logo
20 NİSAN 2024

Bosna Diyalog kıskacında

21.09.2005 00:00:00
Bosna Hersek'teki savaşın ciddi bir uyanışı beraberinde getirmesine rağmen Müslüman Boşnakları asimile hareketinin şimdi de Dinlerarası Diyalog ile yürütüldüğüne dikkat çeken BTP lideri Prof. Dr. Haydar Baş, "Dinlererası Diyalog ile özünden koparılan insanlar farklı medeniyetlerin, farklı örflerin kurbanı haline getirilmek isteniyor" dedi.

BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Bosna-Hersek'e üç günlük bir ziyarette bulundu ve bu haftaki "Haftanın Sohbeti" Mostar köprüsünün hemen yanıbaşında gerçekleştirildi. Prof. Dr. Haydar Baş, Selim Kotil'in sorularına verdiği cevaplarda Bosna Hersek'in, Mostar'ın, Balkanların, Kafkasların, Türk dünyasının, Ortadoğu'nun Müslüman Türk milleti için ne anlam ifade ettiğini, bu minval üzere neler yapılması gerektiğini anlattı.

Muhterem Hocam, tarihi bir mekanda, Mostar'dayız. Şu anda arkamızda Mostar köprüsü bulunuyor. Mostar'ı nasıl buldunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Anadolu şehirlerinden, Anadolu medeniyetinden, Türk İslam görüntülerinden bir yerde kendimi buldum. Gördüm ki Müslüman Türk milleti hangi coğrafyaya gitmişse oraya kültürünü, siyasetini, medeniyetini getirdi. Bu siyasetini bir zorlama yapmadan, bir baskı kurmadan, tamamen gönül yoluyla, hazmettire ettire uyguladı. İnsanlarla, buralı arkadaşlarla yaptığımız temaslarda, gezdiğimiz pazarda, çarşısında bunu çok açık ve net olarak yaşıyoruz.

Mostar köprüsünün önemiMostar köprüsündeki teknik incelikten bir iki kelime bahsetmek istiyorum. Dikkat ederseniz Mostar köprüsünün tekniği tıpkı kubbe teknolojisine uygun yapılmıştır. Çok geniş bir mekan var. Bu geniş mekanda, o günün şartlarında, demir kullanmadan, bu koskocaman köprüyü ayakta tutuyorsunuz. Bu, aslında hakikaten zor bir iştir. Ama bunu bizim Türk sanat anlayışı, mimari anlayışı zor da olsa gerçekleştirmiştir. Böylece yukarıdan ne kadar yük binerse binsin bu köprünün yıkılması mümkün değildir. Bu teknolojinin yanında, bu çok güçlü bir anlayışın, medeniyetin orada sergilenmesinin yanında Müslüman Türk milleti aynı zamanda hemen bu köprünün etrafında, şu kadar küçük bir mekanda on tane küçük cami yapmıştır. 100- 500 metrede cami yaparak kendi sanatını, kültürünü, medeniyetini buradaki insanların gönül dünyalarını fethederek sergilemiştir. Yine yukarıda dikkat ederseniz bir haç var. Dağın tepesinde. Son Hırvat Boşnak savaşında bu köprü yıkılıyor. Hemen akabinde de Hırvatlar Haçlarını oraya dikiyorlar. Demek ki burada yapılan savaş her hangi bir ekonomik zafiyetten, kazançtan doğan bir savaş değil. İnançların, kültürlerin, medeniyetlerin savaşıdır. Bu haç bunun çok açık bir göstergesidir. Burada yapılmak istenilen şey Haçlı kültürünün, Haçlı medeniyetinin, burada yaşayan Müslüman Bosnalıların üzerine hakim kılmanın bir ifade tarzı idi. Ama yıkılan köprü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  ilgi ve alakası ile yeniden inşa edilmiştir. Milletin bir bireyi olarak kendilerine buradan teşekkür ediyorum. Fevkalade bir tarzda, eskisini hatırlatacak mimari tarzda onu ortaya koydular.

