Fatıma LEYLA
Bana yüceyi anlat. Ta sabahlara kadar nasıl senin oldular? Neler konuştun ve paylaştın onunla? Korkutmadı mı rengi? Yıldızları çok severdin. Hani ayın nerde şimdi? Bana dolunayı anlat, onun ışığıyla yazmıştın son şiirini. Hecesiz konuşmaları vardır gece sessizliğinin. Kimseye söylemediklerini duydu gece. Neler anlattın kimbilir, bana da anlat.
Bana güneşi avuçlarında nasıl tutabildiğini anlat. Yüreğin yanmadı mı? Yoksa yanmanın ötesi var da sen oralara mı gittin? Neresidir o ülke, beni de götür. Ama önce anlat! Nasıl her defasında, yandığın halde küle değil de güle döndüğünü. Yanık kokmayıp nasıl en güzel itriyattan koktuğunu.
Bana dünya ağlarken nasıl gülümseyebildiğini anlat. Hangi pamuk eller gülesin diye okşadı saçlarını, hangi diller mutluluğun için söyledi şarkını? Yoksa sen herkes gibi itilip kakılırken mi, hala daha tebessüm ediyordun? Yoksa sen, ağıtlar yakılırken de mi yaşama sevincinle ayakta durabilmeyi başarabiliyordun. Biz yıkılmışız, bize ayakta kalabilmeyi anlat. Anlat, nerdendir kaynağı sana gülen suyun? Anlat, nerden geliyor bu kuvvetin, bu gücün?
Bana ölümlü şu dünyada ölümsüz olmayı anlat. "Ahiretini dünya hayatında satın alanlar var" derdin. Nasıldır bu, kimlerdir bunlar? Bana onları anlat. Ölümsüz olmak için dünya tarlasında neler ekmeliyim? Rûz-u mahşerde bana hayır ve şer bitirecek tohumları birer birer anlat ne olur! Bilmiyorm... Herkes dünya tarlasında zevk ü sefayı öğretti bana. Uzanıverdin mi o tarlaya, uyursun sabah akşam. Kimse kimseye sormaz, böyle ne yapmadasın diye. İşte böyle bir yerdeyim ben. O ilk tanışmamızda, sen sormuştun bana "ne yapmadasın" diye... Ama söyledim ya ben hiçbir şeyi bilmiyorum. Sen bana tohumları göster, çürüğünü sağlamını öğret. Nasıl olsa bu tarla benim, yeter ki öğreneyim, son nefesime kadar çalışırım.
Bana sendeki güzelliği anlat. Renklerin, kamera ışıklarının değil, ruhunun güzelliği var ya... Nasıl eriştin o saflığa. Her taraftan ayrı bir rüzgar eser üzerime doğru, her dilden bir ses gelir, rüzgar dile gelir. Bu güzelliği elde etmek bir yana, tüm bu esintilere rağmen nasıl muhafaza edebildiğini anlat bana. Bilirim ki sen sağlam bir dala tutunmuşsun, suyunu o dal ile kökünden alıyorsun. Biz kurumuş yaprak gibiyiz, sonbaharda savruluyoruz. Ah! İşte o dalı anlat bana. Nasıl ulaşabilirim? Aklımı çelen tüm sorulardan, tüm sinsi oyunlardan kurtulup nasıl daima senin gibi saf, temiz kalabilirim? Biliyorum, böyle olabilmek için güçlü olmam gerek, mücadele gerek. Ama benim suyum yok, bana da senin gibi dal gerek. Bana o dalı anlat!
Bana insanların içinde olan koca yalnızlıktan kurtulmayı anlat. Aslında ondan da mühim olan kendi kendime olan yalnızlığım. Nasıl içimdekiyle barışık olabilirim. Bu yabancılaşmadan nasıl kurtulabilirim? Kendimi tanıyamıyorum, kendimi anlayamıyorum. İçimde beni kendine oyuncak eylemiş azılı bir düşman var. Ondan kurtulamıyorum. Bana, ilk dünyaya geldiğim andaki çocuk saflığıma kavuşmayı, her bataklığa battığımda bulandığı o kirli çamurlarla büyüyen, devleşen düşmadan kurtulmayı anlat! Ruhumla dost olmayı, nefsime savaş açmayı öğret bana. Nasıl olur bu, kılıcı nedir?
Anlat dost, sayılı nefeslerin nasıl farketmeden tükendiğini. Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bilemediğim doğru; "Hastalanmadan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, yaşlanmadan önce gençliğin, ölmeden önce hayatın kıymetini biliniz" (Hadis-i Şerif).
İşte bana bunları anlat. Sana söylüyorum, çünkü nicesi ninniler anlattı bana, masallarla uyuttu beni. Seni gördüm, seni tanıdım, o yüzden sana yalvarıyorum. Görüyorsun ki sorularım çok. Üstelik sadece ben değilim bu sorularla boğuşan, ben dile getiren oldum ey dost.
Cevabını bekliyorum.
