BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş: Ortadoğu'da hedef sadece Irak, Suriye, İran değildir. Bu coğrafyanın tamamıdır. Bu coğrafyada baş ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milletidir. İşte bu baş, Batı menfaatlerine karşı çıbanbaşı olarak görülmekte ve mutlaka devreden çıkartılması öngörülmektedir.
-Ortadoğu Türk coğrafyasıdır
Ortadoğu, aslında, kabul etseniz de etmeseniz de bir Türk coğrafyasıdır. Türk coğrafyası olarak burayı görmediğiniz müddetçe yarın Ortadoğu'yu Türk coğrafyası görmeyenler, Anadolu'yu da Türk coğrafyası görmeyeceklerdir. Bugün siz Ortadoğu'yu, gerçekten Türk şehri Musul, Kerkük'ü, halkı Türk olan bu coğrafyayı eğer bizim meselemiz olarak görmezseniz, yarın, Anadolu'da cereyan edecek olan hadiselerin hiç birine de sahip çıkamayacaksınız. Önlem almanız mümkün olamayacaktır. O bakımdan Ortadoğu'nun arka planına bakarak hadiseleri çok iyi tahlil etmemiz lazımdır.
-Kerkük neden önemli?
Neden Kerkük bizim için çok mühimdir? Şimdi o irade geldi, bizim güney tarafımızda yerini aldı. Yerini aldı ama "değil mi ki bunlar Türk'tür. Bir çıbanbaşıdır. Bunu aşmamız lazım" diyorlar. Onun için o bölgeyi taksimata tâbi tutarken mevcut olan bir etnik gücü dörde taksim ettiler. Bir sülalesini İran'da, bir başka boyunu Türkiye'de, bir başka boyunu Suriye'de, bir başka boyunu da Irak'ta tuttular. Bugün de "Ben burada istediklerime vasıl olabilmek için bunu Truva atı olarak kullanmam lazım" diyor. Şimdi o Truva atını hazırlıyor. Kalktı ona "Kerkük sana aittir" dedi. Halbuki orası 2. Abdülhamit'in tapulu arazisidir. Artı, oranın halkı Müslüman Türk'tür. Muhterem Hocam, son günlerde dış politika ile ilgili sıcak gelişmeler yaşanıyor. Özellikle güney sınırımızda, Kerkük'te yaşanan bir sıcak süreç var. Irak'ta yapılan seçimlere bağlı olarak Kürtlerin oraya nüfus taşıma olayı var. Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'in Türkiye ziyareti ve bu ziyaret sırasında yaptığı açıklamalar var. Irak'ta yaşanan süreci, Kerkük'ün bir Türk şehri olmasına rağmen bugün geldiği noktayı, Amerikalıların birinin gidip birinin gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş- Esasen Türkiye'nin güneyindeki meselelerin halledilmesi için arka planına bakarak hastalığın iyi teşhis edilmesi lazım. Bu hastalığın teşhisini yapmadan yapacağınız bütün tedaviler zaman içerisinde akamete mahkûm kalacaktır. Şu ana kadar esasen Özal da dahil Güneydoğu ve Ortadoğu politikamız hakikaten Türk milletinin kimliğine yakışan bir politika olmamasından dolayı hadiseler gittikçe gelişmiş ve neticede belki de önüne geçilemeyecek boyutlara varma noktasına gelmiştir.
Ortadoğu bir Türk
coğrafyasıdır
Hülasa edersek Ortadoğu'da vuku bulan hadiselere nokta hareket olarak bakmak çok yanlıştır. Neden diyeceksiniz? Ortadoğu, aslında, kabul etseniz de etmeseniz de bir Türk coğrafyasıdır. Türk coğrafyası olarak burayı görmediğiniz müddetçe yarın Ortadoğu'yu Türk coğrafyası görmeyenler, Anadolu'yu da Türk coğrafyası görmeyeceklerdir. Bugün siz Ortadoğu'yu, gerçekten Türk şehri Musul, Kerkük'ü, halkı Türk olan bu coğrafyayı eğer bizim meselemiz olarak görmezseniz, yarın, Anadolu'da cereyan edecek olan hadiselerin hiç birine de sahip çıkamayacaksınız. Önlem almanız mümkün olamayacaktır. O bakımdan Ortadoğu'nun arka planına bakarak hadiseleri çok iyi tahlil etmemiz lazımdır.