Bosna'daki yeni tehlike: Dinlerarası Diyalog

Medeniyetler çatışması olduğunu ifade buyurdunuz. Savaş döneminde en az 250 bini aşkın Müslüman Boşnak burada katledildi. Tito döneminde, Müslümanlar, Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar kardeştir adı altında bir süreçten hadise bu noktaya getirildi. Bu, önümüzde bir çelişki gibi duruyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Tabii Tito döneminde başlayan bir asimile hareketi vardı. Bu asimile hareketi önce insanların kültüründe, inancında başlatılmıştır. O günden bugüne de bilhassa inanca yoğun bir şekilde intikal ederek Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin maalesef inançları ile oynanmıştır. Bir insanın inancı aynı zamanda örfüdür, adetidir, geleneğidir, medeniyetidir, siyasetidir. Yani insanların inançlarının hayatla birebir ilgisi vardır. Siz bunu koparıp atamazsınız. Onun için Müslüman Türk dünyasında siyaset, kültür, medeniyet, Tevhid akidesi üzerine bina edilmiştir. Sistemler ne olursa olsun hepsinde bir birlik ve beraberlik vardır. Ruhu birliğe dayalıdır. Hıristiyan Batı dünyasında ise bu Teslis akidesine dayalıdır. Siz bütün bu medeniyetlerin oturduğu temel taş, zemin olan dinle oynadığınız zaman o milletlerin medeniyetleri ile, siyasetleriyle, kültürüyle oynarsınız. Zaman içerisinde yetişen nesiller asıldan çok uzaklaşır ve kendinden kopar. Burada o yapılmıştır. Mesela burada karşılaştığımız insanların halinden, yaptığımız sohbetlerden, bize gelen bilgilerden bu asimile hareketlerinin sonunda o kadar Bosnalı kendinden koptu ki kendini unuttu. Vurdumduymaz bir pozisyona girdi. Ama son Sırp Hırvat savaşı bir ders oldu. "Hani kardeştik. Tito döneminde bu böyleydi. Biz Müslüman kadınları bunlarla evlendirdik. Biz kardeş olacaktık. Demek ki bunların hepsi bir hikaye, hepsi bir aldatmaca" denilmek suretiyle o günden bu tarafa Bosnalılarda ciddi bir uyanış var. Fakat bu yoğun hareket, asimile hareketi, savaştan hemen sonra Dinlerarası Diyalog adı altında yine devam ediyor. Ki Türkiye'de zaten bu hareketin girmediği, istila etmediği bir şey de kalmadı. Bu, büyük bir hastalıktır. Müslüman Türk'ü içten içe kemirmek, onu hıristiyan yapmaktır Dinlererası Diyalogun özü. Başka bir şey değildir. İnsan kendi kurallarından koptuğu zaman, nasıl aç olan insanın önüne siz yiyeceği gıdayı koymazsanız zararlı da olsa her gıdayı yemek mecburiyetinde kalır. İnançlar da böyledir. Kendine has olanı, kendine faydalı olanı bulamadığı zaman önüne gelene sarılır. Yani sahte ilahlara sarılması bir tabiat zorunlamasıdır. Fıtrattan gelen bir ihtiyaçtır. Burada ve dünyada oynanan oyun bu. Dinlerarası Diyalog ile kendi özünden kopartılan insanları farklı kulvarlara sürükleyerek, farklı medeniyetlerin, farklı örflerin kurbanı haline getirmektir. Buralarda aynı şey uygulanıyor.

Türkiye sırtını dönmüş vaziyetteBurasını da ayıktıracak olan, daha önce buralara bu medeniyeti kazandıran Türk milleti olacaktır. Onun için Türk milletinin, Balkanlarda, Kafkaslarda, Türk dünyasında, Ortadoğu'da çok güçlü bir politikası olması lazımdır. Bir hariciye politikası olması lazımdır. Ama maalesef bunu biz bugün göremiyoruz. Şu anda hariciye politikamız sanki kendi kendine mahkum olmuş, esir olmuş bir anlayış içerisinde, sanki biz dünyaya muhtaçmışız mantığı içerisinde gidiyor. Bu halde himmete muhtaç olan dede nasıl başkasına himmet edemez ise görüntümüz de bir başka topluluğa yardım etmek, onu bir noktaya taşımak değil bilakis  onlardan uzaklaşma dönemine girmiştir. Çünkü bizim kendimize olan itimadımızı kaybetmişiz. Bugünkü siyaset bunu kaybetmiştir. Aslında buna dönmek lazım. Milletin kendisine dönmesi lazım. Kafkaslar politikasını, Balkanlar politikasını ele alarak bir bilek, bir yürek olmamız lazım. Buraya geldik. Kendimizi hiç Anadolunun dışında bir mekanda gibi hissettik mi? Herkes  bize sıcak bakıyor. Sanki aylarca, yıllarca beraber yaşadık. Mesela Saraybosna'da Başçarşı'da çok ciddi bir medeniyeti, kültürü hep beraber yaşadık, gördük. Bu insanlar bizden bunu bekliyor. Ama biz buralara maalesef sırtımızı dönmüş vaziyetteyiz. Siyasilerin kulaklarını, gözlerini açarak, nazarlarını biraya tam teksif ederek o birliği hayata geçirmeleri lazım.

