Ekranlar 28 Şubat tartışmalarına teslim oldu. Ben de bir 28 Şubat yazısı yazayım istedim. Ancak ben sizin bildiğiniz 28 Şubat'tan değil başka bir 28 Şubat'tan bahsedeceğim. Aslında bu da çok iyi biliniyor ama pek konuşulmuyor, konuşulamıyor.
Tarih: 28 Şubat 2011.
Yer: Almanya.
Başbakan Erdoğan NATO, Libya'ya müdahale etsin önerilerine sert bir karşılık veriyor ve şöyle diyor.
'NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez'
Sonra ne mi oldu? Ne olduğu hepimizin malumu.
Unutanlar için, unutturmak isteyenler için buradan bir kez daha tekrarlayalım, bakın bu sözlerden sonra neler oldu?
1-NATO Libya'ya operasyon başlattı. ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya'dan oluşan NATO uçakları ülkeyi bombaladı. Binlerce Libyalı müslüman öldü.
2- Türkiye (İzmir) operasyonun karar merkezi oldu.
3-Hükümet İzmir'i operasyonun karar merkezi yapmakla yetinmedi savaş gemilerini ve denizaltılarını operasyona destek için Libya'ya gönderdi. Üstelik de TBMM'den tezkere çıkması bile beklenmeden.
4- Hükümet silahlı isyancılara 400 milyon dolar para yardımı yaptı.
Evet... Bu olayla hükümetimizin dış politikada bir dik duruşuna(!) daha şahitlik etmiş olduk.
***
RASMUSSEN NASIL NATO GENEL SEKRETERİ OLDU?
Hükümetin siciline baktığımızda Libya hadisesine benzer bir çok 'U' dönüşü görmek mümkün.
Örneğin Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreteri olması, ki o Rasmussen, ülkesinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) çizimleriyle hakaret eden karikatüristlere destek vermişti.
Aynı Rasmussen ülkesinden yayın yapan terör örgütünün tv kanalına da basın özgürlüğü bahanesiyle kol kanat germişti.
Bu adam Nisan 2009'da NATO genel sekreterliğine aday oldu.
O tarihte Londra'da olan Başbakan Erdoğan bu iki durumu gerekçe göstererek, Rasmussen'in seçilmesine "olumsuz bakıyorum" demişti.
Rasmussen bu sözlerden sadece 2 gün sonra NATO Genel Sekreteri oldu.
Çünkü ABD öyle istedi.
Bizimkilere ise kararı onaylayıp susmak kaldı.
Merak edenler Fransa-Almanya sınırında yapılan NATO Zirvesinde (4 Nisan 2009) yaşananlara bakabilir.
***
İSRAİL AKP SAYESİNDE OECD ÜYESİ OLDU!
Ve bir başka örnek. Bu sefer konu İsrail.
Başbakanımız özellikle seçim dönemlerinde İsrail'e yönelik sert açıklamalar yapar. İyi bilir ki İsrail karşıtlığı Türk halkı nezdinde prim yapar.
Ancak İki ülke arasındaki resmi ilişkiler kamuoyuna yansıyandan oldukça farklı bir zeminde yürür.
Bu bağlamda Mayıs 2010'da önemli bir gelişme yaşandı.
İsrail, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD'de yapılan oylamada, Türkiye'nin de desteğini alarak oy birliği ile örgüte kabul edildi.
OECD'de tüm üye ülkelerin yeni üye kabul sürecinde veto hakkı bulunuyor.
Ancak Türkiye, İsrail'in üyeliğinin görüşüldüğü toplantıda bu hakkını kullanmadı.
Üstelik Filistinlilerin oylamadan önce Ankara'ya yaptığı şu uyarı mektubuna rağmen; "İsrail 2008 Aralık-2009 Ocak döneminde tüm Gazze'yi yıkan saldırısının ardından, bir de ambargo uygulayarak, buradaki sivillerin yaşamlarını devam ettirmek için bölgeyi yeniden inşa etmelerine bile izin vermemektedir."
O tarihte İslami İnsan Hakları Komisyonu Genel Başkanı Mesud Şadcare de Başbakan Erdoğan ile görüşerek, İsrail'i veto etmesini istediklerini ancak bu taleplerinin kabul görmediğini söylemişti.
Hükümetimiz her fırsatta onurlu dış politikadan, Türkiye'nin itibarının yükseltildiğinden bahseder.
Yakın zamandan verdiğimiz bu 3 örnek Türkiye'nin dış politikadaki gerçek fotoğrafını ortaya koyuyor.
Örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkün. Ancak anlayana bu kadarı da yeter de artar bile.
Tarih: 28 Şubat 2011.
Yer: Almanya.
Başbakan Erdoğan NATO, Libya'ya müdahale etsin önerilerine sert bir karşılık veriyor ve şöyle diyor.
'NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez'
Sonra ne mi oldu? Ne olduğu hepimizin malumu.