Hicaz'da İngiliz oyunu
Hicaz bölgesinin uzantısıdır Musul ve Kerkük. Hicaz bölgesi Osmanlı İmparatorluğunun tasarrufundaydı. Motorun icadından sonra petrol yataklarının varlığı münasebetiyle Ortadoğu, bilhassa İngilizlerin ilgi alanına giriyor. Ve de 1800'lü yıllarda başlayan ajanlık faaliyetleri ile Ortadoğu insanını, yani Müslüman Arap kardeşlerimizi Müslüman Türk dünyasına karşı kışkırtıyorlar. İngilizlerin hesabı sadece Hicaz bölgesi olmayıp Anadolu topraklarıdır. Mesela herkes araştırır, bakar, İttihat ve Terakki'nin ne olduğunu kimse çözemez. Görünüşte milliyetçi bir söylemle ortaya çıkan İttihat ve Terakki'nin aslında kuruluşunun arka planındaki irade yine İngilizlerdir, Mason localarıdır. Yani Ortadoğu'yu kendi haline bırakmayanlar Anadolu'yu da, İstanbul'u da kendi haline bırakmadılar. Kendi düşüncelerini, Türk milletine kabul ettirebilmek için her bölgede organik teşkilatlar vücuda getirdiler. Bu teşkilatların vazifesi her ne kadar o bölgenin insanının problemini çözme tarzında da görünüyorsa aslında o değildir. Aslında, onları devreye koyan iradenin sözcülüğünü yapmak, onların isteklerini, çıkarlarını o günün coğrafyasında yaşayan insanlara kabul ettirmekti. Mesela Hicaz bölgesinde bu bir asır cereyan etti. Dediler ki, "Halife Hz. Peygamber'in sülalesinden olması lazım." Hakikaten bu görüşü savunan mezhep imamları da var. "Kaldı ki Türkler Peygamber'in sülalesinden olmadığı gibi Arap bile değil. Siz nasıl olur da bunların arkasından gidersiniz. Bunlara biat edersiniz" dediler. Dinî bir mesele ile yola çıkanlar aslında Osmanlı'nın çöküşünün, Türk milletinin parçalanmasının temellerini atıyorlar. Burada taşeron olarak uzaktaki insanı bulmuyor. Koyu dindar geçineni buluyor. O toprağın has evladını, belki de sülalesi taa Peygamber'e dayanan adamları buluyorlar. Ajan olarak onu kullanıyorlar. Çünkü yabancı gelse onun sözü etkili olmaz. Öyle insan olması lazım ki o coğrafyanın insanı onu dinlesin. Kim adına dinlesin? İslam adına dinlesin, İslam adına onu sevsin. Mesela şu andaki Ürdün kralının dedesi Hüseyin bin Ali. Aslında bunlar seyyiddirler. Yani soyları taa Hz. Fahr-i Âlem Efendimize dayanır. İşte onun bu niteliğinden istifade ile Hüseyin bin Ali'yi o topraklarda devreye koyuyorlar. Hüseyin bin Ali'nin konuşması ile Selim'in konuşması bir değildir. Hüseyin bin Ali'ye hem bir siyasi otorite, hem bir Peygamber nesli olarak bakılıyor. Hem dinî, hem millî açıdan etkinliği var.
n Aynı zamanda da hicaz emîri.
Prof. Dr. Haydar Baş- Evet! Osmanlı da bu sıfatlarından dolayı onu orada Hicaz Emîri olarak tayin etmiş, senelerce de Osmanlı'yı atlatmış bir adam. Burada demek istediğimiz şu: İngilizlerin kararı önce Osmanlı'dan o toprakları almak. O günün şartlarında Hüseyin bin Ali'ye, Abdülvehhab'a düşen vazife ne? Bu vazifeler o günün şartlarında, o günün toplumunun insanlarına kabul ettirildi. Şimdi bunların dâvâsı her ne kadar sözde İslam olarak görülüyorsa da arka planında İngilizlerin emellerini hem siyaset sahnesine hem de dinî hayata taşımak var. Herkes Vehhabiliğe baktığı zaman "Canım ne olacak? O da dört mezhep gibi bir mezheptir" dedi. Aslında Vehhabiliğin kurucusu olan insanlarla da bizim bir problemimiz yok. Yani Abdülvehhab'ın öyle bir oyuna gelmesi var ki belki de şu anda, öldükten sonra ancak gerçekleri kavramak mümkün olmuş. Yahudi asıllı bir kadınla adamı evlendirmişler. Akşamdan Abdülvehhab'la kalıyor, ajan Humpher'in, İngilizlerin düşüncesini ona empoze ediyor, sabahleyin Humpher devreye girerek yarım kalan meseleler konusunda onu ikna ediyor. Biz de "Şu mezhep şöyle bir mezheptir. Kaynağı Sünnet ve Kur'an olan bir mezheptir" diyoruz. Dikkat ederseniz o mezhebin hayata geçmesinden sonra o insanların toprakla bağlarının kesilmesi için ne kadar eser, asâr-ı antika var, hepsini yerle bir etmişlerdir. Buradaki maksat insanların gönlünden toprakla alakayı kesmektir. Bir zaman gelir işgal edilirse "Canım ne olacak? Bir zamanlar filancınındı, şimdi bunlar geldi" demek içindi bu. Nasıl bir zamanlar Dinlerarası Diyalogla hazırlanan insanlar gelecek işgal kuvvetlerine karşı direnmesin tezi ne ise o zaman da bu olmuştur.
n Aynı tür bir vazifeyi ifa etmek için öyle mi?
Prof. Dr. Haydar Baş- Aynı vazifeyi dün onlar yaptılar, bugün de bunlar yapıyorlar. "Hocam! Öyle dindar adam ki sen iftira ediyorsun." Zaten bir başkasını seçse kimse ona itibar etmez. Öyle insanları devreye koyuyor ki adam bakıyor, "dindarlıksa, dürüstlükse bunda; namus ise, şeref ise bunda", "Allah! Allah! Senin dediğin de söz mü?" diyor.