Müslüman Türk kimliğinin önemi

Muhterem Hocam, ifade ettiğiniz gibi Dinlerarası Diyalog süreci ile Bosna Hersek bu noktaya kadar getirildi. Benzeri olay Irak'ta da yaşandı. Irak ilk işgal edildiğinde Iraklı kadınların işgalcileri güllerle karşıladıklarını gördük. Ama ondan sonra o bölge insanı büyük bir eziyet ve işkence ile karşı karşıya kaldı. Kendi ülkemizde de Dinlerarası Diyalog adı altında insanımız kendi akaidinden ve kimliğinden kopartılarak kendi devleti ve kimliği ile adeta karşı karşıya getiriliyor. Bu noktada siz her konuşmanızda sık sık Müslüman Türk kimliğinden bahsediyorsunuz. Buranın insanının da kimliğini kaybettiğini ifade ettiniz. Müslüman Türk kimliğinin niye bu kadar üzerinde duruyorsunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Müslüman Türk kimliği insanlık kimliğidir. Bunu çok iyi bilelim. Biz, geçmişimizi, milletimizi, Türk milletini tanımadığımız için ona verilmesi gereken değerden haberdar değiliz. Türk milleti bir defa insan olarak insani değerlere, tarihin her döneminde, Müslüman olmadan önce de değer vermiştir. Müslüman olduktan sonra yürüdüğü yolda karıncayı bile incitmemiştir. Eğer Türk milleti kabadayıdır. Atının sırtından inmemiştir. Obalardan obalara delikanlı gibi gitmiştir. Ama hiç bir insanın hakkına tecavüz etmemiştir. Gezdiği coğrafyalarda  can, mal, namus, din ve vicdan emniyetini doya doya bütün insanlığa yaşatmıştır. Fakat bunları yaşatırken de kendi kültürünün, kendi medeniyetinin, kendi siyasetinin üstünlüğüne inanarak onu hayata geçirmiştir. Gittiği coğrafyalarda o kültüre, o medeniyete, o insanlığa bütün insanlık adeta aşık olmuştur. "Biz de bundan olacağız. Biz de bununla beraber olacağız" demek suretiyle bu kimliğe bürünmüştür. "Ben Türküm" demiştir. Bugün dünyanın global güçleri bir coğrafyaya gidiyor. Yaptığı iş yağmalamaktır, talandır. Ondan sonra da "Niye beni filan millet sevmiyor" diyor. Elbette seni sevmez. Eğer onlar da gittiği coğrafyalarda, Türk kimliği gibi, onların canına, malına, namuslarına, dinine dokunmamış, bilakis korumuş olsaydı bu durumdan şikayet etmeyeceklerdi. Korumadıkları için dünya onlardan mustarip oldu. "Senin varlığın benim yokluğumu gerektiriyor" diyorlar. Müslüman Türk kimliği ise bu değildi. Geçmişte kimsenin varlığını tehdit etmedi. Gitti, onlara emniyeti getirdi. Şimdi bütün dünya bu anlayışa, bu iffete, bu haysiyete, bu şerefe, bu telakkiye muhtaç. Bunu arıyor. Bu izzeti, bu gururu arıyor. Evet Saraybosna'ya, Mostar'a geldi. Ama Türk burada bir zulüm yapmadı. Ne yaptığını görüyoruz. Onlar da gururla Türk milletini seyretti. Medeniyet getirdi. Bir medeniyetin taşıyıcısı oldu. Şimdi de Türk milletinin üzerine düşen misyon budur. Dünyayı işgal etme projeleriyle, insanlığa bir veba hastalığı şeklinde global güçlerin tasallut etmesi ancak Türk milletinin insanlığa sahip çıkmasıyla önlenebilir.