Bana yüceyi anlat. Ta sabahlara kadar nasıl senin oldular? Neler konuştun ve paylaştın onunla? Korkutmadı mı rengi? Yıldızları çok severdin. Hani ayın nerde şimdi? Bana dolunayı anlat, onun ışığıyla yazmıştın son şiirini. Hecesiz konuşmaları vardır gece sessizliğinin. Kimseye söylemediklerini duydu gece. Neler anlattın kimbilir, bana da anlat.
Bana güneşi avuçlarında nasıl tutabildiğini anlat. Yüreğin yanmadı mı? Yoksa yanmanın ötesi var da sen oralara mı gittin? Neresidir o ülke, beni de götür. Ama önce anlat! Nasıl her defasında, yandığın halde küle değil de güle döndüğünü. Yanık kokmayıp nasıl en güzel itriyattan koktuğunu.
Bana dünya ağlarken nasıl gülümseyebildiğini anlat. Hangi pamuk eller gülesin diye okşadı saçlarını, hangi diller mutluluğun için söyledi şarkını? Yoksa sen herkes gibi itilip kakılırken mi, hala daha tebessüm ediyordun? Yoksa sen, ağıtlar yakılırken de mi yaşama sevincinle ayakta durabilmeyi başarabiliyordun. Biz yıkılmışız, bize ayakta kalabilmeyi anlat. Anlat, nerdendir kaynağı sana gülen suyun? Anlat, nerden geliyor bu kuvvetin, bu gücün?
Bana ölümlü şu dünyada ölümsüz olmayı anlat. "Ahiretini dünya hayatında satın alanlar var" derdin. Nasıldır bu, kimlerdir bunlar? Bana onları anlat. Ölümsüz olmak için dünya tarlasında neler ekmeliyim? Rûz-u mahşerde bana hayır ve şer bitirecek tohumları birer birer anlat ne olur! Bilmiyorm... Herkes dünya tarlasında zevk ü sefayı öğretti bana. Uzanıverdin mi o tarlaya, uyursun sabah akşam. Kimse kimseye sormaz, böyle ne yapmadasın diye. İşte böyle bir yerdeyim ben. O ilk tanışmamızda, sen sormuştun bana "ne yapmadasın" diye... Ama söyledim ya ben hiçbir şeyi bilmiyorum. Sen bana tohumları göster, çürüğünü sağlamını öğret. Nasıl olsa bu tarla benim, yeter ki öğreneyim, son nefesime kadar çalışırım.
Bana sendeki güzelliği anlat. Renklerin, kamera ışıklarının değil, ruhunun güzelliği var ya... Nasıl eriştin o saflığa. Her taraftan ayrı bir rüzgar eser üzerime doğru, her dilden bir ses gelir, rüzgar dile gelir. Bu güzelliği elde etmek bir yana, tüm bu esintilere rağmen nasıl muhafaza edebildiğini anlat bana. Bilirim ki sen sağlam bir dala tutunmuşsun, suyunu o dal ile kökünden alıyorsun. Biz kurumuş yaprak gibiyiz, sonbaharda savruluyoruz. Ah! İşte o dalı anlat bana. Nasıl ulaşabilirim? Aklımı çelen tüm sorulardan, tüm sinsi oyunlardan kurtulup nasıl daima senin gibi saf, temiz kalabilirim? Biliyorum, böyle olabilmek için güçlü olmam gerek, mücadele gerek. Ama benim suyum yok, bana da senin gibi dal gerek. Bana o dalı anlat!
Bana insanların içinde olan koca yalnızlıktan kurtulmayı anlat. Aslında ondan da mühim olan kendi kendime olan yalnızlığım. Nasıl içimdekiyle barışık olabilirim. Bu yabancılaşmadan nasıl kurtulabilirim? Kendimi tanıyamıyorum, kendimi anlayamıyorum. İçimde beni kendine oyuncak eylemiş azılı bir düşman var. Ondan kurtulamıyorum. Bana, ilk dünyaya geldiğim andaki çocuk saflığıma kavuşmayı, her bataklığa battığımda bulandığı o kirli çamurlarla büyüyen, devleşen düşmadan kurtulmayı anlat! Ruhumla dost olmayı, nefsime savaş açmayı öğret bana. Nasıl olur bu, kılıcı nedir?
Anlat dost, sayılı nefeslerin nasıl farketmeden tükendiğini. Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bilemediğim doğru; "Hastalanmadan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, yaşlanmadan önce gençliğin, ölmeden önce hayatın kıymetini biliniz" (Hadis-i Şerif).
İşte bana bunları anlat. Sana söylüyorum, çünkü nicesi ninniler anlattı bana, masallarla uyuttu beni. Seni gördüm, seni tanıdım, o yüzden sana yalvarıyorum. Görüyorsun ki sorularım çok. Üstelik sadece ben değilim bu sorularla boğuşan, ben dile getiren oldum ey dost.
Cevabını bekliyorum.