Hicretin ikinci yılı... Yerinden yurdundan, evinden barkından edilen Müslümanlar, Medine'ye yerleşmişler, Allah Resûlü de, birçok idarî işleri yoluna koymuştu. Fakat o, müreffeh bir hayat sürmek için Medine'ye gitmiş değildi. İnsanları, Rableri ile tanıştırmak peygamberliğinin gereğiydi. Bu noktada, engelleyici her çabayı ortadan kaldırması zaruri olmuştu.
Çok kısa bir süre önce Mekke'de, Müslümanlar günlerce abluka altında tutulmuştu. Kadınlar, çocuklar aç, hastalar bîilaç... Kâfirler, ekonomik ve siyasî ambargo uygulamışlardı. Şimdi aynı insanlar, Şam-Mekke arasında ithalat ve ihracat yapıyor, Müslümanların bulunduğu bölgede onların aleyhinde ekonomik güç kazanıyorlardı. "Mü'min, bir delikten iki kere ısırılmaz", buyuran Allah Resûlü, artık Mekke müşriklerinin ısırmasına müsaade etmeyecekti. Muhacirlerin, Mekke'de terketmek zorunda kaldıkları mal varlıklarının hesabının sorulması zamanı da gelmişti.
Haber almıştı Allah Resûlü; Ebu Süfyan kumandasında yaklaşık kırk kişinin koruduğu Kureyş ticaret kervanı Şam'dan dönüyordu. Kendilerini yerlerinden yurtlarından çıkaran Kureyş'in bu kervanını vurmak için 310 küsûr ashabıyla yola çıktı. Ebu Süfyan da durumdan haberdar oldu. Damdam adında bir elçiyle Mekke müşriklerine haber uçurdu. Mekkeliler de hazırlıklarını tamamlayarak 1000 kişilik bir ordu ile Müslümanları karşılamak üzere yola çıktılar.
İki ordu arasındaki askerî güç oranı dengesizdi. Kureyş'in 1000 askerine karşı 310 Müslüman... Müşriklerin 700 devesi ve 100 atına karşılık mü'minlerin sadece 70 develeri vardı. Müslümanlarda iki tane atlı bulunuyordu. Develere iki veya üç kişi, nöbetleşe binerek yollarına devam ediyorlardı. Bu güç dengesizliği, pek fazla ehemmiyet arzetmiyordu. Zira vakıanın sonunda anlaşılacağı üzere kuvvet, bilekten öte yürekteydi. Hak adına çarpan bir yürek, Hakk'ın yardım ve tecellisini yanında bulacaktı. Allah Resûlü, yollarına devam ettiler. Bu arada iki kişiyi, kervanın durumunu öğrenmek üzere çevreye gönderdiler. Kureyşlilerin ordu hazırlayarak yola çıktığını bilmiyorlardı. Üç kişiyi de, Bedir çevresinde olan biteni öğrenmek için saldılar. Kureyş'in sakaları olduklarını söyleyen iki köleyi yakaladılar. Ebu Süfyan hakkında onlardan bilgi edinmek istediler. Ön soruşturmadan sonra Hz. Peygamberin huzuruna getirildi iki köle. Efendimiz (sav), "Bana Kureyş'in yerini söyleyiniz", buyurdu. Yerini gösterdiler. Sayılarını sordu "pek çokturlar" cevabını aldı. Kesin rakam istiyordu Allah Resulü. Bilmediklerini söylediler. "Peki, günde kaç deve kesiliyor" diye sordu; "Bir gün dokuz, bir gün on" dediler. Bunun üzerine Kutlu Nebi; "Kureyşliler 900 ilâ 1000 kişidir", buyurdular. Gerçekten de Kureyş ordusu, bin kişi civarındaydı.Resûlullah ashabına yönelerek; "İşte, Mekke sizlere ciğerpârelerini gönderiyor", diyerek sözlerini açar ve istişareye başlar. Zaten o, çoğu işlerde ashabına danışmayı ihmal etmezdi ve istişarenin değişik görüş sahibi gönülleri bir noktada bütünleştirmesi bakımından ne derece önem arzettiğini müdrikti. Muhacirlerin temsilcileri, oldukça güzel şeyler söyleyerek içten bağlılıklarını ifade ettiler. Zaten onlar İslâm'ın ilk günlerinden beri imtihanla, çile ve meşakkatle yoğrulmuşlardı. Ancak, İslâm yolunda malını ortaya koyan Ensar için bir can imtihanı idi Bedir Savaşı. Ensar topluluğuna işaretle; "Ey nas, sizler de görüşünüzü bildiriniz", buyurdu Hz. Peygamber.
