Türkiye son aylarda yine sokak çeteleri, genç infazlar ve organize suç haberleriyle sarsılıyor.
Fakat bu manzaraya yalnızca "güvenlik" penceresinden bakanlar büyük bir yanılgıya düşüyor.
Çünkü mesele çete değil, o çeteye giden yolu döşeyen sosyal boşluk.
Bir genç, suç işlemeye karar vermez; suçun içine düşer.
Ve o düşüşün ardında genellikle yoksulluk, sevgisizlik, başarısızlık, çaresizlik ve gayesizlik vardır.
Uzmanlara göre, bağ kuramayan birey aidiyet arar; amacı olmayan birey yön arar.
Ailesiyle, okuluyla, toplumuyla bağı zayıf; yaşamında bir hedefi, anlamı, "var olma nedeni" kalmamış gençler, o boşluğu sokakta doldurur.
O sokak, kimi zaman bir arkadaş grubu olur, kimi zaman bir çete.
Bilimsel araştırmalar, çeteye katılımın en güçlü belirleyicilerinin düşük gelir, şiddet deneyimi, baba tutukluluğu, suçlu arkadaş çevresi ve mahalle düzensizliği olduğunu gösteriyor.
Ancak aynı araştırmalar, bu risklerin karşısına güçlü bir set koyuyor: özdenetim, okul bağlılığı, hedef sahibi olmak ve akran baskısına direnç.
Yani genç, bir şekilde değer gördüğünde, yönlendirildiğinde ve yaşamının anlamını bulduğunda suçtan uzak durabiliyor.
Bir başka deyişle, gayesizlik çeteye giden en kestirme yoldur.
Bugün Türkiye'de gençliğin büyük bir kısmı ekonomik, duygusal ve sosyal boşluk içinde yaşıyor.
İşsizlik oranı yüksek, barınma krizi derin, eğitim sistemi sürekli değişiyor.
Üniversiteye giren genç mezun olunca iş bulamıyor; çalışan ise emeğinin karşılığını alamıyor.
Toplum, ona ne yapması gerektiğini söylüyor ama neden yapması gerektiğini söylemiyor.
Sonuç: yönsüz, amaçsız, kimliksiz bir kuşak.
Bu "gayesizlik krizi"nin son durağı da çete, uyuşturucu ya da şiddet oluyor.
Bilim insanlarına göre çeteleşme bir "suç eğilimi" değil, bir aidiyet ve anlam arayışıdır.
Genç, sistemin dışında kaldığında sadece korunma değil, yön ve anlam arar.
Toplumdan kabul görmeyen genç, "en azından bir grubun parçası" olmak için çeteye sığınır.
Çünkü çete, ona bir kimlik, bir amaç ve bir "biz" duygusu verir — ne kadar yıkıcı olursa olsun.
Ancak bu tablo çaresiz değildir.
Eğer suçun yerine amaç konulabilirse, bu döngü kırılabilir.
Bu dönüşüm, sadece polis devriyeleriyle değil; rehber öğretmenlerle, psikologlarla ve sosyal politikalarla mümkündür.
Her mahallede gençlik merkezleri, meslek kursları, sanat atölyeleri ve spor alanları olmalı.
Okuldan kopma riski taşıyan öğrenciler, erken müdahale programlarıyla yeniden eğitime kazandırılmalıdır.
Devletin önceliği, gençleri cezalandırmak değil; onlara yeniden hedef kazandırmak olmalıdır.
Bu, yalnızca güvenliği değil; toplumsal dayanışmayı da güçlendirecektir.
Bir diğer kritik alan medyadır.
Bugün ekranlarda şiddet, mafya dizileri ve suç hikâyeleri popüler hale geldi.
Bu yayınlar, gençler için "güçlü olmanın yolu"nu şiddetle özdeşleştiriyor.
Oysa toplumsal sorumluluk bilincine sahip bir medya, suçu değil, umudu popülerleştirmelidir.
Rol modeller değişmedikçe, değerler de değişmez.
