Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dış politikası maalesef devletimizin kurucusu Atatürk'ün çizdiği perspektiften gün be gün uzaklaşmaktadır. Komşularla sıfır sorun politikası ile işe başlanmış, bugün sorun yaratacak komşu bırakılmamış; Müslüman dünya küstürülmüştür. Arap-İslam aleminin ve Türk-İslam dünyasının gözünde, Atatürk döneminde "emperyalizmle savaşan Türkiye" imajı yok edilmiştir. Suriye ile üç yıldır, her an savaşa hazırız, hatta Başbakan, "Suriye ile savaş halindeyiz bile" demiştir. Bu ülkeye karşı başlatılması düşünülen işgal operasyonu -malum- Rusya'nın ağırlığını koyması ile engellenmişti. Rusya'nın bu tavrı, Ortadoğu'daki Müslüman halkların haklarına, vatan bütünlüklerine sahip çıkmaktır ve işin özünde Rusya'nın geçmişten gelen emperyalizme karşı duruşu vardır. Yakın tarihte, biz de Sovyetler Birliği ile emperyalizme karşı beraber hareket etmiştik. Kurtuluş Savaşı'nın henüz sona ermediği bir dönemde, Mustafa Kemal imzalı bir teklif mektubu, Kazım Karabekir aracılığı ile Lenin'e ulaştırıldı. Teklifte, öncelikle milli topraklardan emperyalist kuvvetleri atmak gayesine destek, sonrasında ise, emperyalizme karşı yapılacak mücadele için para, silah, cephane ve sağlık gereçleri isteniyordu. Dönemin Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal'in teklifine 3 Haziran 1920 tarihli bir mektupla yanıt verdi. Dışişleri Komiseri Çiçerin imzalı mektupta şunlar yazılıdır: "Rus Sovyet Hükümeti, her millet için kendi alınyazısının bizzat tayin etmek ve düzenlemek hakkını tanımaktadır. Rus Sovyet Hükümeti, Türk milletinin kendi bağımsızlık ve egemenliğini savunmak için yaptığı kahramanca boğuşmayı pek büyük bir ilgiyle izlemektedir. Türkiye için acı olan bugünlerde Rus ve Türk milletlerini birleştirecek olan dostluğun sağlam temele dayanmasından ötürü bahtiyardır." Rusya ile tarihte emperyalizme karşı beraber hareket edildi. Onun emperyalizmle mücadelesi bugün de aynen devam ettiği halde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurtuluş Savaşı'nın da temel gayesi olan bu üstün hali unuttu. Yoksa AB denilen Hıristiyan kulübüne girebilmek için, sırf Müslüman olduğumuz için alınmadığımız defaatle AB'li devlet başkanlarınca itiraf edildiği halde, sayısız siyasi taviz verilir miydi? Ya da dış politikamızda ABD, istihbaratımızda İsrail kaynakları temel kabul edilir miydi? Ya da Suriye'de savaş sath-ı mailinde en önde ve tek başımıza bırakılmamıza rağmen halen Batı'nın politikalarıyla bu ülkeye saldırı planı içinde olur muyduk? Hatta emperyalizmin ekonomik ayağı olan kapitalizmi tüm hezimetine rağmen ve anti tezi olan Milli Ekonomi Modeli, dünyada uygulanmaya başladığı halde, kapitalizmi uygulamakta ısrar eder miydik? Bugün Türkiye geçmişten günümüze değişmeyen bir dış politikaya mecburdur. Bu politika tamamen milli menfaatler istikametinde şekillenmelidir. Emperyalizmin kurallarına göre hareket ne Atatürk'ün siyasetinde vardır, ne de faydamızadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Sinem Baş / diğer yazıları
- Geçmiş olsun Sayın Baş / 23.03.2020
- Gün BTP iktidarına çalışma günüdür / 19.11.2019
- Tebrikler Türk milleti! / 02.04.2019
- Ne mutlu ‘BTP’liyim’ diyebilene / 06.03.2019
- 2. buluşma iktidarın ayak sesleri / 26.02.2019
- Artık ‘Bağımsız Türkiye Partisi’ demeliyiz / 05.02.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a çirkin saldırı / 11.01.2019
- Cumhuriyet ve iftiralar / 29.10.2018
- 10. Milli Ekonomi Modeli Kongresi / 29.05.2018
- Yarın 23 Nisan / 22.04.2018
- Gün BTP iktidarına çalışma günüdür / 19.11.2019
- Tebrikler Türk milleti! / 02.04.2019
- Ne mutlu ‘BTP’liyim’ diyebilene / 06.03.2019
- 2. buluşma iktidarın ayak sesleri / 26.02.2019
- Artık ‘Bağımsız Türkiye Partisi’ demeliyiz / 05.02.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a çirkin saldırı / 11.01.2019
- Cumhuriyet ve iftiralar / 29.10.2018
- 10. Milli Ekonomi Modeli Kongresi / 29.05.2018
- Yarın 23 Nisan / 22.04.2018