Kaynaklar peşkeş çekiliyor

Türk milletinin insanlığa sahip çıkması mefkuresini milletimizin önüne koyan tek kişi sizsiniz. Ama maalesef Türk siyaseti çok daha başka yerde duruyor. Bırakın buralara sahip çıkmayı, kendi kaynaklarımızı adeta özelleştirme adı altında bedavadan, ucuz fiyata devrediyor. Sayın Maliye Bakanımız da örnek olarak bize Balkanlardaki ülkeleri gösteriyor. Bununla ilgili yaptığımız araştırmalarda gerek Bosna, gerek Bulgaristan, gerek Macaristan vs. de %70'lerde olan kamu payının % 25'lere düştüğünü görüyoruz. Yer altı, yer üstü kaynaklarının adeta global güçler tarafından yağmalandığını görüyoruz. Tam bu noktada geçen yıl 8,4 milyar dolar devlete katkıda bulunan TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi var. Adeta bu coğrafya Türkiye ile benzeri bir kaderi yaşıyor. Bu özelleştirme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Global güçlerin bir amacı da girdikleri coğrafyanın yer altı kaynaklarına tamamen hakim olmaktır. Onların amacı kendi menfaatleridir. O topraklar üzerinde yaşayan insanların geçimiymiş, emniyetiymiş, asayişiymiş; onları hiç ilgilendirmez. Bunu nereden biliyorsunuz? Girdikleri her coğrafyada insanların canını yakmışlardır da ondan biliyoruz. Mesela Irak'a demokrasi gelecekti, insan hakları gelecekti; geldi mi? Rahmetli İzzet Begoviç'in en sonunda kanser hastalığına yakalanması nedendir? Sırp ve Hırvatlara karşı zaferle bitmiş netice var. Ama global güç "hayır" diyor, "ben burayı şu şekilde taksim edeceğim" diyor. Bosnalıların etrafını Hırvat ve Sırplarla çeviriyor, kuşatma altına alıyor.Bu savaş kıyamete kadar dinmez. Biz diyoruz ya "kültür mücadelesidir, medeniyet mücadelesidir"; bunu çok açık olarak burada görüyoruz. Bunu yapan global güç, Bosnalının yer altı kaynağını ona bırakır mı? Balkanlardaki yer altı kaynaklarını onlara bırakır mı? Elbette bırakmaz. Bırakmadığı için % 70 kamu malı olan değerleri % 30'a indirmiştir. Bunları bedava fiyatına almıştır. Aynı hareket Türkiye'de de oynanıyor. Türkiye de aynı kaderi paylaşıyor. İnşaallah siyaset aklı başında bir tavır takınır da bu yanlış davranışlarından vaz geçer. Aksi takdirde bunun gelecek zamanlar içerisinde hesabının sorulması belki de kaçınılmaz olabilir. Milletin malı, serveti, millete ait olan değeri, "İşte dünya globalleşiyor, özelleşiyor, kamu gücü, Kamu İktisadi Teşekkülleri özelleşiyor" diye hiç kimse Türk milletinin zararına peşkeş çekemez.

TÜRKİYE AB İLE BÖLÜNMEK İSTENİYOR

Eski cumhurbaşkanı sayın Süleyman Demirel'in bir açıklaması oldu. "Türkiye Yugoslavya yapılmak isteniyor" dedi. Malumunuz Bosna Hersek'te bir çok kanton var. Altı ayda bir de Bosna Hersek'in cumhurbaşkanı değişiyor. Burada bölük pörçük bir yapı hakim. Sayın Demirel'in geçenlerde ifade ettiğini siz 1990'lı yılların başında, kendileri iktidarda iken, "Eğer önüne geçmez isek Türkiye Yugoslavya yapılacak. Hatta Türkiye'nin önüne Sevr getiriliyor" demiştiniz. O zaman Türk siyaseti bu gibi söylemlere çok uzak bir noktada duruyordu. Şimdi gelinen noktada Türkiye'nin benzeri bir modelin içine doğru sürüklendiği görülüyor. Sayın Başbakanımızın da bu hususta talihsiz bir açıklaması oldu. "Kürt sorunu" dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Sayın Süleyman Demirel hakikaten Türk milletinin yetiştirdiği ender siyasilerden biridir. O zaman da belki aynı şeyi düşünmüş olabilir. Ama bugün bunu ifade etmiş olması o zaman bunu düşünmüyor manasında değildir. Belki onu o gün düşündüğünde bunun içinden nasıl çıkarız sorusunun cevabı henüz tespit edilemediğinden söylenmemiştir. Sayın Demirel gibi zeki bir insanın bunu o gün görmemesi mümkün değil. Ben görmüştür kanaatindeyim. Bugün de söylemiş olması bizim için çok büyük bir nimettir. Halkın ayıkması bakımından, duyarlı olması bakımından bu sözler tarihi senettir. Dediğiniz gibi biz bunu 1990'lı yılların başında söyledik. Hatta 1997 senesinde "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzdür" oturumunda bendeniz kapanış konuşması yaptığımda, Türkiye'nin Yugoslavya şartlarına itildiğini, Sevr'in çok ötesinde zamanları yaşayacağımız sürece girdiğimizi ifade ettiğimde hiç unutmam bir partinin daha evvelki Hariciye Bakanı, "Siz birtakım şeyler düşünüyorsunuz ama abartıyorsunuz" demişti. Biz, kendilerine delillerle cevap verdik. Aradan bir yıl geçmeden bizi telefonla arıyor. "Özür dilerim" diyor. "Sizin hakikaten o gün gördüğünüz artık çıkmaya başlamıştır" diyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Beyin söylediği gibi artık o günün şartlarında bakanlık, vekillik yapmış insanlarımızın tamamı ayıkmıştır. Benim asıl anlamadığım şu anda iktidar olan siyasetin aleni olarak ortaya çıkmış haliyle yabancı güçler tarafından Türkiye'yi bölme projesinin hayata geçirilmek istenmesini ısrarla görmemesidir. Niye bunu görmek istemiyor? AB aşaması da Türkiye'nin bölünme  sürecinin üzerinden geçtiği bir aşamadır. Türkiye'nin AB'ye girmesini ABD istiyormuş! Bunun sebebi Türkiye parçalansındır. O dese bütün şimşekleri üzerine çekecek. Ama AB üzerinden Türkiye parçalanırsa ABD'nin üzerine hiç bir şey olmayacak. Burada taktikler savaşıyor. Burada bütün mesuliyet siyasetindir. Ayık olması, oyuna gelmemesi lazımdır.

