Tam 99 yıl önce bu günlerde Türkiye, ölüm kalım mücadelesi veriyordu.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk ordusu, Anadolu'yu işgale başlayan ve Ankara'ya 50 kilometre yaklaşacak kadar ilerleyen Yunan birliklerine karşı 26 Ağustos 1922'de büyük taarruzu başlatmış ve 9 Eylül'de Türk ordusunun İzmir'e girmesi, 18 Eylül'de de Yunan ordusunun Anadolu'yu tamamen terk etmesiyle Büyük Taarruz zaferle taçlanmıştı.
Evet, yarın 30 Ağustos Zafer Bayramı. Şimdiden milletimizin bu büyük bayramını kutluyor, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu zaferi milletimize armağan edenlere şükranlarımı sunuyorum.
Yazılan birçok yazılarda, konuşmalarda ve yapılan programlarda Anadolu'nun işgalden kurtarılıp, yeniden Türk vatanı olmasını sağlayan o büyük mücadele anlatılıyor.
Milletimizin 99 yıl önce verdiği bu büyük mücadele tüm ayrıntılarıyla satır satır anlatılması şüphesiz çok önemli ve gereklidir.
Ancak ben her yerde duyup, okuyabileceğiniz şeyler yerine çok önemli bazı ayrıntılara dikkat çekmek bugün çıkarabileceğimiz dersler üzerinde durmak istiyorum.
Sakarya'da püskürtülüp Afyon'a çekilen Yunan ordusunu toparlanmaya fırsat bulamadan halletmek gerekiyordu.
11 yıldır süren savaşın ardından tek atımlık kurşunumuz kaldığını bilen Mustafa Kemal, zaferi şansa bırakmamak amacıyla düşmanı beklemediği bir yerden vurmak için bir plan hazırladı. Ancak bu planı uygulamak ciddi bir riski de göze almayı gerektiriyordu.
Yapılacak hamle 200 bin kişilik ordunun yaklaşık yarısı kadar askeri gece dağlık bölgeden gizlice intikal ettirerek düşmanı asla beklemediği güney hattından vurmaktı.
Atatürk'ün Harp Okulu'ndan hocası olan Yakup Şevki Paşa, planın çok riskli olduğunu söyleyerek itiraz etti.
Yakup Şevki Paşa, 'Başarısız olursak bizi hain ilan ederler. Hatta hepimizi Meclis'in önünde asarlar' dedi.
Bu orduyu ancak bir yılda toplayabildiklerini, bir daha böyle bir ordu toplamanın imkânsız olduğunu ve kesin sonuç alıp savaşı bitirmek zorunda oldukları için tüm risklerine rağmen bu planın uygulanması gerektiğini ifade eden Mustafa Kemal Atatürk, şu ifadeyle tartışmaya nokta koyar: "Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız."
'Sorumluluk bana aittir' cümlesini bugün ülkemizi yöneten siyasilerden de aslında duymak isterdik. Maalesef bugün can kaybına neden olan seller yaşanıyor sorumluluğu üstlenen kimse olmuyor. Orman yangınları oluyor yine sorumluluğu kimse üstlenmiyor.
İşte Atatürk o kadar büyüktür ki, sonunda ölüm bile olsa sorumluluk almaktan kaçınmamıştır.
Atatürk'ün istediği plan gereğince 25 Ağustos gecesi ordu sessizlik içerisinde Yunan ordusunun güneyine sarkarak Şuhut Dağlarına doğru sızar.
Atatürk taarruzu bizzat yönetmek için Kocatepe'ye geçer.
26 Ağustos sabahı topçu ateşiyle Türk milletinin kaderini belirleyecek o çetin mücadele başlar.
Taarruzun şiddetli bir anında birlikte bombardımanı izlerken Yaveri ve koruması Yarbay Muzaffer Kılıç, Atatürk'ün fısıldadığı cümleleri işitti:
"Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!"
İşte kutladığımız bu zaferi bize böyle büyük bir komutan armağan etmiştir.
Ruhları şad olsun…
- Ya Öcalan cumhurbaşkanı olursa... / 10.04.2025
- DEM Parti’ye mağdur rolü mü biçildi? / 05.11.2024
- Bin tane Öcalan’ın çağrısı terörü bitirir mi? / 29.10.2024
- Türkiye’nin refleksleri yok edildi / 24.10.2024
- Vatikan çok üzüldü… / 22.10.2024
- Bir savcı çok şeyi değiştirir / 20.10.2024
- Kaç Erdoğan var? / 19.10.2024
- Kürecik’teki üs İsrail’in hizmetinde / 18.10.2024
- Neçirvan Barzani neden geldi? / 17.10.2024