Saddam kullanıldı ve atıldı
Irak'ta da aynı hadiseler yaşanmıştır. Birinci aşamada Osmanlı oradan çıkartıldı. Kendilerine göre o topraklar temizlendi. Artık İngilizler istediklerini hayata geçirebilmek için planını, programını devreye koyarken 2. Dünya Savaşı çıktı. Dünyanın tasarrufu bir anda Amerikalıların eline geçti. İngilizler bu mânâda Amerikalıların selefi oluyor. Onların verdikleri projelerle bu programlar devam ediyor. Bakınız, bir zamanlar Türkiye'de Arap-İslam âleminden öyle eserler tercüme furyası başladı ki şaşırırsınız. Bizim Ehl-i Sünnet diye kabul ettiğimiz inancın uzağında eserlerdi bunlar. Ehl-i Sünnet demek Peygamber Efendimiz'in (sav) mübarek hayatlarını, kendi aile efradı ile birlikte yaşama tarzının adıdır. Ehl-i Beyt'tir, Ehl-i Sünnet. Sünnet ehli demektir. Sünnet ne demektir? Peygamber'in İslam'ı yaşayışıdır. Yani canlı Kur'an oluşudur. Onu en yakın gören de kimdir? Hanımıdır, çocuklarıdır, torunudur. Ehl-i Sünnet dediğimiz şey budur. "Bu Ehl-i Sünnet anlayışının zafiyete uğraması lazım ki, ona bir yorum getirmemiz gerekiyor ki biz istediklerimizi Ehl-i Sünnet adına veya din adına hayata geçirebilelim" dediler. Kısaca bu gelişmelerin özüne bu şekilde bakarak olaylara baktığımız zaman görüyoruz ki selef İngilizlerin halifesi olarak Amerikalılar o bölgeye giriyor. O bölgeden tamamen Osmanlı'yı tecrit ettikten sonra bu oluyor. Bu, birinci aşamadır. İkinci aşama işgal aşamasıdır. Dün orada birlikte olduğu insanların eline silah verdi, Osmanlı'yı, Türk milletini arkadan vurdurdu. Şimdi sıra onun temizlenmesine geldi. Onu temizlerken de orasını sadece kendi başına bırakmadı. Kalktı oraya tam bir çıbanbaşı olacak nitelikte bir devlet kurdurdu. Yani İsrail sıradan kurulmuş bir devlet değildir. Onların oradaki varisi, onların istek ve arzularını kâmil mânâda icra eden bir kuvvettir, siyasi bir iradedir. Şimdi bu iki gücün koydukları güce tehdit kimdir? Suriye'dir; Suriye'nin ortadan kalkması lazım. Irak'tır; onun ortadan kalkması lazım. Saddam da onların adamıydı. Bir ihtilalle işin başına geçti. Sonra baktı ve "Neticede ben Arabım. Burada Amerikanın menfaatlerine hizmet ediyoruz. Ama bu adamlar da neyin nesi" demeye, İsraillilere hesap sormaya başlayınca İsrail,"Sen kim oluyorsun? Buranın asıl varisi benim" dedi. Bir de baktık ki Saddam postalandı. Onunla birlikte adeta Irak halkından intikam alındı. "Sizden öncekiler Osmanlıyı arkadan vurdu. Bize hiç hatır etmezsiniz" dercesine o gün onlarla müttefik olan güç geldi, bugün onları arkadan vurdu. Sadece arkadan mı vurdu? Affedersiniz, 50 bin kadının namusuna tecavüz edildi. Yüz binlerin hayatına mal olundu. Yaşlılar, erkekler, çocuklar katledildi.
Irak'tan, Suriye'den,
İran'dan ötesi var
n Bunlar halen de devam ediyor.
Prof. Dr. Haydar Baş- Devam ediyor. Bitmedi. O coğrafyada kâmil mânâda istenilenler olmadı ise de hesabın içerisindeki sadece Irak, Suriye değil ki... Sadece İran da değil ki... Bu coğrafyanın tamamıdır. Bu coğrafyada ise bir baş var. Yüzyıllardan bu tarafa bu bölgede asıl vazifesini icra eden bu başı, her ne kadar kimliğinden koparmak istediyseler de onun da kimliğinden vazgeçmesi hiç mümkün değil. Ne yaptılarsa bu mümkün olmadı. Bu irade de malum Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milletidir. Bu iradenin devreden çıkması lazım. Çıkmadığı müddetçe Batının düşüncesine, menfaatlerine karşı kâmil mânâda bir çıbanbaşıdır. Bunu hiç unutmayalım. Yani bu Türk iradesi devreden çıkmadıktan sonra hiç bir şey yapmak mümkün değildir. Türkiye bir din devleti değildir. Ama Batıya gidip sorduğunuz zaman onun konumu, halkı Müslüman olduğu için bir din devleti mantalitesiyle ona bakar. Yani sen dersin "Bu adamlar şeriata karşıdır", "din adına kurulmuş şeriat devleti İsrail var" kimse ona bir şey demez, bu taraftan da Müslümanın başörtüsüne müsaade etmezler. Olaylar o kadar girift ki "niçin olayın arka planını görmedikten sonra hadiseleri karıştırırsınız", dedim. Bizim insanımız bunu görüp dostunu düşmanını tefrik edip bir yere koyması gerekirken karşısına bu coğrafyada kendisini koruyacak iradeyi alıyor, onunla savaşıyor. Aptal mısın sen? Seni zaten bu koruyor. Bu olmazsa namazını kılamazsın, namusunu koruyamazsın, ibadetini yapamazsın; en azından... Öyle bir içten kaynama, öyle bir propaganda var ki bu sefer seni koruyan irade ile, güçle, seni karşı karşıya getiriyorlar. Bu toplum mühendisliğini Haydar Baş Hoca yaptığı için Haydar Baş derin devletin adamı oluyor. Bir tek insanı tanıyorsam Allah şu anda canımı alsın. Hiç birini tanımam. Ama bu ülke benim. Bu vatan, bu millet, bu devlet, bu asker benim. Ben bunu görüyorum. Oynanan oyun benim milletime, benim devletime, benim vatanıma, benim askerime. Sen de kalkıyorsun harp ilan edercesine işlemlere giriyorsun. Birtakım gerekçeler ortaya konuluyor. Hangi gerekçeler ortaya konulursa konulsun bu, milletin kendisidir, devletin kendisidir, dinin kendisidir. Din adına ortaya çıkar, vallahi belki de dini yok etmek içindir. Olayın özü de budur. Çünkü Hicaz bölgesinde de aynı oldu. Dini dâvâ ettiler. Başka bir şeyi dâvâ etmediler. Ama şimdi ne oldu? O iradenin yerine kim geldi? İngiliz geldi, ABD geldi. Şimdi de bunun devamı var.
