Barış severler, dünyanın birçok ülkesinde, birçok eylemler yapıyorlar. İnsanların savaşlarda ölmemesini, ekonomik kaynakların yok edilmemesini istiyorlar. Söyledikleri güzel, istedikleri güzel, fakat hayatın gerçeğine ters. Zira savaş, istemesek de sevmesek de hayatın gerçeklerindendir. İnsanlık tarihi, savaşsız geçen bir dönem kaydetmiyor. "Bugüne kadar böyle geldi, bundan sonra böyle gitmesin" demekle iş halledilmiyor. Esasen savaş, insanların içinde var olan saldırganlık duygusunun eseridir. Başka bir deyişle savaş, insanların gönlündeki savaşın dışa yansımış bir şeklidir. Demek ki, savaşları önlemenin birinci yolu, gönüllerdeki iç savaşı önlemektir.
İkinci yol ise devletlerin caydırıcı güce sahip olmalarıdır. Bu, her devlet için mümkün olmadığından, devletler arasında, savunma alanında birlikler kurulmuştur. Ama yine de savaşların önüne geçilememiştir. Zayıf olan milletler yine ezildi, hakları ellerinden alındı. Zayıfı koruyacak bir güç, henüz dünyada mevcut değildir. Bu koruyuculuk görevini Osmanlı Devleti, asırlar boyu hakkıyla yapmıştır. Osmanlı'nın yıkılışndan sonra uluslararası arenada, kuvvetli olanlar, haksız da olsa haklı, zayıflar haklı da olsa haksız kabul edilmişlerdir.
Savaşın ve terörün bitmemesinin en önemli sebeplerinden biri, belki de birincisi, silah tüketimidir. Çünkü bazı devletler, ekonomisini savaş sanayiine dayandırmıştır. Savaş ve terör olmazsa, onlar silah satamazlar, silah satamayınca da ekonomileri krize girer. Onun için bu devletler, bir taraftan "barıştan yanayız" derler, öteki taraftan savaşı teşvik ederler. Yeni icat ettikleri silahları, mazlum ve mağdur milletleri vuruşturarak denerler. Silah üreticisi olan bu devletlerin, teknolojik ve ekonomik yarıştaki asıl hedefi, silah üstünlüğüne sahip olmaktır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, silahlanma yarışı hızla arttı. Bilim ve teknolojik çalışmalarda, savaş saniyiîni geliştirmek, birinci hedef seçildi. Silahlanmanın ülke ekonomilerini tahrip ettiği, dara düşürdüğü söylendi, ama silahlanma yarışından hiçbir devlet geri kalmadı. Dünya ekonomisinin büyük bir kısmının savaşı için kullanıldığı, büyük bir kısmının da savaşlarda yok edildiği bilinen bir gerçek. Peki, çözüm ne? Hak getire... Çözüm için adım atması gerekenler, maalesef bütün savaşları çıkaranlardır...
Barış severleri, yaptıkları eylemlerden dolayı tebrik ediyoruz. Ancak bu eylemlerin sonuç getirmediğini ve getirmeyeceğini de peşinen ifade etmek istiyoruz. O halde Türkiye olarak biz, bu konuda ne yapabiliriz, ne yapmalıyız? Buna değinmek istiyorum. Birinci olarak şu gerçeği hiç unutmayalım. Bu dünyada barış isteyen, savaşa hazır olmak zorundadır. Bundan dolayı Türk milletinin en modern silahlarla techiz edilmiş, güçlü bir orduya sahip olması kaçınılmazdır. Bugün en güçlü silah nedir? Nükleer silah. Evet Türkiye, mutlaka bu silahı elde etmelidir. Çünkü bu silaha sahip olan her ülke, silahlanma alanında diğer ülkelerle eşit duruma gelmektedir. Aslında büyük güçlerin barış halinde kalmalarının en önemli sebebi budur, yani nükleer silaha sahip olmaktır. Çünkü nükleler silah, karşılıklı caydırıcılık oluşturmuştur. Bir devletin misilleme yapma gücünü kaybetmesi, savunma gücünü kaybetmesi demektir. Misilleme gücünün elde bulundurulması şarttır.
Ne acıdır ki, Ortadoğu'da nükleer silaha sahip olan tek ülke İsrail'dir. İsrail nükleer silahlanma anlaşmasını ve uluslararası anlaşmaları reddederek, bu silaha sahip olmuştur. Kasap Şaron, bu silahına güvenerek bakınız ne diyor: "İsrail süper bir askerî kuvvettir. Avrupa'nın bütün kuvvetleri bir araya gelse, bize ulaşamazlar. İsrail, bir hafta içinde Hartum'dan Bağdat'a ve Cezayir'e kadar uzanan bölgeyi ele geçirebilir." Buna rağmen ABD Başkanı Bush, Savunma Başkanlığından (Pentagon) en az yedi ülkeye karşı nükeler silah kullanmaya hazır olmasını istiyor. Pentagon'un hazırladığı rapora göre, nükleer silahlar, Arap-İsrail çatışmasında, Irak'ın İsrail'e saldırması halinde kullanılabilecektir. İsrail ve Ermenistan gibi saldırgan emellere sahip ülkeler, nükleer silaha sahip oluyor da, Türkiye neden olmasın? Halbuki Türkiye, bu silaha sahip olursa, sadece bölgede değil, dünyada denge unsuru olur.
