Başka bir yoldan Allah ulaşmak mümkün müdür?
İnsanoğlunun kalbi bir âyine-i İlahidir. Onu eğer istiğfar, salât u selâm, kelime-i tevhidle beraber temizler ve cilalarsa oraya, Allah nazar eder
20.09.2024 08:20:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İnsanoğlunun kalbi bir âyine-i İlahidir. Onu eğer istiğfar, salât u selâm, kelime-i tevhidle beraber temizler ve cilalarsa oraya, Allah nazar eder.
Yani, 'yere ve göğe sığmam'. Nereye sığarım? 'Mümin kulumun kalbine'.
Allah'ın tecelli ettiği, sığdığı neresi olmuş oluyor? Mü'minin kalbi oluyor.
Nereye benziyor bu? Eğer siz, kalbinizi bir ayine-i İlahi yaparsanız bütün kâinatı aydınlatan güneş var. Güneş, on santimetre kutrundaki bir aynanın içine sığar mı? Yok. Ama o, onu yansıtır. Aynen onun gibi. O, Nazar-ı İlahiyi, o Zât-ı Bâri'yi kalp her şeyiyle beraber yansıtır.
Bu manada işte; "mümin kulumun kalbine sığarım" hadisinin manası tecelli eder ve ortaya çıkar. Ama o kalbi sen hakikaten temiz hale getirirsen, cilalarsan.
Kalp bir ev gibidir. Devamlı döner. Her türlü düşünce, duygu gelir. O devamlı dönen kalbe yapacağın şey güzel bir temizliktir. İstiğfar, o kalbi temizler. Salât u selâm, o kalbin tezyinatıdır, süsüdür, koltuğudur, halısıdır.
Kelime-i tevhid, İsm-i Celâl, Allah'ın isimlerini okuman oranın misafiridir. İşte kalbini hazırlarsın. Oraya Cenâb-ı Hak nazar eder ve o kalpte de Hak'tan başkası da olmaz.
İnsanın İslâm'ın dışında bir yoldan Allah ulaşması mümkün müdür?
Bu gibi sorular, zaman zaman gündem edilerek; "İnsanın da bulduğu doğrular, hakikatler vardır. Aşağı yukarı da Allah'ın emrettiği doğrular bunlardır" şeklinde benzetmelerle birlikte "Peygamber, kitap vesair gibi dini kurumlar olmadan da insanlar gerçeği bulabilir. Orada hak ve hakikati yaşar. Binaenaleyh her doğruyu her gerçeği yaşayan insanda mutlak manada kurtulmuştur" şeklinde ileri geri konuşan insanlar ve zümreler var.
İşte günümüzde oryantalizmin etkisinde kalarak "İşte onlar, yeniden Kur'ân'a insanları davet ediyor, biz Kur'ân'ın hakikatlerini anlatıyoruz."
Sanki Kur'ân'ın hakikatleri bugüne kadar anlatılmamış (!) ve de bilinmemiş (!) zehabına kapılarak böyle saçma sapan birtakım yollarla ortaya konmaya çalışılıyor.
Kur'ân'ı ilk anlayan insanlarla bugün anlayan insanlar arasında dahi, arada mukayesesi mümkün olmayan farklar vardır. Çünkü ümmetin en hayırlısı Peygamber'e (s.a.a.) en yakın olanıdır.
Ondan sonra, ondan sonra, ondan sonra böyle sırayla bu hayır derecesi, kıymet derecesi insanın düşer. Neden? Çünkü hem Kur'ân'ı hem Peygamberi ve hem Peygamber'in (s.a.a.) sünnetini anlamak da zafiyetler kendi iradeleriyle beraber akıllarıyla beraber katkılar döneme devreye girer.
"Doğru canım bu zaman bunu gerektirir" saçmalığından yola çıkarak efendim, hiç de Kur'âni olmayan, peygamberin uygulamasına yakın bulunmayan dönüş ve yaşayışlara evet, deriz…
İslâm olmadan insanların, Allah'ı bulması; Allah'ı bulmak demek Allah'ın yoluna girmek demektir.
'Yerin ve göğün yaratıcısı olan Allah'tan şüphe mi edersiniz" ayetinde Ehl-i Sünnet uleması şunu der: "Demek ki; insan hiçbir kitap, peygamberde gelmemiş olsa, sadece Allah'ı aklıyla bulabilir."
Aklı bir 'Allah vardır' der ama bu 'bir Allah vardır' sözcüğü onun mükellefiyetinin sınırlarını belirlemez.
Neyi yapacağını, neyi yapmayacağını ona bildirmez. Onun için de insanoğlu kaybolmasın, yok olmasın diye Allah her dönem ve devirde ona bir peygamber zaman zaman da kitaplar gönderdi.
