkiye, İsrail ile münasebetlerini ne kadar gizlese ve açıklayamasa bile, şu gerçek biliniyordu: ABD ile dost ve müttefik olan Türkiye, İsrail’e düşman olamazdı. Çünkü ABD ile İsrail’in ayrılığı, gayriliği yok, ikisi de Yahudiler tarafından kurulmuş devletlerdir. Dahası, temelde ikisi de din devletidir ve akideleri aynıdır. Bir başka deyişle, her iki millet de dini kaynak olarak Eski Ahit’i kabul etmektedir. O bakımdan ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesinin ve İsrail’i desteklemesinin birinci ve en önemli nedeni dini inançtır. ABD, her politikasında kâr-zarar hesabı yapar. Sıra İsrail’e gelince iş değişir, haklı-haksız İsrail’in yanında yer alır.
İsrail, ABD’ye düşmanca davransa bile, ABD öyle davranamaz. Bu sözümüzü teyit eden bir örnek verelim: “1967’de İsrail, Arap komşularına saldırdı. Bir ABD casus gemisi olan ve Akdeniz’de bulunan USS Liberty’yi İsrailliler kendi emellerine engel olabilir ihtimaline karşı bombaladılar. 34 Amerikan mürettebatını öldürdüler ve 171’ini yaraladılar” (Bkz. Grace Hallsell, Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak, s. 109).
Buna karşılık ABD ne yaptı?
Hiçbir şey.
O zaman, “Beyaz Saray’da Başkan Johnson bulunuyordu ve bunu İsrail’in yaptığını bildiği halde İsrail’i eleştirmedi, yine İsrail’le işbirliğini sürdürdü” (a.g.e., s.110).
ABD’nin böyle davranmasının nedeni dini inançtır. Jerry Falwel, bu inancı şöyle ifade ediyor: “Teolojik açıdan her Hıristiyan, İsrail’i desteklemek zorundadır. Şayet İsrail’i koruyamazsak, Tanrı nezdinde itibarımızı kaybederiz.” (a.g.e., s.114).
ABD’nin inancı bu olduğu içindir ki, ABD ile dost olanın, İsrail’e düşmanlığı boş lâftan öteye geçmez. Türkiye ve Arap ülkelerinin düşmanlığı, işte böyle bir düşmanlıktır. ABD’nin bir dediğini iki etmeyeceksin, öte yandan İsrail’e esip gürleyeceksin. Bunun neresinde samimiyet var? İsrail, bu samimiyetsizliği bildiği için gürültüye pabuç bırakmıyor, katliamlarını sürdürüyor. Şu kısacık tarihine bakınız, katliamlarla dolu değil mi?
1982 yılında Lübnan’ı işgal ettiğinde 17 bin 500 kişiyi, Sabra Şatilla katliamında 1700 kişiyi katletti.
İsrail, bu katliamlardan vazgeçer mi?
Arkasında ABD olduğu sürece, asla vazgeçmez.
Peki, ABD, bu katliamları destekliyor mu?
ABD’li Larry Kudlwa’ın şu sözüne bakınız ve ona göre hükmü veriniz: “İsrail ordusu, Filistinlileri ve Lübnanlıları katlederek Tanrı’nın işini görüyor.”
ABD ve İsrail ile münasebet kurarken bu inancı ve şu tarihi gerçeği unutmamak gerekir: Osmanlı parçalanmasaydı İsrail kurulamazdı, bugün de Türkiye parçalanmadan ‘Büyük İsrail’ kurulamaz.
Onun içindir ki, ABD ve İsrail’in ortak hedefi Türkiye’yi parçalamaktır. Dış politikamızı, yalnız bu gerçeğe göre yürütsek, o bile bizi birçok çelişkiden ve yanlıştan kurtarır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018