Türkiye'nin tavrı ne olmalı?
Kerkük meselesi ancak bu mantıkla çözülebilir. Neden Kerkük bizim için çok mühimdir? Şimdi o irade geldi, bizim güney tarafımızda yerini aldı. Yerini aldı ama "değil mi ki bunlar Türk'tür. Bir çıbanbaşıdır. Bunu aşmamız lazım" diyorlar. Onun için o bölgeyi taksimata tâbi tutarken mevcut olan bir etnik gücü dörde taksim ettiler. Bir sülalesini İran'da, bir başka boyunu Türkiye'de, bir başka boyunu Suriye'de, bir başka boyunu da Irak'ta tuttular. Bunlar hep o oyunun, o planın bir gereğidir. Bugüne gelmek için o gün o gerekiyordu, onu yaptılar. Bugün de "Ben burada istediklerime vasıl olabilmek için bunu Truva atı olarak kullanmam lazım" diyor. Şimdi o Truva atını hazırlıyor. Kalktı ona "Kerkük sana aittir" dedi. Halbuki orası 2. Abdülhamit'in tapulu arazisidir. Artı, oranın halkı Müslüman Türk'tür. % 5-6, bilemedin % 10 Kürt vatandaşlarımız, Kürt kardeşlerimiz burada ön plana çıkartıldı. Seçimde Kürtler ekseriyeti aldı. Barzani, Talabani zannediyor ki kendilerine değer veriyorlar. Oysa seni kullanıyorlar. Yarın senin akıbetin Saddam gibi olacak. Seni çiğneyip posanı çöp tenekesine bugün atmıyor. Bugün bu büyük millete karşı kullanıyor. Sonra miadın doldu mu atacak. İlaçların kullanım tarihi vardır. "Sona erdi" diye yazacak, seni çöp tenekesine atacak. Ortadoğu'daki hadisenin temeli budur. Onun için Ortadoğu'da Türk milleti, Ortadoğu milleti bir olmaya mecburdur, buna memurdur. Dün bizi arkadan vurmuş olsa da memuruz. Çünkü orada bizim kanımıza giren bir kanser mikrobu var. Bunu ihraç etmeliyiz. Veya en azından onu zararsız hale getirmeliyiz.
Şimdi gelinen aşamada Türk siyasetinin yapacağı en güzel iş "ben bu seçimleri kabul etmiyorum, tanımıyorum" demektir. Bunu bütün dünyaya deklere edecek. "Ben bunun temelinde adalet görmüyorum" diyecek. Çünkü bir Ali Canbaz oyunu oynanmış. O gayrimeşru hareket meşru bir zemine bu oyunlarla geçirilmiş olacak. Şu ana kadar Türkiye siyasetinin izlediği politika ise sıfır değil, sıfırın altındadır. Hiç bir şey değildir. Ne bu hadiseleri görecek bir bilgi, ne bir beceri, ne bir firaset var. Alabildiğine koyu bir teslimiyetçilik var. Türk milletini ejderhanın ağzına adeta sürükler gibi bir durum var. Adam geliyor. "İran'a çıkarma yapacağım. İncirlik üssünü bana vereceksin" diyor. "Ee sen Kerkük'e yerleşiyorsun." "Barzani, Talabani'nin orası." Hikayeyi bırak. Onun elbisesini, ayakkabısını giyiyorsun, fötrünü takıyorsun, ama içindeki ceset senin cesedin. Bana yutturamazsın. Sen benim bugünkü siyasilerime bunu yutturursun. Doğru. Çünkü bu arkadaşların hadisenin arka planından haberi yok. Olsa onlar da ayıkacak. Şimdi onları bu vesileyle ikaz ediyoruz. Aslında Kerkük'de söz sahibi olacak olan şu veya bu değildir, Batı'nın iradesidir. Batının iradesi orada her türlü konumda konuşlanacak. Hatırınıza ne geliyorsa, ticarette, siyasette, askeri alanda, savunmada orada konuşlanacak. Al başına belayı. Yetmedi. Sana şimdi dostluk rolünde, "İncirlik'i bana vereceksin. Hiç bir şeyine karışmayacaksın" diyor. Peki oradan nereyi kontrol edecek, nereyi vuracak? Al önüne haritayı, bak. İran ile İncirlik arasında çok mesafe var mı?
n Takriben 600-700 km var.
Prof. Dr. Haydar Baş- O halde burada asıl oynanmak istenen oyun İran görüntüsünde bizzat Türkiye'nin kendisinedir. Hani tezkereden önce ABD, 60-70 bin askeri burada konuşlandıracaktı. Bu, tutmadı. Şimdi farklı bir yönden bunun senaryosunu hazırlamaya girdiler. Olayın arka planı, ön planı, hal planı bu.