Yüz yirmi dört bin ala rivayet peygamber gelmiş ve bunların da yüz dört kitapla açılımı olmuştur o peygamberlerin. Yüz tanesi sahifeler getirmiş, dört tanesi büyük kitap getirmiştir.
Şimdi onlar bile yani bu kitaplara inananlar, resullere inananlar bile zaman içerisinde öyle bir yanlışın içerisine girmiş ki, Allah'ın, onlara vahiy diye gönderdiği ilahi kitapları, kendi nefsani arzularına göre tebdil ettiler, değiştirdiler.
Kendi düşüncelerini, kendi kurallarını Allah'ın kurallarının yerine koydular. Yani, ayetleri saptırdılar.
Onun için İslâm'dan önce gelmiş kitapların bile tahrif olduğu Kur'ân-ı Kerim'in ayetleriyle beraber sabittir. Binaenaleyh, geçerli din olan Allah'ın Kur'ân'ında beyan edilmiş İslâm'dır. Tek din. "İnnediyne indellahil İslâm…" (Hiç şüphesiz, Allah indinde (tek ve gerçek) din, İslam'dır)
"Siz ehl-i kitaptan hangisine uyarsanız iman ettikten sonra sizi kâfir ederler." (Ali İmran 100)
Kime, uyarsan uy. Tefrik etmiyor Cenâb-ı Hak. Onun en bilgilisine, en cahiline ortadakine, âlimine hangisi olursa olsun. "İman ettikten sonra seni, dinden eder. Kâfir yaparlar."
Demek ki kurtuluş bellidir artık. Onun yolu bellidir. Neresidir? İslâm'dır.
"Efendim, o olmadan biz, Allah'ı bulup, O'nun emirlerini uygulayabilir miyiz?"
Bulamazsın ve uygulayamazsın. Hatta İslâm'ın önündeki dinlerin tahrif olduğu veya edildiği gerçeğinden hareket edersek onlarda bile bu mutlak doğruyu yaşama şansımız yok. Anlatabildik mi?
Binaenaleyh, eğer biz gerçekten kurtuluş istiyorsak; evvela Allah'ı, saniyen Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselam ve Kitab-ı Kerim olan Kur'ân Azimuşşan'ı hayatımızda yaşamak, onun ne dediğini, demediğini oradan öğrenmek, ona göre de kendi hayatımıza bir yol, bir yön tayin etmek lazımdır.
Bunun dışında hepsi laf-ı güzaftır. Batının, kendine göre uydurduğu bir felsefi yol olabilir. Çeşitli dinlerden vücuda getirilmiş karma bir din olabilir. Ama hiçbiri bunların hakikatte insanoğlunun aradığını ona bulduracak, hakiki cadde olamaz, olması da mümkün değil. Bilmem anlatabildik mi? (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Yani, 'yere ve göğe sığmam'. Nereye sığarım? 'Mümin kulumun kalbine'.
Allah'ın tecelli ettiği, sığdığı neresi olmuş oluyor? Mü'minin kalbi oluyor.
Nereye benziyor bu? Eğer siz, kalbinizi bir ayine-i İlahi yaparsanız bütün kâinatı aydınlatan güneş var. Güneş, on santimetre kutrundaki bir aynanın içine sığar mı? Yok. Ama o, onu yansıtır. Aynen onun gibi. O, Nazar-ı İlahiyi, o Zât-ı Bâri'yi kalp her şeyiyle beraber yansıtır.
Bu manada işte; "mümin kulumun kalbine sığarım" hadisinin manası tecelli eder ve ortaya çıkar. Ama o kalbi sen hakikaten temiz hale getirirsen, cilalarsan.
Kalp bir ev gibidir. Devamlı döner. Her türlü düşünce, duygu gelir. O devamlı dönen kalbe yapacağın şey güzel bir temizliktir. İstiğfar, o kalbi temizler. Salât u selâm, o kalbin tezyinatıdır, süsüdür, koltuğudur, halısıdır.
Kelime-i tevhid, İsm-i Celâl, Allah'ın isimlerini okuman oranın misafiridir. İşte kalbini hazırlarsın. Oraya Cenâb-ı Hak nazar eder ve o kalpte de Hak'tan başkası da olmaz.
İnsanın İslâm'ın dışında bir yoldan Allah ulaşması mümkün müdür?
Bu gibi sorular, zaman zaman gündem edilerek; "İnsanın da bulduğu doğrular, hakikatler vardır. Aşağı yukarı da Allah'ın emrettiği doğrular bunlardır" şeklinde benzetmelerle birlikte "Peygamber, kitap vesair gibi dini kurumlar olmadan da insanlar gerçeği bulabilir. Orada hak ve hakikati yaşar. Binaenaleyh her doğruyu her gerçeği yaşayan insanda mutlak manada kurtulmuştur" şeklinde ileri geri konuşan insanlar ve zümreler var.