DEVLET MİLLET BİRLİ?İ ŞARTTIR

Siz sık sık devlet-millet beraberliğinden bahsediyorsunuz. Son dönemlerde askeri kademelerden de "Türkiye Filistin yapılmak isteniyor" diye açıklamalar geliyor. Gerçekten de buralarda yaptığımız tespitlerde buradaki insanların en büyük sıkıntısının askeri gücünün olmaması olduğu görülüyor. Bu minvalde devlet-millet, asker-sivil birliği gerçekten bu kadar mı önemli ki her fırsatta ifade ediyorsunuz?

Prof. Dr. Haydar Baş: Biz, belki olması gerekenin %10'unu konuşuyoruz. Ne demek; Devletle millet birbirine ters düşebilir mi? Siville asker birbirine ters düşebilir mi? Bizi son zamanlarda öyle bir noktaya sürüklediler ki çocuğunu askere gönderirken kurban kesiyor, davulunu-zurnasını çalıyor, horonunu oynuyor, vs yapıyor; ondan sonra çocuğunu gönderdiği bu ocağa karşı çok ciddi bir ayrılık psikolojisine sokuluyor. Bu milletin kendisine has bir tarz değil. Milleti o noktaya sürüklemek isteyen yabancı güç odakları var. Maalesef onların Türkiye'de de ajanları var. Milleti gaflete getirip devleti ile, milleti ile karşı karşıya getirmek istiyorlar. Devleti millete, milleti devlete, askeri sivile, sivili askere düşürmek istiyorlar. Bu korkunç bir oyundur. Bunu görmeyen bir insan milleti de kabul etmez, devleti de kabul etmez. Devletten yana görünmesi de roldür, milletten yana görünmesi de roldür. Onun için biz diyoruz ki bu beraberliğin olması farz-ı ayndır. Farz-ı kifaye değildir. Yani bir bilek bir yürek olmak mecburiyetindeyiz. Olduğumuz takdirde bütün zorlukları aşacak iradeyi Türk milleti gösterecektir. Türk milletine güvenelim. Üzerine düşeni her kurumunun yeri ve zamanı geldiğinde yapacağına inancım benim tamdır.

Türkiye'nin buralara yönelik çok güzel projelerinden olabileceğinden bahsettiniz. Şu andaki iktidarların buralarla ilgili projeleri yok. Gelecekte buradaki insanların tabir-i caizse anavatanından beklentisi olabilir mi?