Devamı yarın
-Ortadoğu Türk coğrafyasıdır
Ortadoğu, aslında, kabul etseniz de etmeseniz de bir Türk coğrafyasıdır. Türk coğrafyası olarak burayı görmediğiniz müddetçe yarın Ortadoğu'yu Türk coğrafyası görmeyenler, Anadolu'yu da Türk coğrafyası görmeyeceklerdir. Bugün siz Ortadoğu'yu, gerçekten Türk şehri Musul, Kerkük'ü, halkı Türk olan bu coğrafyayı eğer bizim meselemiz olarak görmezseniz, yarın, Anadolu'da cereyan edecek olan hadiselerin hiç birine de sahip çıkamayacaksınız. Önlem almanız mümkün olamayacaktır. O bakımdan Ortadoğu'nun arka planına bakarak hadiseleri çok iyi tahlil etmemiz lazımdır.
-Kerkük neden önemli?
Neden Kerkük bizim için çok mühimdir? Şimdi o irade geldi, bizim güney tarafımızda yerini aldı. Yerini aldı ama "değil mi ki bunlar Türk'tür. Bir çıbanbaşıdır. Bunu aşmamız lazım" diyorlar. Onun için o bölgeyi taksimata tâbi tutarken mevcut olan bir etnik gücü dörde taksim ettiler. Bir sülalesini İran'da, bir başka boyunu Türkiye'de, bir başka boyunu Suriye'de, bir başka boyunu da Irak'ta tuttular. Bugün de "Ben burada istediklerime vasıl olabilmek için bunu Truva atı olarak kullanmam lazım" diyor. Şimdi o Truva atını hazırlıyor. Kalktı ona "Kerkük sana aittir" dedi. Halbuki orası 2. Abdülhamit'in tapulu arazisidir. Artı, oranın halkı Müslüman Türk'tür. Muhterem Hocam, son günlerde dış politika ile ilgili sıcak gelişmeler yaşanıyor. Özellikle güney sınırımızda, Kerkük'te yaşanan bir sıcak süreç var. Irak'ta yapılan seçimlere bağlı olarak Kürtlerin oraya nüfus taşıma olayı var. Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'in Türkiye ziyareti ve bu ziyaret sırasında yaptığı açıklamalar var. Irak'ta yaşanan süreci, Kerkük'ün bir Türk şehri olmasına rağmen bugün geldiği noktayı, Amerikalıların birinin gidip birinin gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş- Esasen Türkiye'nin güneyindeki meselelerin halledilmesi için arka planına bakarak hastalığın iyi teşhis edilmesi lazım. Bu hastalığın teşhisini yapmadan yapacağınız bütün tedaviler zaman içerisinde akamete mahkûm kalacaktır. Şu ana kadar esasen Özal da dahil Güneydoğu ve Ortadoğu politikamız hakikaten Türk milletinin kimliğine yakışan bir politika olmamasından dolayı hadiseler gittikçe gelişmiş ve neticede belki de önüne geçilemeyecek boyutlara varma noktasına gelmiştir.
Ortadoğu bir Türk
coğrafyasıdır
Hülasa edersek Ortadoğu'da vuku bulan hadiselere nokta hareket olarak bakmak çok yanlıştır. Neden diyeceksiniz? Ortadoğu, aslında, kabul etseniz de etmeseniz de bir Türk coğrafyasıdır. Türk coğrafyası olarak burayı görmediğiniz müddetçe yarın Ortadoğu'yu Türk coğrafyası görmeyenler, Anadolu'yu da Türk coğrafyası görmeyeceklerdir. Bugün siz Ortadoğu'yu, gerçekten Türk şehri Musul, Kerkük'ü, halkı Türk olan bu coğrafyayı eğer bizim meselemiz olarak görmezseniz, yarın, Anadolu'da cereyan edecek olan hadiselerin hiç birine de sahip çıkamayacaksınız. Önlem almanız mümkün olamayacaktır. O bakımdan Ortadoğu'nun arka planına bakarak hadiseleri çok iyi tahlil etmemiz lazımdır.