Unutanlar için, unutturmak isteyenler için buradan bir kez daha tekrarlayalım, bakın bu sözlerden sonra neler oldu?
1-NATO Libya'ya operasyon başlattı. ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya'dan oluşan NATO uçakları ülkeyi bombaladı. Binlerce Libyalı müslüman öldü.
2- Türkiye (İzmir) operasyonun karar merkezi oldu.
3-Hükümet İzmir'i operasyonun karar merkezi yapmakla yetinmedi savaş gemilerini ve denizaltılarını operasyona destek için Libya'ya gönderdi. Üstelik de TBMM'den tezkere çıkması bile beklenmeden.
4- Hükümet silahlı isyancılara 400 milyon dolar para yardımı yaptı.
Evet... Bu olayla hükümetimizin dış politikada bir dik duruşuna(!) daha şahitlik etmiş olduk.
***
RASMUSSEN NASIL NATO GENEL SEKRETERİ OLDU?
Hükümetin siciline baktığımızda Libya hadisesine benzer bir çok 'U' dönüşü görmek mümkün.
Örneğin Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreteri olması, ki o Rasmussen, ülkesinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) çizimleriyle hakaret eden karikatüristlere destek vermişti.
Aynı Rasmussen ülkesinden yayın yapan terör örgütünün tv kanalına da basın özgürlüğü bahanesiyle kol kanat germişti.
Bu adam Nisan 2009'da NATO genel sekreterliğine aday oldu.
O tarihte Londra'da olan Başbakan Erdoğan bu iki durumu gerekçe göstererek, Rasmussen'in seçilmesine "olumsuz bakıyorum" demişti.
Rasmussen bu sözlerden sadece 2 gün sonra NATO Genel Sekreteri oldu.
Çünkü ABD öyle istedi.
Bizimkilere ise kararı onaylayıp susmak kaldı.
Merak edenler Fransa-Almanya sınırında yapılan NATO Zirvesinde (4 Nisan 2009) yaşananlara bakabilir.
***
İSRAİL AKP SAYESİNDE OECD ÜYESİ OLDU!
Ve bir başka örnek. Bu sefer konu İsrail.
Başbakanımız özellikle seçim dönemlerinde İsrail'e yönelik sert açıklamalar yapar. İyi bilir ki İsrail karşıtlığı Türk halkı nezdinde prim yapar.
Ancak İki ülke arasındaki resmi ilişkiler kamuoyuna yansıyandan oldukça farklı bir zeminde yürür.
Bu bağlamda Mayıs 2010'da önemli bir gelişme yaşandı.
İsrail, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD'de yapılan oylamada, Türkiye'nin de desteğini alarak oy birliği ile örgüte kabul edildi.
OECD'de tüm üye ülkelerin yeni üye kabul sürecinde veto hakkı bulunuyor.
Ancak Türkiye, İsrail'in üyeliğinin görüşüldüğü toplantıda bu hakkını kullanmadı.
Üstelik Filistinlilerin oylamadan önce Ankara'ya yaptığı şu uyarı mektubuna rağmen; "İsrail 2008 Aralık-2009 Ocak döneminde tüm Gazze'yi yıkan saldırısının ardından, bir de ambargo uygulayarak, buradaki sivillerin yaşamlarını devam ettirmek için bölgeyi yeniden inşa etmelerine bile izin vermemektedir."
O tarihte İslami İnsan Hakları Komisyonu Genel Başkanı Mesud Şadcare de Başbakan Erdoğan ile görüşerek, İsrail'i veto etmesini istediklerini ancak bu taleplerinin kabul görmediğini söylemişti.
Hükümetimiz her fırsatta onurlu dış politikadan, Türkiye'nin itibarının yükseltildiğinden bahseder.
Yakın zamandan verdiğimiz bu 3 örnek Türkiye'nin dış politikadaki gerçek fotoğrafını ortaya koyuyor.
Örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkün. Ancak anlayana bu kadarı da yeter de artar bile.
Bayram Coşkun / diğer yazıları
- Rest çekerken verilen tavizlerin söylenmesi / 26.09.2022
- ABD ve AB açlıktan kırılıyor! / 23.09.2022
- Kandırıldık / 19.09.2022
- Gariban Türk’e Survivor gibi memleket / 16.09.2022
- Klasik AKP dış politikası / 12.09.2022
- Akıl tutulması / 05.09.2022
- İslam dünyası! / 18.05.2021
- İftar / 07.05.2021
- Çöküş / 03.05.2021
- Tam kapanma dediysek, mesela yani / 30.04.2021
- ABD ve AB açlıktan kırılıyor! / 23.09.2022
- Kandırıldık / 19.09.2022
- Gariban Türk’e Survivor gibi memleket / 16.09.2022
- Klasik AKP dış politikası / 12.09.2022
- Akıl tutulması / 05.09.2022
- İslam dünyası! / 18.05.2021
- İftar / 07.05.2021
- Çöküş / 03.05.2021
- Tam kapanma dediysek, mesela yani / 30.04.2021