Onları temsilen Sa'd b. Muaz; "Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik, sana söz verdik, biat ettik. O halde emredildiğin şeyi yapmaktan çekinme, seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bizleri alıp şu denize girecek olsan bile kesinlikle seninle gireriz oraya". Gönüller, Allah Resûlünde bir kez daha bütünleşti.
Ordu, Bedir'e doğru yol alıyordu. Allah Elçisi zafer muştularını arkadaşlarına iletiyor; "And olsun ki, ölecek kimselerin düşüp uzanacaklarını görür gibiyim", diyordu.
Nihayet Bedir'e gelindi. Ordu konakladı. Karargâhı kurma hazırlıkları başlayınca Hubab b. Münzir, orduyu yerleştirme plânının ilâhî bir işaretle mi, yoksa kendi reyi ile mi olduğunu sordu. Allah Resûlü, kendi tedbiri olduğunu söyleyince Hubab, stratejik bakımdan daha uygun, gerekçeli bir plân sundu. Hz. Peygamber, bu plânı daha uygun buldu. Savaşın en kritik döneminde, ordusunun bir neferinin görüşüne döndü; böylece güzel olanın kimden gelirse gelsin takdir edilmesi gerçeğini fiili olarak vurgulamış oldu. Kureyş ticaret kervanı kaçıp kurtulmuş; Ebu Süfyan, haber göndererek ordunun Mekke'ye geri gelmesini istemişti. Fakat Ebu Cehil kararında ısrarlı idi; savaşmak istemeyen arkadaşları için; "Onlar Muhammed'i görünce korkudan ciğerleri şişmiştir", diyerek alay ediyordu. Artık savaş kaçınılmazdı...
İki ordu savaşa hazır duruma gelmişti. Arap geleneğine göre, savaş başlamadan önce her iki taraftan bir iki kişi çıkar ve teke tek çarpışırlardı. Kureyş'ten üç kişi çıkmış, karşılarına duracak er istiyorlardı. Hz. Peygamber (sav); "Kalk ey Hamza, kalk ey Ubeyde b. Haris, kalk ey Ali!" diyerek mü'minlerden üç kişi seçti. Müslümanlardan her biri, düşmanını yere sermişti. Savaş kızışmaya başladı. Resulullah ashabına, emir verinceye kadar hamle yapmamalarını emretti.
Çok kısa bir süre önce Mekke'de, Müslümanlar günlerce abluka altında tutulmuştu. Kadınlar, çocuklar aç, hastalar bîilaç... Kâfirler, ekonomik ve siyasî ambargo uygulamışlardı. Şimdi aynı insanlar, Şam-Mekke arasında ithalat ve ihracat yapıyor, Müslümanların bulunduğu bölgede onların aleyhinde ekonomik güç kazanıyorlardı. "Mü'min, bir delikten iki kere ısırılmaz", buyuran Allah Resûlü, artık Mekke müşriklerinin ısırmasına müsaade etmeyecekti. Muhacirlerin, Mekke'de terketmek zorunda kaldıkları mal varlıklarının hesabının sorulması zamanı da gelmişti.
Haber almıştı Allah Resûlü; Ebu Süfyan kumandasında yaklaşık kırk kişinin koruduğu Kureyş ticaret kervanı Şam'dan dönüyordu. Kendilerini yerlerinden yurtlarından çıkaran Kureyş'in bu kervanını vurmak için 310 küsûr ashabıyla yola çıktı. Ebu Süfyan da durumdan haberdar oldu. Damdam adında bir elçiyle Mekke müşriklerine haber uçurdu. Mekkeliler de hazırlıklarını tamamlayarak 1000 kişilik bir ordu ile Müslümanları karşılamak üzere yola çıktılar.