Hicaz'da İngiliz oyunu
Hicaz bölgesinin uzantısıdır Musul ve Kerkük. Hicaz bölgesi Osmanlı İmparatorluğunun tasarrufundaydı. Motorun icadından sonra petrol yataklarının varlığı münasebetiyle Ortadoğu, bilhassa İngilizlerin ilgi alanına giriyor. Ve de 1800'lü yıllarda başlayan ajanlık faaliyetleri ile Ortadoğu insanını, yani Müslüman Arap kardeşlerimizi Müslüman Türk dünyasına karşı kışkırtıyorlar. İngilizlerin hesabı sadece Hicaz bölgesi olmayıp Anadolu topraklarıdır. Mesela herkes araştırır, bakar, İttihat ve Terakki'nin ne olduğunu kimse çözemez. Görünüşte milliyetçi bir söylemle ortaya çıkan İttihat ve Terakki'nin aslında kuruluşunun arka planındaki irade yine İngilizlerdir, Mason localarıdır. Yani Ortadoğu'yu kendi haline bırakmayanlar Anadolu'yu da, İstanbul'u da kendi haline bırakmadılar. Kendi düşüncelerini, Türk milletine kabul ettirebilmek için her bölgede organik teşkilatlar vücuda getirdiler. Bu teşkilatların vazifesi her ne kadar o bölgenin insanının problemini çözme tarzında da görünüyorsa aslında o değildir. Aslında, onları devreye koyan iradenin sözcülüğünü yapmak, onların isteklerini, çıkarlarını o günün coğrafyasında yaşayan insanlara kabul ettirmekti. Mesela Hicaz bölgesinde bu bir asır cereyan etti. Dediler ki, "Halife Hz. Peygamber'in sülalesinden olması lazım." Hakikaten bu görüşü savunan mezhep imamları da var. "Kaldı ki Türkler Peygamber'in sülalesinden olmadığı gibi Arap bile değil. Siz nasıl olur da bunların arkasından gidersiniz. Bunlara biat edersiniz" dediler. Dinî bir mesele ile yola çıkanlar aslında Osmanlı'nın çöküşünün, Türk milletinin parçalanmasının temellerini atıyorlar. Burada taşeron olarak uzaktaki insanı bulmuyor. Koyu dindar geçineni buluyor. O toprağın has evladını, belki de sülalesi taa Peygamber'e dayanan adamları buluyorlar. Ajan olarak onu kullanıyorlar. Çünkü yabancı gelse onun sözü etkili olmaz. Öyle insan olması lazım ki o coğrafyanın insanı onu dinlesin. Kim adına dinlesin? İslam adına dinlesin, İslam adına onu sevsin. Mesela şu andaki Ürdün kralının dedesi Hüseyin bin Ali. Aslında bunlar seyyiddirler. Yani soyları taa Hz. Fahr-i Âlem Efendimize dayanır. İşte onun bu niteliğinden istifade ile Hüseyin bin Ali'yi o topraklarda devreye koyuyorlar. Hüseyin bin Ali'nin konuşması ile Selim'in konuşması bir değildir. Hüseyin bin Ali'ye hem bir siyasi otorite, hem bir Peygamber nesli olarak bakılıyor. Hem dinî, hem millî açıdan etkinliği var.
n Aynı zamanda da hicaz emîri.
Prof. Dr. Haydar Baş- Evet! Osmanlı da bu sıfatlarından dolayı onu orada Hicaz Emîri olarak tayin etmiş, senelerce de Osmanlı'yı atlatmış bir adam. Burada demek istediğimiz şu: İngilizlerin kararı önce Osmanlı'dan o toprakları almak. O günün şartlarında Hüseyin bin Ali'ye, Abdülvehhab'a düşen vazife ne? Bu vazifeler o günün şartlarında, o günün toplumunun insanlarına kabul ettirildi. Şimdi bunların dâvâsı her ne kadar sözde İslam olarak görülüyorsa da arka planında İngilizlerin emellerini hem siyaset sahnesine hem de dinî hayata taşımak var. Herkes Vehhabiliğe baktığı zaman "Canım ne olacak? O da dört mezhep gibi bir mezheptir" dedi. Aslında Vehhabiliğin kurucusu olan insanlarla da bizim bir problemimiz yok. Yani Abdülvehhab'ın öyle bir oyuna gelmesi var ki belki de şu anda, öldükten sonra ancak gerçekleri kavramak mümkün olmuş. Yahudi asıllı bir kadınla adamı evlendirmişler. Akşamdan Abdülvehhab'la kalıyor, ajan Humpher'in, İngilizlerin düşüncesini ona empoze ediyor, sabahleyin Humpher devreye girerek yarım kalan meseleler konusunda onu ikna ediyor. Biz de "Şu mezhep şöyle bir mezheptir. Kaynağı Sünnet ve Kur'an olan bir mezheptir" diyoruz. Dikkat ederseniz o mezhebin hayata geçmesinden sonra o insanların toprakla bağlarının kesilmesi için ne kadar eser, asâr-ı antika var, hepsini yerle bir etmişlerdir. Buradaki maksat insanların gönlünden toprakla alakayı kesmektir. Bir zaman gelir işgal edilirse "Canım ne olacak? Bir zamanlar filancınındı, şimdi bunlar geldi" demek içindi bu. Nasıl bir zamanlar Dinlerarası Diyalogla hazırlanan insanlar gelecek işgal kuvvetlerine karşı direnmesin tezi ne ise o zaman da bu olmuştur.
n Aynı tür bir vazifeyi ifa etmek için öyle mi?
Prof. Dr. Haydar Baş- Aynı vazifeyi dün onlar yaptılar, bugün de bunlar yapıyorlar. "Hocam! Öyle dindar adam ki sen iftira ediyorsun." Zaten bir başkasını seçse kimse ona itibar etmez. Öyle insanları devreye koyuyor ki adam bakıyor, "dindarlıksa, dürüstlükse bunda; namus ise, şeref ise bunda", "Allah! Allah! Senin dediğin de söz mü?" diyor.
