-Meltem rüzgarının dilinden-
Kimsenin ulaşamayacağı kadar yüksek bir dağda olduğu için çok üzülüyordu. Öyle ki bu derdinden bedeni cılız kalmış, rüzgarlarla kökünden ayrılabilecek bir hale varmıştı. Öyle yalnızdı ki dumanlı dağlar başında. Üstelik eli kolu da bağlıydı, mahkumdu buralara, ayrılamıyordu.
Son zamanlarda canı daha beter sıkılmaya başlamıştı. Ağaçlar etrafında büyüyedursun, dağların yabani menekşesi güneşten de marum kalıyordu artık. Öyle kederliydi ki, boynunu bükmüş, damla damla gözyaşı seline bürümüştü etrafını. Kimse anlamıyordu derdini ya da anlatamıyordu. Vazolara konup evlerin en güzel yerlerinde etrafına güzel kokular saçan menekşelerin yerinde olmayı ne kadar çok isterdi. Özel bir eğitimcinin elinde büyütülüp büyütülüp olgunlaşmayı, verimli bir hale gelmeyi... Ama şimdi ne acınacak bir durumu vardı. Şu cılız bedeni kaç rüzgara daha dayanabilirdi sanki.
"Arıların üstüme konup vızıldamısını, kelebeklerin oynaşmasını çok istiyorum" derken, kendi kendinin yalancısı olduğunu farketti. O kadar çok istese yanındaki sarı menekşe gibi kelebeklerle ve arılarla tatlı bir dostluk kuramaz mıydı. Onda olup da bende olmayan nedir diye düşündü bir müddet. Cevap bulamayınca sorusuna, çaresiz sarı menekşeye doğru eğildi usulca ve sebebini sordu yalnızlığının. "Sabah bir rüzgar eser ya" dedi sarı menekşe, "o zaman dur ve beni dinle".
Ertesi gün büyük bir heyecanla sabahın seher vaktinde doğrulan mor menekşe meltem rüzgarının esişini bekledi. O da ne? Sarı menekşe sağdan sola sallanıyor, etrafında bülbüller ötüşüyor ve rüzgarın uğultusuyla beraber "Hu, Hu" diye sesler geliyordu. "Hu Allahu, hu Subhan Hu". Alemlerin Sahibinin ismini zikrediyordu menekşe. O ne güzel sesti, o ne güzel esintiydi. Meltem rüzgarı bir buse bırakarak esiyordu tatlı tatlı. Mest olmuş bir şekilde seyretti tüm olanları. Şimdiye kadar bu güzelliğin farkına varamadığı için de kızdı kendine. Yapraklarına damlalar bırakarak ağlamaya başladı. O güzel ev menekşelerinden olabilmek için, bülbüllerin, güllerin arkadaşı, dostu olabilmek için dua ediyordu yana yakıla.
Güzel bir bahar sabahıydı. Birden bire büyük bir gürültü duyuldu, korktular. Bir araba oldukça bozuk olan dağ yollarında sarsıla sarsıla ilerliyordu. Onların olduğu yerde durdu. İçinden biri inerek:
-Bu sarı menekşe çok güzel, ev menekşesi yapabiliriz, dedi.
Diğeri bir saksı uzatarak, arkadaşını tasdik etmişti:
-Tamam o zaman, al da gel.
Araba hareket etmeye başlayacakken, mor menekşe feryadu figan etmeye başladı. "Beni de alın, ne olur beni de götürün". Lakin bağırışlarına cevap bulamamıştı. Araba tozu dumana katarak gözlerden kayboldu.
Bu son olay ile mor menekşe herşeyi kavramıştı. Yıllardır her seher vakti doğrulup "Hu Hu"lara karışan dualarının mükafatını görmüştü sarı menekşe. Artık o dağların yabani menekşesi değildi, yalnız da değildi. Binlercesi gibi özel eğitimcinin elinde büyütülmek için alınmıştı, çağrılmıştı. O günden sonra mor menekşe her seher vakti doğrulup dua etmeye başladı seher vakti, meltemin estiği o an, tarif olunmaz bir zevkle doluyordu. Öyle ağlıyordu ki, koskoca bir yaz gözyaşlarıyla sulamıştı toprağını. Daim yapraklarının ıslak olmasına kimse mana veremiyordu. O ise kimseyi önemsemiyordu. Ağaçlar büyüyüversin, güneşini örtsünler, ne mühim! Sonbahar gelmiş kurumuş yapraklar dallarını eğmişler, ne farkeder!