Bu noktada Prof. Dr. Haydar Baş'ın bir televizyon programında dile getirdiği şu sözler, bugünü çok iyi özetliyor:
"Bakın, biz tarihimizden, dilimizden, örfümüzden, adetimizden ve milli kültürümüzden koptuk.
İnsanlar, ülkesi kalkınacak mı diye düşünmüyor; herkes sorumluluğu başkasına yüklüyor.
Oysa bir milletin başarısı, fertlerinin mesuliyet duygusuna bağlıdır."
Gerçekten de, sorumluluk bilincini kaybeden bir toplumda gençlik yönsüz kalır.
Çünkü hiçbir başarı, gayesiz ellerle inşa edilemez.
Sonuç olarak, gençleri suçtan kurtarmak istiyorsak önce onların neden o suça ihtiyaç duyduğunu anlamamız gerekir.
Suçun kökünü bulmak için sokağa değil, sisteme bakmalıyız.
Çünkü hiçbir genç suçla doğmaz;
onu suçlu yapan, umutla bağını koparan dünyadır.
Unutmayalım:
Gençleri suça karşı korumak, onlara hedef göstermektir.
Çünkü bir gencin yönü varsa, sokağın çağrısı etkisiz kalır.
Fakat bu manzaraya yalnızca "güvenlik" penceresinden bakanlar büyük bir yanılgıya düşüyor.
Çünkü mesele çete değil, o çeteye giden yolu döşeyen sosyal boşluk.
Bir genç, suç işlemeye karar vermez; suçun içine düşer.
Ve o düşüşün ardında genellikle yoksulluk, sevgisizlik, başarısızlık, çaresizlik ve gayesizlik vardır.
Uzmanlara göre, bağ kuramayan birey aidiyet arar; amacı olmayan birey yön arar.
Ailesiyle, okuluyla, toplumuyla bağı zayıf; yaşamında bir hedefi, anlamı, "var olma nedeni" kalmamış gençler, o boşluğu sokakta doldurur.
O sokak, kimi zaman bir arkadaş grubu olur, kimi zaman bir çete.
Bilimsel araştırmalar, çeteye katılımın en güçlü belirleyicilerinin düşük gelir, şiddet deneyimi, baba tutukluluğu, suçlu arkadaş çevresi ve mahalle düzensizliği olduğunu gösteriyor.
Ancak aynı araştırmalar, bu risklerin karşısına güçlü bir set koyuyor: özdenetim, okul bağlılığı, hedef sahibi olmak ve akran baskısına direnç.
Yani genç, bir şekilde değer gördüğünde, yönlendirildiğinde ve yaşamının anlamını bulduğunda suçtan uzak durabiliyor.
Bir başka deyişle, gayesizlik çeteye giden en kestirme yoldur.
Bugün Türkiye'de gençliğin büyük bir kısmı ekonomik, duygusal ve sosyal boşluk içinde yaşıyor.
İşsizlik oranı yüksek, barınma krizi derin, eğitim sistemi sürekli değişiyor.
Üniversiteye giren genç mezun olunca iş bulamıyor; çalışan ise emeğinin karşılığını alamıyor.
Toplum, ona ne yapması gerektiğini söylüyor ama neden yapması gerektiğini söylemiyor.
Sonuç: yönsüz, amaçsız, kimliksiz bir kuşak.
Bu "gayesizlik krizi"nin son durağı da çete, uyuşturucu ya da şiddet oluyor.
Bilim insanlarına göre çeteleşme bir "suç eğilimi" değil, bir aidiyet ve anlam arayışıdır.
Genç, sistemin dışında kaldığında sadece korunma değil, yön ve anlam arar.
Toplumdan kabul görmeyen genç, "en azından bir grubun parçası" olmak için çeteye sığınır.
Çünkü çete, ona bir kimlik, bir amaç ve bir "biz" duygusu verir — ne kadar yıkıcı olursa olsun.
Ancak bu tablo çaresiz değildir.
Eğer suçun yerine amaç konulabilirse, bu döngü kırılabilir.
Bu dönüşüm, sadece polis devriyeleriyle değil; rehber öğretmenlerle, psikologlarla ve sosyal politikalarla mümkündür.