Saddam kullanıldı ve atıldı
Irak'ta da aynı hadiseler yaşanmıştır. Birinci aşamada Osmanlı oradan çıkartıldı. Kendilerine göre o topraklar temizlendi. Artık İngilizler istediklerini hayata geçirebilmek için planını, programını devreye koyarken 2. Dünya Savaşı çıktı. Dünyanın tasarrufu bir anda Amerikalıların eline geçti. İngilizler bu mânâda Amerikalıların selefi oluyor. Onların verdikleri projelerle bu programlar devam ediyor. Bakınız, bir zamanlar Türkiye'de Arap-İslam âleminden öyle eserler tercüme furyası başladı ki şaşırırsınız. Bizim Ehl-i Sünnet diye kabul ettiğimiz inancın uzağında eserlerdi bunlar. Ehl-i Sünnet demek Peygamber Efendimiz'in (sav) mübarek hayatlarını, kendi aile efradı ile birlikte yaşama tarzının adıdır. Ehl-i Beyt'tir, Ehl-i Sünnet. Sünnet ehli demektir. Sünnet ne demektir? Peygamber'in İslam'ı yaşayışıdır. Yani canlı Kur'an oluşudur. Onu en yakın gören de kimdir? Hanımıdır, çocuklarıdır, torunudur. Ehl-i Sünnet dediğimiz şey budur. "Bu Ehl-i Sünnet anlayışının zafiyete uğraması lazım ki, ona bir yorum getirmemiz gerekiyor ki biz istediklerimizi Ehl-i Sünnet adına veya din adına hayata geçirebilelim" dediler. Kısaca bu gelişmelerin özüne bu şekilde bakarak olaylara baktığımız zaman görüyoruz ki selef İngilizlerin halifesi olarak Amerikalılar o bölgeye giriyor. O bölgeden tamamen Osmanlı'yı tecrit ettikten sonra bu oluyor. Bu, birinci aşamadır. İkinci aşama işgal aşamasıdır. Dün orada birlikte olduğu insanların eline silah verdi, Osmanlı'yı, Türk milletini arkadan vurdurdu. Şimdi sıra onun temizlenmesine geldi. Onu temizlerken de orasını sadece kendi başına bırakmadı. Kalktı oraya tam bir çıbanbaşı olacak nitelikte bir devlet kurdurdu. Yani İsrail sıradan kurulmuş bir devlet değildir. Onların oradaki varisi, onların istek ve arzularını kâmil mânâda icra eden bir kuvvettir, siyasi bir iradedir. Şimdi bu iki gücün koydukları güce tehdit kimdir? Suriye'dir; Suriye'nin ortadan kalkması lazım. Irak'tır; onun ortadan kalkması lazım. Saddam da onların adamıydı. Bir ihtilalle işin başına geçti. Sonra baktı ve "Neticede ben Arabım. Burada Amerikanın menfaatlerine hizmet ediyoruz. Ama bu adamlar da neyin nesi" demeye, İsraillilere hesap sormaya başlayınca İsrail,"Sen kim oluyorsun? Buranın asıl varisi benim" dedi. Bir de baktık ki Saddam postalandı. Onunla birlikte adeta Irak halkından intikam alındı. "Sizden öncekiler Osmanlıyı arkadan vurdu. Bize hiç hatır etmezsiniz" dercesine o gün onlarla müttefik olan güç geldi, bugün onları arkadan vurdu. Sadece arkadan mı vurdu? Affedersiniz, 50 bin kadının namusuna tecavüz edildi. Yüz binlerin hayatına mal olundu. Yaşlılar, erkekler, çocuklar katledildi.
Irak'tan, Suriye'den,
İran'dan ötesi var
n Bunlar halen de devam ediyor.
Prof. Dr. Haydar Baş- Devam ediyor. Bitmedi. O coğrafyada kâmil mânâda istenilenler olmadı ise de hesabın içerisindeki sadece Irak, Suriye değil ki... Sadece İran da değil ki... Bu coğrafyanın tamamıdır. Bu coğrafyada ise bir baş var. Yüzyıllardan bu tarafa bu bölgede asıl vazifesini icra eden bu başı, her ne kadar kimliğinden koparmak istediyseler de onun da kimliğinden vazgeçmesi hiç mümkün değil. Ne yaptılarsa bu mümkün olmadı. Bu irade de malum Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milletidir. Bu iradenin devreden çıkması lazım. Çıkmadığı müddetçe Batının düşüncesine, menfaatlerine karşı kâmil mânâda bir çıbanbaşıdır. Bunu hiç unutmayalım. Yani bu Türk iradesi devreden çıkmadıktan sonra hiç bir şey yapmak mümkün değildir. Türkiye bir din devleti değildir. Ama Batıya gidip sorduğunuz zaman onun konumu, halkı Müslüman olduğu için bir din devleti mantalitesiyle ona bakar. Yani sen dersin "Bu adamlar şeriata karşıdır", "din adına kurulmuş şeriat devleti İsrail var" kimse ona bir şey demez, bu taraftan da Müslümanın başörtüsüne müsaade etmezler. Olaylar o kadar girift ki "niçin olayın arka planını görmedikten sonra hadiseleri karıştırırsınız", dedim. Bizim insanımız bunu görüp dostunu düşmanını tefrik edip bir yere koyması gerekirken karşısına bu coğrafyada kendisini koruyacak iradeyi alıyor, onunla savaşıyor. Aptal mısın sen? Seni zaten bu koruyor. Bu olmazsa namazını kılamazsın, namusunu koruyamazsın, ibadetini yapamazsın; en azından... Öyle bir içten kaynama, öyle bir propaganda var ki bu sefer seni koruyan irade ile, güçle, seni karşı karşıya getiriyorlar. Bu toplum mühendisliğini Haydar Baş Hoca yaptığı için Haydar Baş derin devletin adamı oluyor. Bir tek insanı tanıyorsam Allah şu anda canımı alsın. Hiç birini tanımam. Ama bu ülke benim. Bu vatan, bu millet, bu devlet, bu asker benim. Ben bunu görüyorum. Oynanan oyun benim milletime, benim devletime, benim vatanıma, benim askerime. Sen de kalkıyorsun harp ilan edercesine işlemlere giriyorsun. Birtakım gerekçeler ortaya konuluyor. Hangi gerekçeler ortaya konulursa konulsun bu, milletin kendisidir, devletin kendisidir, dinin kendisidir. Din adına ortaya çıkar, vallahi belki de dini yok etmek içindir. Olayın özü de budur. Çünkü Hicaz bölgesinde de aynı oldu. Dini dâvâ ettiler. Başka bir şeyi dâvâ etmediler. Ama şimdi ne oldu? O iradenin yerine kim geldi? İngiliz geldi, ABD geldi. Şimdi de bunun devamı var.