Birgün gelecek, onu alacaklardı ya buralardan. Bu düşünceyle bekliyordu gününe gününe katarak. İnleyişlerini duyanlar ise, böylesine çağrılışın kime olduğunu bilmiyorlardı.
"Bahar bitmeden gel ey beklediğim
Mevsim dönmeden gel!
Gel gel demekten kurtar beni!
Gel çağırışlarımın ardında bul
Çağırışlarımdan da kurtar beni!"
Yaz sonbahara, sonbahar kışa dönmüştü. Yazın sıcağında kurumamak için gözyaşları çok iyi gelmişti. Ama sonbaharın o sert rüzgarlarına dayanmak hiç de kolay olmamıştı. Kökünden sükülüp bilinmedik diyarlara uçmak korkusuyla geçti sonbahar. Ve kış... Kardelen dışında kim dayanır o soğuklara... Dallarını büktü içe doğru, hasret yongasıyla ısınmaya çalışıyordu.
İlkin rüya olduğunu düşündüğü bir sesle irkildi. İki kişi yanıbaşında durmuş hayret dolu bakışlarla bakıyorlardı.
-Hayret, bu kara kışta mor menekşe hala yaşıyor!
-Hadi alıver onu, bunun kökü sağlamdır, iyi biter.
Bir dokunuşla aldılar onu ve özel saksılarına yerleştirdiler.
O ne güzel bir andı, tarif olunur mu!
Bahar gelip yeni menekşeler bitince dağın eteklerine, mor menekşenin hikayesi anlatılır oldu dilden dile. Bundandır ki her gün daha bir gür sesle "Hu Hu" nidaları yayıldı dağın yamaçlarından. Belli ki hepsi kutlu müjdeyi, çağırılışı bekliyorlardı.
Fatıma LEYLA
Kimsenin ulaşamayacağı kadar yüksek bir dağda olduğu için çok üzülüyordu. Öyle ki bu derdinden bedeni cılız kalmış, rüzgarlarla kökünden ayrılabilecek bir hale varmıştı. Öyle yalnızdı ki dumanlı dağlar başında. Üstelik eli kolu da bağlıydı, mahkumdu buralara, ayrılamıyordu.
Son zamanlarda canı daha beter sıkılmaya başlamıştı. Ağaçlar etrafında büyüyedursun, dağların yabani menekşesi güneşten de marum kalıyordu artık. Öyle kederliydi ki, boynunu bükmüş, damla damla gözyaşı seline bürümüştü etrafını. Kimse anlamıyordu derdini ya da anlatamıyordu. Vazolara konup evlerin en güzel yerlerinde etrafına güzel kokular saçan menekşelerin yerinde olmayı ne kadar çok isterdi. Özel bir eğitimcinin elinde büyütülüp büyütülüp olgunlaşmayı, verimli bir hale gelmeyi... Ama şimdi ne acınacak bir durumu vardı. Şu cılız bedeni kaç rüzgara daha dayanabilirdi sanki.
"Arıların üstüme konup vızıldamısını, kelebeklerin oynaşmasını çok istiyorum" derken, kendi kendinin yalancısı olduğunu farketti. O kadar çok istese yanındaki sarı menekşe gibi kelebeklerle ve arılarla tatlı bir dostluk kuramaz mıydı. Onda olup da bende olmayan nedir diye düşündü bir müddet. Cevap bulamayınca sorusuna, çaresiz sarı menekşeye doğru eğildi usulca ve sebebini sordu yalnızlığının. "Sabah bir rüzgar eser ya" dedi sarı menekşe, "o zaman dur ve beni dinle".