İşte günümüzde oryantalizmin etkisinde kalarak "İşte onlar, yeniden Kur'ân'a insanları davet ediyor, biz Kur'ân'ın hakikatlerini anlatıyoruz."
Sanki Kur'ân'ın hakikatleri bugüne kadar anlatılmamış (!) ve de bilinmemiş (!) zehabına kapılarak böyle saçma sapan birtakım yollarla ortaya konmaya çalışılıyor.
Kur'ân'ı ilk anlayan insanlarla bugün anlayan insanlar arasında dahi, arada mukayesesi mümkün olmayan farklar vardır. Çünkü ümmetin en hayırlısı Peygamber'e (s.a.a.) en yakın olanıdır.
Ondan sonra, ondan sonra, ondan sonra böyle sırayla bu hayır derecesi, kıymet derecesi insanın düşer. Neden? Çünkü hem Kur'ân'ı hem Peygamberi ve hem Peygamber'in (s.a.a.) sünnetini anlamak da zafiyetler kendi iradeleriyle beraber akıllarıyla beraber katkılar döneme devreye girer.
"Doğru canım bu zaman bunu gerektirir" saçmalığından yola çıkarak efendim, hiç de Kur'âni olmayan, peygamberin uygulamasına yakın bulunmayan dönüş ve yaşayışlara evet, deriz…
İslâm olmadan insanların, Allah'ı bulması; Allah'ı bulmak demek Allah'ın yoluna girmek demektir.
'Yerin ve göğün yaratıcısı olan Allah'tan şüphe mi edersiniz" ayetinde Ehl-i Sünnet uleması şunu der: "Demek ki; insan hiçbir kitap, peygamberde gelmemiş olsa, sadece Allah'ı aklıyla bulabilir."
Aklı bir 'Allah vardır' der ama bu 'bir Allah vardır' sözcüğü onun mükellefiyetinin sınırlarını belirlemez.
Neyi yapacağını, neyi yapmayacağını ona bildirmez. Onun için de insanoğlu kaybolmasın, yok olmasın diye Allah her dönem ve devirde ona bir peygamber zaman zaman da kitaplar gönderdi.
Yüz yirmi dört bin ala rivayet peygamber gelmiş ve bunların da yüz dört kitapla açılımı olmuştur o peygamberlerin. Yüz tanesi sahifeler getirmiş, dört tanesi büyük kitap getirmiştir.
Şimdi onlar bile yani bu kitaplara inananlar, resullere inananlar bile zaman içerisinde öyle bir yanlışın içerisine girmiş ki, Allah'ın, onlara vahiy diye gönderdiği ilahi kitapları, kendi nefsani arzularına göre tebdil ettiler, değiştirdiler.
Kendi düşüncelerini, kendi kurallarını Allah'ın kurallarının yerine koydular. Yani, ayetleri saptırdılar.
Onun için İslâm'dan önce gelmiş kitapların bile tahrif olduğu Kur'ân-ı Kerim'in ayetleriyle beraber sabittir. Binaenaleyh, geçerli din olan Allah'ın Kur'ân'ında beyan edilmiş İslâm'dır. Tek din. "İnnediyne indellahil İslâm…" (Hiç şüphesiz, Allah indinde (tek ve gerçek) din, İslam'dır)
"Siz ehl-i kitaptan hangisine uyarsanız iman ettikten sonra sizi kâfir ederler." (Ali İmran 100)
Kime, uyarsan uy. Tefrik etmiyor Cenâb-ı Hak. Onun en bilgilisine, en cahiline ortadakine, âlimine hangisi olursa olsun. "İman ettikten sonra seni, dinden eder. Kâfir yaparlar."
Demek ki kurtuluş bellidir artık. Onun yolu bellidir. Neresidir? İslâm'dır.
"Efendim, o olmadan biz, Allah'ı bulup, O'nun emirlerini uygulayabilir miyiz?"
Bulamazsın ve uygulayamazsın. Hatta İslâm'ın önündeki dinlerin tahrif olduğu veya edildiği gerçeğinden hareket edersek onlarda bile bu mutlak doğruyu yaşama şansımız yok. Anlatabildik mi?
Binaenaleyh, eğer biz gerçekten kurtuluş istiyorsak; evvela Allah'ı, saniyen Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselam ve Kitab-ı Kerim olan Kur'ân Azimuşşan'ı hayatımızda yaşamak, onun ne dediğini, demediğini oradan öğrenmek, ona göre de kendi hayatımıza bir yol, bir yön tayin etmek lazımdır.
Bunun dışında hepsi laf-ı güzaftır. Batının, kendine göre uydurduğu bir felsefi yol olabilir. Çeşitli dinlerden vücuda getirilmiş karma bir din olabilir. Ama hiçbiri bunların hakikatte insanoğlunun aradığını ona bulduracak, hakiki cadde olamaz, olması da mümkün değil. Bilmem anlatabildik mi? (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.