Vatandaşların birinci gündemi ekonomik sorunlar ve gelir darlığı. Bu gerçeği tarafsız olarak yapılan bütün anketler gösteriyor.
Bu konuda son kamuoyu araştırmasını Asal Araştırma şirketi yaptı.
1-9 Kasım tarihleri arasında 26 ilde 2 bin 15 kişiyle yapılan anket çalışmasında, katılımcılara, "Sizce Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?" sorusu yöneltildi.
Katılımcılar şu yanıtları verdi:
Ekonomi/hayat pahalılığı yüzde 58,2; adalet/hukuk sistemi yüzde 9,6; işsizlik/istihdam yüzde 5,8; eğitim sistemi yüzde 3,2; hükümet yüzde 3,0; emekli maaşları yüzde 2,7; güvenlik/asayiş yüzde 2,4; terör yüzde 2,2; göç sorunu/mülteci yüzde 1,9; Kürt sorunu yüzde 1,6; demokrasi yüzde 1,5; dış tehditler yüzde 1,4; ahlaki değer kaybı yüzde 1,2; kentsel dönüşüm/deprem yüzde 1,2; diğer yüzde 1,0; fikrim yok/cevap yok yüzde 3,1...
Gördüğünüz gibi, her 10 vatandaştan 6'sı Türkiye'nin en önemli sorunu olarak ekonomi ve hayat pahalılığını görüyor.
Dikkat ederseniz, halkın yüzde 1.6'nın gündeminde olan 'Kürt Sorunu' diye iddia ettikleri mesele için Meclis bünyesinde komisyon kuruluyor, bu konu aylardır Türk milletinin gündemini işgal ediyor, ama her 10 vatandaşın 6'sının gerçek sorun olarak ifade ettiği ekonomik sorunlar ve hayat pahalılığı için ne bir komisyon var ne de bir çözüm.
Milletin asıl gündemini perdelemek için mi diğer gündemler sürekli pompalanıyor merak konusu.
Geçim denilince akla asgari ücret ve emekli maaşları geliyor.
Aralık ayında Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılar yapacak ve 2026 yılının asgari ücretini belirleyecek.
Asgari ücret yıl sonu enflasyonuna göre mi olacak, 2026 yılının sonu için tahmin edilen "beklenen enflasyon"a göre mi belirlenecek?
2025 yılı için asgari ücret, malum, 2025'in yıl sonu için tahmin edilen yüzde 30 enflasyona göre, diğer ifadeyle beklenen enflasyona göre 22 bin 104 TL olarak belirlendi ve temmuzda ara zam yapılmayacak milyonlarca işçi açlık sınırının çok altında bir asgari ücrete mahkum edildi.
Şimdi de Merkez Bankası'nın 2026 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 16. Bu orandaki bir asgari ücret zammını hükümet de dahil oldukça düşük buluyor.
Yabancı kredi kuruluşlarının bile zam tahminleri yüzde 20-25 arasında, ama maalesef daha fazla değil. 2025'in asgari ücret zammını bilen JpMorgan 2026 için yüzde 23 oranını belirtti.
Ankara'dan gelen kulis bilgilerine göre, zam için yıl sonu enflasyonu ile 2026'nın yıl sonu enflasyonunun ortalaması alınacak. Bu da yaklaşık yüzde 25 yapıyor. Eğer bu kulis bilgisi doğruyla asgari ücret 27 bin 630 TL olacak.
Asgari ücret belirlenmesinde ilginç olan hükümetin "Biz belirlemiyoruz" çıkışı. 2025 yılı sonunda işçi sendikası Türk-İş masadan kalktı, yapılan yüzde 30'luk zammı işveren sendikaları bile düşük buldu. Bu sene şartlar değişmezse Türk-İş, komisyona katılmayacağını söylüyor. İşveren sendikaları ise komisyonda karar ne çıkarsa çıksın yüzde 5 daha zam yapacaklarını açıkladılar.
Yani asgari ücreti komisyon belirlemiyor.
Zaten enflasyonla mücadele bahanesiyle talebi baskılamak, IMF'nin kemer sıkma politikalarını "kamçısız" bir şekilde uygulamak hükümetin misyonu değil mi?
Olmayan bir talep enflasyonuyla mücadele edilip, var olan bir maliyet enflasyonunun sorumluluğundan kaçılıyor.
Hükümetin yıllardır yaptığı bu.
Resmi veriler ülkemizde talep enflasyonunun olmadığını net olarak gösteriyor.
Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi'nin verilerine göre, kişi başına düşen ortalama borç payı son bir yılda yüzde 42,6 artışla 86 bin 324 TL'den 123 bin 124 TL'ye yükseldi.
Vatandaşların bankalara olan bireysel borçları 5 trilyon lirayı aşmış durumda. 40 milyondan fazla vatandaşımız kredi borcuyla yaşamak zorunda.
İcra dosyaları 25 milyona dayandı. Sadece ocaktan kasıma icra dosya sayısında net artış 2 milyon 666 bin.
Talep enflasyonu olsa bu kadar borç, bu kadar icra olur muydu?
Hükümetin, yanlış finans, özelleştirme, talebi baskılama politikaları sebebiyle ülkemizde gelir adaletsizliği artarak devam ediyor.
Sonuç: Kişi başı milli gelir sermaye ve rantiyeye; kişi başı borç toplumun yüzde 90'ını kapsayan dar gelirli vatandaşların sırtına...
Bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul.
Ülkemizde sorun sistemsel...
Finans üretimi yanlış.
Finansın dağılımı yanlış.
Hammadde ve enerji üretimi yanlış.
Devletin küçültülmesi, ekonomideki rolünün azaltılması yanlış.
Özelleştirme politikaları yanlış.
Vergi politikaları yanlış.
Hastane, yol, köprü vs. üretimi yanlış.
Tarım ve politikaları yanlış.
Kısaca hükümetin uyguladığı komple ekonomik sistem yanlış.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş, "Ekonomik sistem yanlış, değiştirmemiz lazım, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ni uygulamamız lazım" diyor.
Asgari ücret nasıl açlığı ve yoksulluğu bitirecek düzeye çıkacak, gelir adaletsizliği nasıl son bulacak, toplumun tüm kesimleri nasıl refah seviyesine yükselecek, bunların hepsinin formülü Milli Ekonomi Modeli'nde var. Yeter ki BTP ve lideri Hüseyin Baş'a fırsat verelim.
- Hazar'dan Akdeniz'e ABD güdümlü Türkiye-İsrail işbirliğinin taşları mı döşeniyor? / 15.11.2025
- Türkiye’de suçlardaki artış, küresel raporlara yansıdı / 14.11.2025
- Atatürk’e sevgi arttıkça, birileri kuduruyor! / 13.11.2025
- SDG mi Şam'a entegre olacak, yoksa Şam mı SDG'ye? / 12.11.2025
- Atatürk'ü anmaktan ziyade ANLAMAK lazım / 11.11.2025
- Her gün 1 kadın cinayete kurban gidiyor / 08.11.2025
- Ekümenikliğe uygun bir Ruhban Okulu planı / 06.11.2025
- Vatandaşların mağduriyeti, rantiyenin kazancı oluyor / 05.11.2025
- ABD Büyükelçisi'nden 'Türkiye-İsrail işbirliği' vurgusu / 04.11.2025















































































