- Allah isterse deveyi iğnenin deliğinden geçirir, deveyi küçültür, küçültür, iğnenin deliğinden geçirir.
Öbürü itiraz etmiş:
- Hayır demiş, bence deveyi küçültmez, iğnenin deliğini büyültür. Bu işi öyle yapar.
Deveyi mi küçültür, iğnenin deliğini mi büyültür noktasında bir türlü anlaşamıyorlarmış. Derken oradan geçen birinin hakemliğine müracaat etmek istemişler. Hangimiz haklıyız diye sormuşlar. O adam demiş ki:
- Allah deveyi iğnenin deliğinden geçirmeyi murad ederse, ne deveyi küçültür, en iğnenin deliğini büyültür, öylece geçirir.
Modern bilimin Avrupa'da toplumsal dönüşüme katkı sağlayıp yeni bir yerleşik değerler sistemi oluşturması dünyada geniş yankı buldu. Batıda Ortaçağ sonrasında ortaya çıkan her yeni buluş (telgraf, telefon, lokomotif, elektrik, v.s) beraberinde farklı kültürel normlar ve yaşamsal alanlar oluşturuyordu. Ve oluşan her alan modern bilime daha bir itimad etmemizi telkin ediyordu. Sonuçta Avrupa'da bilim kendi sınırlarını aşarak bir tür "akide"ye dönüştü ve ondan adeta insanı ve evreni yeniden yaratması istendi. (Tamamıyla bilimsellikten yoksun olmasına rağmen Darwin Teoremi bilimin bir dünya görüşü halini almasının ispatıdır). Böylelikle bütün mevcut inançlar ve sistemler Batı'da yeni baştan saf aklın tesviyesinden geçirildi.
Neyin mitoloji, efsane, hurafe, neyin hakikat olduğu artık laboratuar ortamlarında günışığına kavuşuyordu. Zira devir sadece beyinle varolduklarını sananların devriydi.
Bilim dini yargılıyor
Avrupa'daki bütün bu gelişmelerden Doğu'nun -zihni bulanık- kafaları da nasibini aldı. Konu edilen etkilenmenin ana teması neticede bir inanç sistemi olan dini, rasyonalist (akılcı) bir mantıkla sözde bilim ışığında ele alıp yorumlama çabasıdır. Bu zihniyetteki insanlar mesela melekleri inkar etmiyorlardı. Ama onları bir takım bilimsel kılıflar içinde kabule yanaşıyorlardı. Ya da Mirac'ı redde kalkışmıyor ama bir mucize olarak değil de kozmik bir süreç bağlamında kabule değer buluyorlardı. Saf aklı ölçü edinerek gelişen "vahiyden bağımsız düşünme" arzusu ile İslam'ın temel kavramları tartışmaya açılmıştı. Mucize, keramet, melek, cin, veli, büyü, şeytan v.s. gibi metafizik kavramlar pozitif bilimler referans alınarak yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır.
Örneğin cinlere salt bilimsel bir izah getirebilmek için onların daha önce görünmeyen varlıklar olduğu fakat şimdi mikroskobun keşfinden sonra gözlenebildiklerini söyleyerek cinlerin mikroplar oldukları ileri sürülmüştür. Kimileri Hz. Musa (a.s)'ın gözleri önünde dağın eriyivermesini volkanik bir patlamaya, Hz. Süleyman (a.s)'ın cinlerini vahşi kölelere benzetirken, bazen de Ebabil kuşlarının Ebrehe ordusuna attığı taşlara "çiçek mikrobu" tanısı konmuştur.
Bilimin akideye dönüşmesi
Bütün bu çalışmalar yapılırken:
1- Kur'an-ı Kerim bir hidayet kitabı olarak değil, fizik, kimya kitabı gibi ele alınmıştır.
2- Avrupa merkezci bilim anlayışının bir uzantısı olarak insanlığın bugün geldiği nokta en ileri nokta olarak kabul edilmiş, inanç sistemleri dahi mevcut Batı medeniyetine göre yeniden konumlandırılmıştır.
3- Bilim; denenebilen, yazılabilen bir fenomen olmaktan çıkarılıp, yanlışlanamaz, yanılamaz bir tür akideye dönüşmüştür.
4- Modern bilimin akide halini almasıyla din reformist izahlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Sonuçta dinden bilime gidiş değil, bilimden dine gidiş esas alınmış, test eden bilim, test edilen din olmuştur.
5- İslam'ın esaslarını oluşturan temel bilgi kaynakları (Kitap-Sünnet-İcma-Kıyas) ikinci planda kalmış, felsefî akıl ölçü kabul edilmiştir.
6- Temelde yapılan hata ise hikmetin hikmet ehli "alim" tarafından değil, "zeka küpü" bilginlerce yorumlanmasıdır.
Bu durum ise dinde söz sahibi olanların İmam-ı Gazali'nin tanımladığı kalp gözü açık arifler değil, İbn Rüşd'dün ifade ettiği filozoflar olduğunun tezahürüdür.
YARIN: Avrupa'da kutsal
dinden kutsal bilime gidiş