İki ordu arasındaki askerî güç oranı dengesizdi. Kureyş'in 1000 askerine karşı 310 Müslüman... Müşriklerin 700 devesi ve 100 atına karşılık mü'minlerin sadece 70 develeri vardı. Müslümanlarda iki tane atlı bulunuyordu. Develere iki veya üç kişi, nöbetleşe binerek yollarına devam ediyorlardı. Bu güç dengesizliği, pek fazla ehemmiyet arzetmiyordu. Zira vakıanın sonunda anlaşılacağı üzere kuvvet, bilekten öte yürekteydi. Hak adına çarpan bir yürek, Hakk'ın yardım ve tecellisini yanında bulacaktı. Allah Resûlü, yollarına devam ettiler. Bu arada iki kişiyi, kervanın durumunu öğrenmek üzere çevreye gönderdiler. Kureyşlilerin ordu hazırlayarak yola çıktığını bilmiyorlardı. Üç kişiyi de, Bedir çevresinde olan biteni öğrenmek için saldılar. Kureyş'in sakaları olduklarını söyleyen iki köleyi yakaladılar. Ebu Süfyan hakkında onlardan bilgi edinmek istediler. Ön soruşturmadan sonra Hz. Peygamberin huzuruna getirildi iki köle. Efendimiz (sav), "Bana Kureyş'in yerini söyleyiniz", buyurdu. Yerini gösterdiler. Sayılarını sordu "pek çokturlar" cevabını aldı. Kesin rakam istiyordu Allah Resulü. Bilmediklerini söylediler. "Peki, günde kaç deve kesiliyor" diye sordu; "Bir gün dokuz, bir gün on" dediler. Bunun üzerine Kutlu Nebi; "Kureyşliler 900 ilâ 1000 kişidir", buyurdular. Gerçekten de Kureyş ordusu, bin kişi civarındaydı.Resûlullah ashabına yönelerek; "İşte, Mekke sizlere ciğerpârelerini gönderiyor", diyerek sözlerini açar ve istişareye başlar. Zaten o, çoğu işlerde ashabına danışmayı ihmal etmezdi ve istişarenin değişik görüş sahibi gönülleri bir noktada bütünleştirmesi bakımından ne derece önem arzettiğini müdrikti. Muhacirlerin temsilcileri, oldukça güzel şeyler söyleyerek içten bağlılıklarını ifade ettiler. Zaten onlar İslâm'ın ilk günlerinden beri imtihanla, çile ve meşakkatle yoğrulmuşlardı. Ancak, İslâm yolunda malını ortaya koyan Ensar için bir can imtihanı idi Bedir Savaşı. Ensar topluluğuna işaretle; "Ey nas, sizler de görüşünüzü bildiriniz", buyurdu Hz. Peygamber.
Onları temsilen Sa'd b. Muaz; "Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik, sana söz verdik, biat ettik. O halde emredildiğin şeyi yapmaktan çekinme, seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bizleri alıp şu denize girecek olsan bile kesinlikle seninle gireriz oraya". Gönüller, Allah Resûlünde bir kez daha bütünleşti.
Ordu, Bedir'e doğru yol alıyordu. Allah Elçisi zafer muştularını arkadaşlarına iletiyor; "And olsun ki, ölecek kimselerin düşüp uzanacaklarını görür gibiyim", diyordu.
Nihayet Bedir'e gelindi. Ordu konakladı. Karargâhı kurma hazırlıkları başlayınca Hubab b. Münzir, orduyu yerleştirme plânının ilâhî bir işaretle mi, yoksa kendi reyi ile mi olduğunu sordu. Allah Resûlü, kendi tedbiri olduğunu söyleyince Hubab, stratejik bakımdan daha uygun, gerekçeli bir plân sundu. Hz. Peygamber, bu plânı daha uygun buldu. Savaşın en kritik döneminde, ordusunun bir neferinin görüşüne döndü; böylece güzel olanın kimden gelirse gelsin takdir edilmesi gerçeğini fiili olarak vurgulamış oldu. Kureyş ticaret kervanı kaçıp kurtulmuş; Ebu Süfyan, haber göndererek ordunun Mekke'ye geri gelmesini istemişti. Fakat Ebu Cehil kararında ısrarlı idi; savaşmak istemeyen arkadaşları için; "Onlar Muhammed'i görünce korkudan ciğerleri şişmiştir", diyerek alay ediyordu. Artık savaş kaçınılmazdı...
İki ordu savaşa hazır duruma gelmişti. Arap geleneğine göre, savaş başlamadan önce her iki taraftan bir iki kişi çıkar ve teke tek çarpışırlardı. Kureyş'ten üç kişi çıkmış, karşılarına duracak er istiyorlardı. Hz. Peygamber (sav); "Kalk ey Hamza, kalk ey Ubeyde b. Haris, kalk ey Ali!" diyerek mü'minlerden üç kişi seçti. Müslümanlardan her biri, düşmanını yere sermişti. Savaş kızışmaya başladı. Resulullah ashabına, emir verinceye kadar hamle yapmamalarını emretti.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.