Türkiye'nin tavrı ne olmalı?
Kerkük meselesi ancak bu mantıkla çözülebilir. Neden Kerkük bizim için çok mühimdir? Şimdi o irade geldi, bizim güney tarafımızda yerini aldı. Yerini aldı ama "değil mi ki bunlar Türk'tür. Bir çıbanbaşıdır. Bunu aşmamız lazım" diyorlar. Onun için o bölgeyi taksimata tâbi tutarken mevcut olan bir etnik gücü dörde taksim ettiler. Bir sülalesini İran'da, bir başka boyunu Türkiye'de, bir başka boyunu Suriye'de, bir başka boyunu da Irak'ta tuttular. Bunlar hep o oyunun, o planın bir gereğidir. Bugüne gelmek için o gün o gerekiyordu, onu yaptılar. Bugün de "Ben burada istediklerime vasıl olabilmek için bunu Truva atı olarak kullanmam lazım" diyor. Şimdi o Truva atını hazırlıyor. Kalktı ona "Kerkük sana aittir" dedi. Halbuki orası 2. Abdülhamit'in tapulu arazisidir. Artı, oranın halkı Müslüman Türk'tür. % 5-6, bilemedin % 10 Kürt vatandaşlarımız, Kürt kardeşlerimiz burada ön plana çıkartıldı. Seçimde Kürtler ekseriyeti aldı. Barzani, Talabani zannediyor ki kendilerine değer veriyorlar. Oysa seni kullanıyorlar. Yarın senin akıbetin Saddam gibi olacak. Seni çiğneyip posanı çöp tenekesine bugün atmıyor. Bugün bu büyük millete karşı kullanıyor. Sonra miadın doldu mu atacak. İlaçların kullanım tarihi vardır. "Sona erdi" diye yazacak, seni çöp tenekesine atacak. Ortadoğu'daki hadisenin temeli budur. Onun için Ortadoğu'da Türk milleti, Ortadoğu milleti bir olmaya mecburdur, buna memurdur. Dün bizi arkadan vurmuş olsa da memuruz. Çünkü orada bizim kanımıza giren bir kanser mikrobu var. Bunu ihraç etmeliyiz. Veya en azından onu zararsız hale getirmeliyiz.
Şimdi gelinen aşamada Türk siyasetinin yapacağı en güzel iş "ben bu seçimleri kabul etmiyorum, tanımıyorum" demektir. Bunu bütün dünyaya deklere edecek. "Ben bunun temelinde adalet görmüyorum" diyecek. Çünkü bir Ali Canbaz oyunu oynanmış. O gayrimeşru hareket meşru bir zemine bu oyunlarla geçirilmiş olacak. Şu ana kadar Türkiye siyasetinin izlediği politika ise sıfır değil, sıfırın altındadır. Hiç bir şey değildir. Ne bu hadiseleri görecek bir bilgi, ne bir beceri, ne bir firaset var. Alabildiğine koyu bir teslimiyetçilik var. Türk milletini ejderhanın ağzına adeta sürükler gibi bir durum var. Adam geliyor. "İran'a çıkarma yapacağım. İncirlik üssünü bana vereceksin" diyor. "Ee sen Kerkük'e yerleşiyorsun." "Barzani, Talabani'nin orası." Hikayeyi bırak. Onun elbisesini, ayakkabısını giyiyorsun, fötrünü takıyorsun, ama içindeki ceset senin cesedin. Bana yutturamazsın. Sen benim bugünkü siyasilerime bunu yutturursun. Doğru. Çünkü bu arkadaşların hadisenin arka planından haberi yok. Olsa onlar da ayıkacak. Şimdi onları bu vesileyle ikaz ediyoruz. Aslında Kerkük'de söz sahibi olacak olan şu veya bu değildir, Batı'nın iradesidir. Batının iradesi orada her türlü konumda konuşlanacak. Hatırınıza ne geliyorsa, ticarette, siyasette, askeri alanda, savunmada orada konuşlanacak. Al başına belayı. Yetmedi. Sana şimdi dostluk rolünde, "İncirlik'i bana vereceksin. Hiç bir şeyine karışmayacaksın" diyor. Peki oradan nereyi kontrol edecek, nereyi vuracak? Al önüne haritayı, bak. İran ile İncirlik arasında çok mesafe var mı?
n Takriben 600-700 km var.
Prof. Dr. Haydar Baş- O halde burada asıl oynanmak istenen oyun İran görüntüsünde bizzat Türkiye'nin kendisinedir. Hani tezkereden önce ABD, 60-70 bin askeri burada konuşlandıracaktı. Bu, tutmadı. Şimdi farklı bir yönden bunun senaryosunu hazırlamaya girdiler. Olayın arka planı, ön planı, hal planı bu.
Devamı yarın
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.