Ertesi gün büyük bir heyecanla sabahın seher vaktinde doğrulan mor menekşe meltem rüzgarının esişini bekledi. O da ne? Sarı menekşe sağdan sola sallanıyor, etrafında bülbüller ötüşüyor ve rüzgarın uğultusuyla beraber "Hu, Hu" diye sesler geliyordu. "Hu Allahu, hu Subhan Hu". Alemlerin Sahibinin ismini zikrediyordu menekşe. O ne güzel sesti, o ne güzel esintiydi. Meltem rüzgarı bir buse bırakarak esiyordu tatlı tatlı. Mest olmuş bir şekilde seyretti tüm olanları. Şimdiye kadar bu güzelliğin farkına varamadığı için de kızdı kendine. Yapraklarına damlalar bırakarak ağlamaya başladı. O güzel ev menekşelerinden olabilmek için, bülbüllerin, güllerin arkadaşı, dostu olabilmek için dua ediyordu yana yakıla.
Güzel bir bahar sabahıydı. Birden bire büyük bir gürültü duyuldu, korktular. Bir araba oldukça bozuk olan dağ yollarında sarsıla sarsıla ilerliyordu. Onların olduğu yerde durdu. İçinden biri inerek:
-Bu sarı menekşe çok güzel, ev menekşesi yapabiliriz, dedi.
Diğeri bir saksı uzatarak, arkadaşını tasdik etmişti:
-Tamam o zaman, al da gel.
Araba hareket etmeye başlayacakken, mor menekşe feryadu figan etmeye başladı. "Beni de alın, ne olur beni de götürün". Lakin bağırışlarına cevap bulamamıştı. Araba tozu dumana katarak gözlerden kayboldu.
Bu son olay ile mor menekşe herşeyi kavramıştı. Yıllardır her seher vakti doğrulup "Hu Hu"lara karışan dualarının mükafatını görmüştü sarı menekşe. Artık o dağların yabani menekşesi değildi, yalnız da değildi. Binlercesi gibi özel eğitimcinin elinde büyütülmek için alınmıştı, çağrılmıştı. O günden sonra mor menekşe her seher vakti doğrulup dua etmeye başladı seher vakti, meltemin estiği o an, tarif olunmaz bir zevkle doluyordu. Öyle ağlıyordu ki, koskoca bir yaz gözyaşlarıyla sulamıştı toprağını. Daim yapraklarının ıslak olmasına kimse mana veremiyordu. O ise kimseyi önemsemiyordu. Ağaçlar büyüyüversin, güneşini örtsünler, ne mühim! Sonbahar gelmiş kurumuş yapraklar dallarını eğmişler, ne farkeder!
Birgün gelecek, onu alacaklardı ya buralardan. Bu düşünceyle bekliyordu gününe gününe katarak. İnleyişlerini duyanlar ise, böylesine çağrılışın kime olduğunu bilmiyorlardı.
"Bahar bitmeden gel ey beklediğim
Mevsim dönmeden gel!
Gel gel demekten kurtar beni!
Gel çağırışlarımın ardında bul
Çağırışlarımdan da kurtar beni!"
Yaz sonbahara, sonbahar kışa dönmüştü. Yazın sıcağında kurumamak için gözyaşları çok iyi gelmişti. Ama sonbaharın o sert rüzgarlarına dayanmak hiç de kolay olmamıştı. Kökünden sükülüp bilinmedik diyarlara uçmak korkusuyla geçti sonbahar. Ve kış... Kardelen dışında kim dayanır o soğuklara... Dallarını büktü içe doğru, hasret yongasıyla ısınmaya çalışıyordu.
İlkin rüya olduğunu düşündüğü bir sesle irkildi. İki kişi yanıbaşında durmuş hayret dolu bakışlarla bakıyorlardı.
-Hayret, bu kara kışta mor menekşe hala yaşıyor!
-Hadi alıver onu, bunun kökü sağlamdır, iyi biter.
Bir dokunuşla aldılar onu ve özel saksılarına yerleştirdiler.
O ne güzel bir andı, tarif olunur mu!
Bahar gelip yeni menekşeler bitince dağın eteklerine, mor menekşenin hikayesi anlatılır oldu dilden dile. Bundandır ki her gün daha bir gür sesle "Hu Hu" nidaları yayıldı dağın yamaçlarından. Belli ki hepsi kutlu müjdeyi, çağırılışı bekliyorlardı.
Fatıma LEYLA