Prof. Dr. Haydar Baş: Kesinlikle olabilir. Olması da şarttır. Zaten bir bütünün parçalarıyız. Mühim olan o bütünü biraraya getirmektir. Kısmet olursa bu anlayışın iktidar olduğu dönemde millet bunu yaşayarak görecektir.
15 üyeden 9'unu Erdoğan atamış oldu
Erdoğan'dan AYM'ye yeni atama
‘Ya Ali, vay sana düşman olup yalanlayanın haline’
'Şehrimizden ayrılmaları için ne gerekiyorsa yapacağım'
Mültecilerin kaçak işyerlerini mühürledi
Karar Resmi Gazete'de yayımlandı
Mirasçılara İstiklal Madalyası
Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz
Beşiktaş 5 maç sonra kazandı
Galibiyet Serdar Topraktepe yönetiminde geldi
Geçen yılki yatırım tutarı 3.7 milyar dolar
5 yılda 11.2 milyar dolarlık yatırım yaptı
Randevusunu iptal etmeyen yandı
Koca'dan MHRS açıklaması
Seçim sonrası ilk karşılaşma
Özel ve Kılıçdaroğlu aynı karede
Polis aracında ağlayarak pişman olduğunu söyledi
Jandarma üniforması ile GBT yapıyordu
İsviçre'de çıkan haber tartışma yaratmıştı
Beypazarı'ndan 'mevzuat' açıklaması
Yeni seçilen CHP’li başkanların ‘genelge’ sıkıntısı
Liyakat mi sadakat mi?
İsrail, Suriye'nin hava savunma sistemlerini hedef aldı
Saldırıda maddi hasar meydana geldi
Polat çiftine 'vergi usul kanuna muhalefet'ten tahliye
Diğer suçlardan 'tutukluluk' devam ediyor
CHP'den iktidarın arazi satışlarına tepki
'AKP enkaz bırakarak çöküyor'
15 üyeden 9'unu Erdoğan atamış oldu
Erdoğan'dan AYM'ye yeni atama
‘Ya Ali, vay sana düşman olup yalanlayanın haline’
'Şehrimizden ayrılmaları için ne gerekiyorsa yapacağım'
Mültecilerin kaçak işyerlerini mühürledi
Karar Resmi Gazete'de yayımlandı
Mirasçılara İstiklal Madalyası
Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz
Beşiktaş 5 maç sonra kazandı
Galibiyet Serdar Topraktepe yönetiminde geldi
Geçen yılki yatırım tutarı 3.7 milyar dolar
5 yılda 11.2 milyar dolarlık yatırım yaptı
Randevusunu iptal etmeyen yandı
Koca'dan MHRS açıklaması
Seçim sonrası ilk karşılaşma
Özel ve Kılıçdaroğlu aynı karede
Polis aracında ağlayarak pişman olduğunu söyledi
Jandarma üniforması ile GBT yapıyordu
İsviçre'de çıkan haber tartışma yaratmıştı
Beypazarı'ndan 'mevzuat' açıklaması
Yeni seçilen CHP’li başkanların ‘genelge’ sıkıntısı
Liyakat mi sadakat mi?
İsrail, Suriye'nin hava savunma sistemlerini hedef aldı
Saldırıda maddi hasar meydana geldi
Polat çiftine 'vergi usul kanuna muhalefet'ten tahliye
Diğer suçlardan 'tutukluluk' devam ediyor
CHP'den iktidarın arazi satışlarına tepki
'AKP enkaz bırakarak çöküyor'

Tokat depreminde 5 bina yıkıldı, 15 bina ağır hasar aldı

Tokat'ta incelemelerde bulunan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Refik Tuzcuoğlu, "Şu ana kadar alınan 500 ihbardan 50 yapı incelendi, 5 yıkık, 15 de ağır hasarlı yapı tespit edildi" dedi.
19.04.2024 16:34:00
İhlas Haber Ajansı
Tokat depreminde 5 bina yıkıldı, 15 bina ağır hasar aldı
Tokat depreminde 5 bina yıkıldı, 15 bina ağır hasar aldı
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Refik Tuzcuoğlu, Tokat'ta 5.6 büyüklüğündeki depremin merkez üssü olan Sulusaray ilçesinde incelemelerde bulundu.

Tokat Valisi Numan Hatipoğlu, Bakan Yardımcısı Tuzcuoğlu'na deprem hasarı hakkında bilgi verdi. İlçe hükümet konağı önünde gazetecilere açıklama yapan Tuzcuoğlu, "Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız olarak da Sayın Bakanımız Mehmet Özhaseki beyin hemen talimatlarıyla biz de kendi bakanlığımızın çalışmaları açısından her türlü önlemi, tedbiri ve gayreti ortaya koyduk. Arkadaşlarımızı çok hızlı bir şekilde bölgeye sevk ettik. Gerek çevre illerden buraya transfer ettiğimiz teknik arkadaşlarla, gerekse bakanlık merkezinden buraya yönlendirdiğimiz teknik ekiplerimize, hasar tespit ekiplerimizle birlikte gerek Yozgat ve Tokat'ta çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şu anda 20 ekip 50 teknik personelle birlikte bu çalışmalarımız yürüyor, ihtiyaç halinde yine Sayın Valimizin, yine AFAD'ımızın koordinasyonunda teknik ekip sayılarımızı arttırabiliriz. Birkaç gün içerisinde de inşallah bu bölgedeki tüm hasar tespitlerini de tamamlamayı düşünüyoruz" dedi.

