Devletlerin savunma ve kendisine saldırana misilleme yapma hakkı vardır. Bu, devlet olmanın şartlarındandır. Eğer bir devlet, bunları yapmaktan mahrumsa, o devlet, bağımsız değil, 'uydu' demektir. 'Savunma' ve 'misilleme' hakkı, en öldürücü silahlara sahip olma hakkını da beraberinde getirir. Çünkü, savunma ve misilleme, silahsız olmaz. En öldürücü silah, nükleer silah olduğuna göre, her bağımsız devletin böyle bir silahı imal etmesi veya satın alması, en tabii hakkıdır.
Nükleer silaha sahip olan bir devlet, ne kadar küçük olursa olsun, silah bakımından en güçlü devletlerle eşit konuma gelir. Bundan dolayıdır ki, ABD ve İsrail, "nükleer silah ya bizde, ya da bizim izin verdiklerimizde olur" diyorlar. İleri sürdükleri gerekçe şu: Nükleer silah başkalarında olursa, dünya tehdit altına girer. Halbuki asıl tehdit, bu iki devletten gelmektedir. Dahası, nükleer silahı kullanma konusunda sabıkalı olan da bu devletlerdir. ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki'de yaptığı tahribat hâlâ hafızalardadır. ABD, aynı silahı, sınırlı bir şekilde başka ülkelerde de, mesela Vietnam, Afganistan ve Irak'ta kullandığı kesin olarak bilinmektedir.
Onun için 'Atom Enerjisi Ajansı'nın gücü varsa, nükleer silahtan zayıf devletleri değil, ABD ve İsrail'i menetmeli, hatta cezalandırmalıdır. Savaşa odaklanmış ABD ve İsrail'in nükleer silahı varsa ve bunu savaşlarda kullanıyorlarsa, diğer ülkeler neden bu silahı edinmesinler? Niçin onların böyle bir ayrıcalığı olsun? Dünyamızda "güçlü her zaman haklıdır" anlayışı hakim olduğu için bu can alıcı sorular sorulmuyor. Ama bu demek değildir ki, hiçbir zaman sorulmayacaktır.
Irak'ı nükleer silah bahanesiyle işgal eden ABD, bu sefer aynı gerekçeyle İran'a saldırmak istiyor. Başbakanımız Tayyip Erdoğan da, ABD ağzıyla İran'a nasihat çekiyor, uluslararası kurumlarla işbirliği yapmasını telkin etmeye çalışıyor. Anlayacağınız, "nükleer tesis kurmaktan vazgeç" diyor. Sayın Başbakan, bunu diyeceğine, şu soruyu kendine sorsun: "Türkiye'den toprak almayı en büyük ideal edinmiş olan İsrail ve Ermenistan'ın nükleer silahı var da, Türkiye'nin niye yok?". Bize düşen görev, bağımsız devlet olmanın gereğini yapan İran'ı, ABD ile korkutmak, bu işten caydırmak değil, onu takdir etmektir. Sonrası da, onun gibi ileride nükleer silah üretecek şekilde nükleer tesis kurmaktır.
Olaylara Amerikan gözüyle bakınca, işte böyle aklar kara olur. Filistin ve Irak'taki "özgürlük savaşçılarına", terörist demek gibi bir cinayet fütursuzca işlenir. "Nasıl ki, devletlerin savunma hakkı varsa, ülkesi işgal edilen halkların da direnme ve savaşma hakkı vardır" diyemez konuma düşülür.
Ne gariptir ki, Türk basınında kalem sallayanların çoğu böyle. 2 Mart 2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Melik Aşık, bu kişiler için şunları söylüyor: " Mandacı takım, bu defa biraz mahcup bir şekilde, yine Amerika'nın fedailiğine soyunmuş durumda. ABD'nin Irak'la ilgili yalanlarını hiç duymamış ve yaşamamışlar gibi bugün de ciddi ciddi İran'ın nükleer gücü üzerine haber üretiyor, fikir beyan ediyorlar". Demek ki, mandacılar çok farklı bir ruh hali içerisinde. Öyle ki, Amerikalılardan daha Amerikancı olabiliyorlar.
Uluslararası arenada 'nükleer sapık' olarak adlandırılan Kuzey Kore başkanı, nükleer silaha sahip olduğunu gizlemiyor ve dünyaya şöyle meydan okuyor: "Bütün dünya beni eleştiriyormuş, öyleyse doğru yoldayım". Peki ABD, neden o ülkeyi değil de, İran'ı tehdit ediyor? Dilerseniz, bu sorudan önce şu sorunun cevabını bulalım: ABD'nin nükleer silahı "Hıristiyan bombası", İsrail'inki "Yahudi bombası", Hindistan'ınki "Hindu bombası" olmuyor da, Pakistan ve İran'ınki niçin "İslam bombası" oluyor? İşte düğüm noktası burasıdır. Açıkçası, ABD ve İsrail, İslam ülkelerini hedef tahtasına koymuş. Yeni Tanzimatçılar ve mandacılar da, bu gerçeği gizlemeye ve saklamaya çalışıyorlar. Belli bir oranda da muvaffak oluyorlar. Ama bu böyle sürüp gitmez. Çünkü, zulümle payidar olunmaz. Eninde sonunda ABD ve İsrail zulmü hak ile yeksan olacaktır. Ne mutlu, bunu görecek gözlere...