İkinci yol ise devletlerin caydırıcı güce sahip olmalarıdır. Bu, her devlet için mümkün olmadığından, devletler arasında, savunma alanında birlikler kurulmuştur. Ama yine de savaşların önüne geçilememiştir. Zayıf olan milletler yine ezildi, hakları ellerinden alındı. Zayıfı koruyacak bir güç, henüz dünyada mevcut değildir. Bu koruyuculuk görevini Osmanlı Devleti, asırlar boyu hakkıyla yapmıştır. Osmanlı'nın yıkılışndan sonra uluslararası arenada, kuvvetli olanlar, haksız da olsa haklı, zayıflar haklı da olsa haksız kabul edilmişlerdir.
Savaşın ve terörün bitmemesinin en önemli sebeplerinden biri, belki de birincisi, silah tüketimidir. Çünkü bazı devletler, ekonomisini savaş sanayiine dayandırmıştır. Savaş ve terör olmazsa, onlar silah satamazlar, silah satamayınca da ekonomileri krize girer. Onun için bu devletler, bir taraftan "barıştan yanayız" derler, öteki taraftan savaşı teşvik ederler. Yeni icat ettikleri silahları, mazlum ve mağdur milletleri vuruşturarak denerler. Silah üreticisi olan bu devletlerin, teknolojik ve ekonomik yarıştaki asıl hedefi, silah üstünlüğüne sahip olmaktır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, silahlanma yarışı hızla arttı. Bilim ve teknolojik çalışmalarda, savaş saniyiîni geliştirmek, birinci hedef seçildi. Silahlanmanın ülke ekonomilerini tahrip ettiği, dara düşürdüğü söylendi, ama silahlanma yarışından hiçbir devlet geri kalmadı. Dünya ekonomisinin büyük bir kısmının savaşı için kullanıldığı, büyük bir kısmının da savaşlarda yok edildiği bilinen bir gerçek. Peki, çözüm ne? Hak getire... Çözüm için adım atması gerekenler, maalesef bütün savaşları çıkaranlardır...
Barış severleri, yaptıkları eylemlerden dolayı tebrik ediyoruz. Ancak bu eylemlerin sonuç getirmediğini ve getirmeyeceğini de peşinen ifade etmek istiyoruz. O halde Türkiye olarak biz, bu konuda ne yapabiliriz, ne yapmalıyız? Buna değinmek istiyorum. Birinci olarak şu gerçeği hiç unutmayalım. Bu dünyada barış isteyen, savaşa hazır olmak zorundadır. Bundan dolayı Türk milletinin en modern silahlarla techiz edilmiş, güçlü bir orduya sahip olması kaçınılmazdır. Bugün en güçlü silah nedir? Nükleer silah. Evet Türkiye, mutlaka bu silahı elde etmelidir. Çünkü bu silaha sahip olan her ülke, silahlanma alanında diğer ülkelerle eşit duruma gelmektedir. Aslında büyük güçlerin barış halinde kalmalarının en önemli sebebi budur, yani nükleer silaha sahip olmaktır. Çünkü nükleler silah, karşılıklı caydırıcılık oluşturmuştur. Bir devletin misilleme yapma gücünü kaybetmesi, savunma gücünü kaybetmesi demektir. Misilleme gücünün elde bulundurulması şarttır.
Ne acıdır ki, Ortadoğu'da nükleer silaha sahip olan tek ülke İsrail'dir. İsrail nükleer silahlanma anlaşmasını ve uluslararası anlaşmaları reddederek, bu silaha sahip olmuştur. Kasap Şaron, bu silahına güvenerek bakınız ne diyor: "İsrail süper bir askerî kuvvettir. Avrupa'nın bütün kuvvetleri bir araya gelse, bize ulaşamazlar. İsrail, bir hafta içinde Hartum'dan Bağdat'a ve Cezayir'e kadar uzanan bölgeyi ele geçirebilir." Buna rağmen ABD Başkanı Bush, Savunma Başkanlığından (Pentagon) en az yedi ülkeye karşı nükeler silah kullanmaya hazır olmasını istiyor. Pentagon'un hazırladığı rapora göre, nükleer silahlar, Arap-İsrail çatışmasında, Irak'ın İsrail'e saldırması halinde kullanılabilecektir. İsrail ve Ermenistan gibi saldırgan emellere sahip ülkeler, nükleer silaha sahip oluyor da, Türkiye neden olmasın? Halbuki Türkiye, bu silaha sahip olursa, sadece bölgede değil, dünyada denge unsuru olur.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018