"Ağır hasar 99 öncesi yapılan binalarda"

Tuzcuoğlu yaptıkları incelemede depremde ağır hasar alan binaların 1999 yılı öncesi yapılan binalar olduğuna dikkat çekerek, "Gerek Tokat'ta gerek Yozgat'ta baktığımız zaman ağırlıklı olarak hasar gören yapıların yine 1999 öncesi binalar olduğunu tespit ediyoruz. Bunların çoğunluklu olarak 40-50 yıl öncesine ait kerpiç yapılar, yığma yapılar, mühendislik ve fen hizmetlerinden yoksun olan yapılmış olan binalar olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla ülkemiz bir deprem bölgesidir. Gerek kuzeyden geçen fay hatları, gerek Doğu Anadolu ve güneyden geçen fay hatları, gerekse Ege ile Ege'deki fay hatlarını göz önüne aldığınız zaman ülkemizin tamamı çok önemli bir deprem bölgesi oluyor. Himalayalar'dan Alp'lere kadar uzanan bu hat içerisinde bizim ülkemiz depremsellik açısından, risk açısından beşinci ülke konumunda. Öyle olunca muhakkak suretle biz yapılarımızı sağlam, sıkı ve mühendislik hizmetleri çerçevesinde inşa etmek zorundayız. Depremden çok fazla bir şey olmayabilir. Ama yapılarımız eğer ona dayanaklı değilse o zaman maalesef istenmeyen tablolarla karşı karşıya kalıyoruz" diye konuştu.

"500 ihbar geldi, 5 bina yıkıldı, 15 bina ağır hasar aldı"

Tuzcuoğlu, depremin ardından 500'e yakın ihbar alındığını ifade ederek şunları söyledi:

"Değerli arkadaşlar Tokat ilimizde bakanlığımızın yapmış olduğu çalışmalarda 500 ihbar aldık şu ana kadar. Bu ihbarların sayısı artabilir. Özellikle şu anda hemşehrilerimizin bir kısmı evlerine giremiyorlar. Bunlar giriş yapmaya başladıkları zaman muhtemeldir ki orada birtakım ihbarlar da alınacak. Bu ihbarların sayısı artabilecek ve biz de yapılan her türlü ihbara teknik ekiplerimizle beraber hemen gidip yerinde inceleme, araştırma ve neticelerimizi ortaya koyacağız. Şu ana kadar incelenen 50 yapıdan 5 tanesi yıkık görünüyor. Yine 15 tane ağır hasarlı yapı görünüyor. Az önce de bahsetmiş olduğum gibi bunların büyük çoğunluğu yine kerpiç işte yığma yapılar. Mühendislik hizmetinden yoksula yapılmış olan yapılar. Diğerlerini de yine en kısa sürede tamamlamış olacağız. Kamu binalarımızla alakalı bir hasar görünmüyor. Bu sevindirici bir şey. Aslında depremle alakalı bizi en çok teselli bulduran konu bir can kaybı olmaması."

Bakan Koca: Randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz

"Önümüzdeki günlerde kademeli şekilde tedbirleri hayata geçirecek ve randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz." 
19.04.2024 16:30:00
Haber Merkezi
Bakan Koca: Randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz
Bakan Koca: Randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, "Önümüzdeki günlerde kademeli şekilde tedbirleri hayata geçirecek ve randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz." ifadelerini kullandı.

Bakan Koca, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Bakanlığın ilgili birimleri ve hastanelerin yöneticileriyle yaptıkları toplantılarda Merkezi Hekim Randevu Sistemi'ndeki sorunları temel faktörleriyle ele aldıklarını belirtti.


Randevu bulmakta yaşanan sıkıntıları çözmek için yaptıkları çalışmalardan önemli sonuçlara ulaştıklarını aktaran Koca, "Önümüzdeki günlerde kademeli şekilde tedbirleri hayata geçirecek ve randevu sorununu kalıcı şekilde çözeceğiz." değerlendirmesini yaptı.

Randevu sorununa karşı hem vatandaşları hem de hekimleri memnun edecek bir çözüm oluşturduklarını belirten Koca, şunları kaydetti:

"Öncelikle iptal edilmeyen randevulardan kaynaklanan, kullanılamayan kapasitemizi diğer vatandaşlarımızın kullanımına açacağız. Bu kapsamda, gelemeyeceği randevuyu iptal etmeyen vatandaşlarımız söz konusu durumun ilkinde 15 gün içerisinde aynı branşa randevu alamayacak. Aynı şekilde randevusuna ikinci kez gelmediğinde 15 gün içerisinde tüm branşlardan randevu alamayacak. Son dakika iptalleri nedeniyle atıl kapasite oluşmaması için randevu iptal süresini, en geç bir önceki gün saat 23.59'la sınırlandırıyoruz. İptal edilen randevular yerine, muayene saatinden 1 saat öncesine kadar yeni randevu verebileceğiz. Böylelikle daha fazla hastamızın randevu almasını ve kapasitenin verimli kullanılmasını sağlamış olacağız."