Nükleer silaha sahip olan bir devlet, ne kadar küçük olursa olsun, silah bakımından en güçlü devletlerle eşit konuma gelir. Bundan dolayıdır ki, ABD ve İsrail, "nükleer silah ya bizde, ya da bizim izin verdiklerimizde olur" diyorlar. İleri sürdükleri gerekçe şu: Nükleer silah başkalarında olursa, dünya tehdit altına girer. Halbuki asıl tehdit, bu iki devletten gelmektedir. Dahası, nükleer silahı kullanma konusunda sabıkalı olan da bu devletlerdir. ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki'de yaptığı tahribat hâlâ hafızalardadır. ABD, aynı silahı, sınırlı bir şekilde başka ülkelerde de, mesela Vietnam, Afganistan ve Irak'ta kullandığı kesin olarak bilinmektedir.
Onun için 'Atom Enerjisi Ajansı'nın gücü varsa, nükleer silahtan zayıf devletleri değil, ABD ve İsrail'i menetmeli, hatta cezalandırmalıdır. Savaşa odaklanmış ABD ve İsrail'in nükleer silahı varsa ve bunu savaşlarda kullanıyorlarsa, diğer ülkeler neden bu silahı edinmesinler? Niçin onların böyle bir ayrıcalığı olsun? Dünyamızda "güçlü her zaman haklıdır" anlayışı hakim olduğu için bu can alıcı sorular sorulmuyor. Ama bu demek değildir ki, hiçbir zaman sorulmayacaktır.
Irak'ı nükleer silah bahanesiyle işgal eden ABD, bu sefer aynı gerekçeyle İran'a saldırmak istiyor. Başbakanımız Tayyip Erdoğan da, ABD ağzıyla İran'a nasihat çekiyor, uluslararası kurumlarla işbirliği yapmasını telkin etmeye çalışıyor. Anlayacağınız, "nükleer tesis kurmaktan vazgeç" diyor. Sayın Başbakan, bunu diyeceğine, şu soruyu kendine sorsun: "Türkiye'den toprak almayı en büyük ideal edinmiş olan İsrail ve Ermenistan'ın nükleer silahı var da, Türkiye'nin niye yok?". Bize düşen görev, bağımsız devlet olmanın gereğini yapan İran'ı, ABD ile korkutmak, bu işten caydırmak değil, onu takdir etmektir. Sonrası da, onun gibi ileride nükleer silah üretecek şekilde nükleer tesis kurmaktır.
Olaylara Amerikan gözüyle bakınca, işte böyle aklar kara olur. Filistin ve Irak'taki "özgürlük savaşçılarına", terörist demek gibi bir cinayet fütursuzca işlenir. "Nasıl ki, devletlerin savunma hakkı varsa, ülkesi işgal edilen halkların da direnme ve savaşma hakkı vardır" diyemez konuma düşülür.
Ne gariptir ki, Türk basınında kalem sallayanların çoğu böyle. 2 Mart 2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Melik Aşık, bu kişiler için şunları söylüyor: " Mandacı takım, bu defa biraz mahcup bir şekilde, yine Amerika'nın fedailiğine soyunmuş durumda. ABD'nin Irak'la ilgili yalanlarını hiç duymamış ve yaşamamışlar gibi bugün de ciddi ciddi İran'ın nükleer gücü üzerine haber üretiyor, fikir beyan ediyorlar". Demek ki, mandacılar çok farklı bir ruh hali içerisinde. Öyle ki, Amerikalılardan daha Amerikancı olabiliyorlar.
Uluslararası arenada 'nükleer sapık' olarak adlandırılan Kuzey Kore başkanı, nükleer silaha sahip olduğunu gizlemiyor ve dünyaya şöyle meydan okuyor: "Bütün dünya beni eleştiriyormuş, öyleyse doğru yoldayım". Peki ABD, neden o ülkeyi değil de, İran'ı tehdit ediyor? Dilerseniz, bu sorudan önce şu sorunun cevabını bulalım: ABD'nin nükleer silahı "Hıristiyan bombası", İsrail'inki "Yahudi bombası", Hindistan'ınki "Hindu bombası" olmuyor da, Pakistan ve İran'ınki niçin "İslam bombası" oluyor? İşte düğüm noktası burasıdır. Açıkçası, ABD ve İsrail, İslam ülkelerini hedef tahtasına koymuş. Yeni Tanzimatçılar ve mandacılar da, bu gerçeği gizlemeye ve saklamaya çalışıyorlar. Belli bir oranda da muvaffak oluyorlar. Ama bu böyle sürüp gitmez. Çünkü, zulümle payidar olunmaz. Eninde sonunda ABD ve İsrail zulmü hak ile yeksan olacaktır. Ne mutlu, bunu görecek gözlere...
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018