Her mahallede gençlik merkezleri, meslek kursları, sanat atölyeleri ve spor alanları olmalı.
Okuldan kopma riski taşıyan öğrenciler, erken müdahale programlarıyla yeniden eğitime kazandırılmalıdır.
Devletin önceliği, gençleri cezalandırmak değil; onlara yeniden hedef kazandırmak olmalıdır.
Bu, yalnızca güvenliği değil; toplumsal dayanışmayı da güçlendirecektir.
Bir diğer kritik alan medyadır.
Bugün ekranlarda şiddet, mafya dizileri ve suç hikâyeleri popüler hale geldi.
Bu yayınlar, gençler için "güçlü olmanın yolu"nu şiddetle özdeşleştiriyor.
Oysa toplumsal sorumluluk bilincine sahip bir medya, suçu değil, umudu popülerleştirmelidir.
Rol modeller değişmedikçe, değerler de değişmez.
Bu noktada Prof. Dr. Haydar Baş'ın bir televizyon programında dile getirdiği şu sözler, bugünü çok iyi özetliyor:
"Bakın, biz tarihimizden, dilimizden, örfümüzden, adetimizden ve milli kültürümüzden koptuk.
İnsanlar, ülkesi kalkınacak mı diye düşünmüyor; herkes sorumluluğu başkasına yüklüyor.
Oysa bir milletin başarısı, fertlerinin mesuliyet duygusuna bağlıdır."
Gerçekten de, sorumluluk bilincini kaybeden bir toplumda gençlik yönsüz kalır.
Çünkü hiçbir başarı, gayesiz ellerle inşa edilemez.
Sonuç olarak, gençleri suçtan kurtarmak istiyorsak önce onların neden o suça ihtiyaç duyduğunu anlamamız gerekir.
Suçun kökünü bulmak için sokağa değil, sisteme bakmalıyız.
Çünkü hiçbir genç suçla doğmaz;
onu suçlu yapan, umutla bağını koparan dünyadır.
Unutmayalım:
Gençleri suça karşı korumak, onlara hedef göstermektir.
Çünkü bir gencin yönü varsa, sokağın çağrısı etkisiz kalır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Çeteleşme: Yönsüz ve gayesiz bırakılan gençlik / 13.10.2025
- Çeteler: Gençliğin suçla değil, umutsuzlukla kurduğu ittifak / 12.10.2025
- Uyuşturucu ve alkolün görünmeyen dinamiği / 07.10.2025
- Fakirlik ölüm getiriyor: Uyuşturucunun sessiz ekonomisi / 05.10.2025
- Sessiz çığlık: Uyuşturucu ve kumar raporlarının anlattığı gerçek / 04.10.2025
- Ev genci gerçeği ve sessiz tehlike / 28.09.2025
- Çıraklıktan açık liseye: Nerede yanlış yaptık? / 27.09.2025
- Türkiye’de spor bahisleri: Ekonomik dev sektör mü, toplumsal tuzak mı? / 26.09.2025
- Aile yılı mı, kayıp nesil mi? / 23.09.2025
- Sessiz tehlike: Sanal bahis kıskacındaki gençlik / 22.09.2025
- Çeteler: Gençliğin suçla değil, umutsuzlukla kurduğu ittifak / 12.10.2025
- Uyuşturucu ve alkolün görünmeyen dinamiği / 07.10.2025
- Fakirlik ölüm getiriyor: Uyuşturucunun sessiz ekonomisi / 05.10.2025
- Sessiz çığlık: Uyuşturucu ve kumar raporlarının anlattığı gerçek / 04.10.2025
- Ev genci gerçeği ve sessiz tehlike / 28.09.2025
- Çıraklıktan açık liseye: Nerede yanlış yaptık? / 27.09.2025
- Türkiye’de spor bahisleri: Ekonomik dev sektör mü, toplumsal tuzak mı? / 26.09.2025
- Aile yılı mı, kayıp nesil mi? / 23.09.2025
- Sessiz tehlike: Sanal bahis kıskacındaki gençlik / 22.09.2025