Beypazarı Maden Suyu firmasından 'İsviçre' açıklaması

Beypazarı Maden Suyu firması, ürün değerlerinin Avrupa Birliği mineralli su kriterlerine ve Türkiye Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik limitlerine uygun olduğunu belirterek, durumun Avrupa Birliği üyesi olmayan İsviçre'de mevzuatın farklılığından kaynaklandığını açıkladı.
19.04.2024 14:17:00 / Güncelleme: 19.04.2024 14:39:00
İhlas Haber Ajansı
Beypazarı Maden Suyu firmasından 'İsviçre' açıklaması
Beypazarı Maden Suyu firmasından 'İsviçre' açıklaması
İsviçre Federal Gıda Güvenliği ve Veterinerlik Bürosu, Beypazarı Maden Suyu firmasının bazı ürünlerinden alınan numune sonrası "ürünlerde bor miktarının yüksek olduğu" gerekçesiyle teslim edilen ürünler hakkında satış durdurma kararının alınmasını istemişti.

Geçtiğimiz günlerde firma tarafından yapılan açıklamada ise sosyal medyada ürün hakkında atılan iddialar yalanlanmıştı.

Firma, tartışmalara konu olan iddialar hakkında talep edilen İsviçre kaynaklı analiz sonucunun taraflarına ulaştığını açıkladı.



Firma tarafından analiz kaynaklarına ilişkin yapılan yazılı açıklamada, "Maden suyumuzun değerleri Avrupa Birliği mineralli su kriterlerine ve Türkiye Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik limitlerine uygundur. Avrupa Birliği üyesi olmayan İsviçre'de yaşanan bu durum Avrupa Birliği ve İsviçre mevzuatının farklılığından kaynaklanmaktadır. Doğal maden suyumuz, Sağlık Bakanlığı ve Ankara İl Sağlık Müdürlüğü denetiminde olup üretim sıklığı ile orantılı olarak düzenli bir şekilde denetlenip, analiz edilmektedir. Yer altında doğal olarak oluşan maden suyumuz tam 68 yıldır aynı kaynaktan, el değmeden şişelenmekte ve bütün ülkelere aynı içerikte ürün gönderilmektedir" ifadelerine yer verildi.

İliç'te bir işçinin daha naaşına ulaşıldı

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Erzincan'ın İliç ilçesinde maden sahasında meydana gelen heyelanda toprak altında kalan 9 işçiden birinin daha naaşına ulaşıldığını bildirdi

19.04.2024 12:15:00 / Güncelleme: 19.04.2024 12:19:14
AA
İliç'te bir işçinin daha naaşına ulaşıldı
İliç'te bir işçinin daha naaşına ulaşıldı

Bayraktar, X sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, maden sahasındaki arama çalışmalarına ilişkin bilgi verdi.

Kazanın gerçekleştiği 13 Şubat'tan bu yana arama çalışmalarının aralıksız devam ettiğini anımsatan Bayraktar, "Erzincan İliç'te maden sahasında meydana gelen heyelanda ilk günden bu yana aralıksız olarak devam eden arama çalışmaları neticesinde bu sabah bir işçi kardeşimize daha ulaştık. Kardeşimize Allah'tan rahmet, ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Tüm canlarımıza ulaşana kadar yoğun çalışmalarımıza devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.

Bayraktar, 5 Nisan'da da İliç'te maden ocağında toprak altında kalan bir işçinin naaşına ulaşıldığını bildirmişti.

Cenaze Adnan Keklik'e ait

Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu, AA muhabirine, Sabırlı Deresi bölgesinde ulaşılan cenazenin Adnan Keklik'e ait olduğunu belirterek, aileye başsağlığı diledi.

Aydoğdu, bölgedeki çalışmaların aralıksız sürdüğünü ifade etti.

Erzincan'ın İliç ilçesindeki altın madeni sahasında 13 Şubat'ta meydana gelen toprak kaymasında 9 kişi kaybolmuş ve 5 Nisan'da işçilerden Uğur Yıldız'ın cenazesine ulaşılmıştı. 

logo

Beşyol Mah. 502. Sok. No: 6/1
Küçükçekmece / İstanbul

Telefon: (212) 624 09 99
E-posta: internet@yenimesaj.com.tr gundogdu@yenimesaj.com.tr


WhatsApp iletişim: (542) 289 52 85


Tüm hakları Yeni Mesaj adına saklıdır: ©1996-2024

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir. Yeni Mesaj Gazetesi'nde yer alan köşe yazıları sebebi ile ortaya çıkabilecek herhangi bir hukuksal, ekonomik, etik sorumluluk ilgili köşe yazarına ait olup Yeni Mesaj Gazetesi herhangi bir yükümlülük kabul etmez. Sözleşmesiz yazar, muhabir ve temsilcilere telif ödemesi yapılmaz.