İki milyarlık İslam alemi, sayamayacağı kadar dertlerle ve müşkilatlarla boğuşuyor, her yeni güne kucağında yığın yığın, yumak yumak problemlerle uyanıyor ama problemin asıl kaynağını keşfedebilmiş değil.
Saymaya güç yetiremeyeceği kadar nimetlerin ve kaynakların üzerinde oturduğu halde, aklını çalıştırp da kaynakları kullanamadığı için "altın küpünün üzerindeki dilenci" vaziyetine davam ediyor.
Mesela, Prof. Dr. Haydar Baş gibi bu hususta uyaranlara da asla kulak vermiyor, kulak kabartmıyor ve sürünmeyi tercih ediyor.
Sayın Baş, geliştirdiği Milli Ekonomi Modeli Tezi ile diyor ki; altın küpünün üzerinde oturup küresel tefecilere el açan kardeşim!
Sana bahşedilen o elini, o kolunu, o gücünü dilencilikte kullanma, yaşadığın topraklara zaten bahşedilmiş olan doğal kaynaklara ulaşmada ve diğer kardeşlerinle paylaşmada kullan.
Dünyanın dört bir yanında bu ses yankı bulduğu halde İslam dünyasında "görmedim, duymadım, bilmiyorum" vaziyeti devam ediyor.
Anlı şanlı hocalar, meşhur profesörler hala Mü'minun suresinin dördüncü ayetini hala; "Onlar ki zekatlarını verirler" şeklinde tercüme etmeye devam ediyorlar, "zekat vermek için, zekat verecek konuma ulaşmak için gayret ederler, çalışıp-çabalarlar" idrakine bir türlü gelemediler.
Yerdekini tutup kaldırmak için ayakta olmak gerektiğini kitlelere hala öğretemediler.
İşte Haydar Baş, söz konusu çalışması ile bu kabuğu kırdı, bu umudu kitlelere aşıladı ve "çalışırsan sen de yaparsın" morelini kazandırdı kitlelere.
Güçlü ol, ayakta ol ki düşenin elinden tutup kaldırasın, İslam'ın merhamet elini tüm insanlığa uzatabilesin.
Yerde sürünenin bir başka sürünene yardım ettiği, tutup kaldırdığı nerede görülmüş?
"Yüzüstü kapanarak sürünen mi daha doğru gidebilir, yoksa dosdoğru yolda düzgün bir şekilde yürüyen mi?" (Mülk: 22).
Bütün bu ikazlara rağmen İslam alemi yerinde saymaya, hatta günden güne gerilemeye, düşmanlara muhtaç hale gelmeye devam ediyor.
Hem şeytanla mücadele ettiğini iddia ediyor hem de şeytanın izinden zerre kadar ayrılmadan onun adımlarını takip ediyor.
Kuralları şeytan ve avenesi tarafından belirlenmiş olan oyunlarda başarılı olacağını zannediyor.
Onların belirlediği kulvarlarda yarışlara katılarak derece alacağını, ipi göğüsleyeceğini vehmediyor.
İblisin ve "İblis ordularının" dostluğunu kazanmak, yardımlarına layık olmak için bin bir çeşit takla atıyor, yine de işin sonunda attığı taklalarla baş başa kalıyor.
Her gün beş vakit okuduğu hayat kitabında şu ikazlar yer aldığı halde ısrarla bu hataları yapmaya devam ediyor ve olanlardan bir türlü ders almıyor:
"Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman tanıyın. O kendi taraftarlarını, ancak cehennemliklerden olmaya çağırır." (Fatır: 6).
"Ey Âdemoğulları! Ben size demedim mi, şeytana kulluk etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır! Bana kulluk edin, doğru yol budur." (Yasin: 60-61).
"Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır." (Bakara: 208).
"Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Oysa Allah, size bağışlanma ve bolluk sözü veriyor. Allah bol imkanlara sahiptir ve bilgisi de sınırsızdır." (Bakara: 268).
Saymaya güç yetiremeyeceği kadar nimetlerin ve kaynakların üzerinde oturduğu halde, aklını çalıştırp da kaynakları kullanamadığı için "altın küpünün üzerindeki dilenci" vaziyetine davam ediyor.
Mesela, Prof. Dr. Haydar Baş gibi bu hususta uyaranlara da asla kulak vermiyor, kulak kabartmıyor ve sürünmeyi tercih ediyor.
Sayın Baş, geliştirdiği Milli Ekonomi Modeli Tezi ile diyor ki; altın küpünün üzerinde oturup küresel tefecilere el açan kardeşim!
Sana bahşedilen o elini, o kolunu, o gücünü dilencilikte kullanma, yaşadığın topraklara zaten bahşedilmiş olan doğal kaynaklara ulaşmada ve diğer kardeşlerinle paylaşmada kullan.
Dünyanın dört bir yanında bu ses yankı bulduğu halde İslam dünyasında "görmedim, duymadım, bilmiyorum" vaziyeti devam ediyor.
Anlı şanlı hocalar, meşhur profesörler hala Mü'minun suresinin dördüncü ayetini hala; "Onlar ki zekatlarını verirler" şeklinde tercüme etmeye devam ediyorlar, "zekat vermek için, zekat verecek konuma ulaşmak için gayret ederler, çalışıp-çabalarlar" idrakine bir türlü gelemediler.
Yerdekini tutup kaldırmak için ayakta olmak gerektiğini kitlelere hala öğretemediler.
İşte Haydar Baş, söz konusu çalışması ile bu kabuğu kırdı, bu umudu kitlelere aşıladı ve "çalışırsan sen de yaparsın" morelini kazandırdı kitlelere.
Güçlü ol, ayakta ol ki düşenin elinden tutup kaldırasın, İslam'ın merhamet elini tüm insanlığa uzatabilesin.
Yerde sürünenin bir başka sürünene yardım ettiği, tutup kaldırdığı nerede görülmüş?
"Yüzüstü kapanarak sürünen mi daha doğru gidebilir, yoksa dosdoğru yolda düzgün bir şekilde yürüyen mi?" (Mülk: 22).
Bütün bu ikazlara rağmen İslam alemi yerinde saymaya, hatta günden güne gerilemeye, düşmanlara muhtaç hale gelmeye devam ediyor.
Hem şeytanla mücadele ettiğini iddia ediyor hem de şeytanın izinden zerre kadar ayrılmadan onun adımlarını takip ediyor.
Kuralları şeytan ve avenesi tarafından belirlenmiş olan oyunlarda başarılı olacağını zannediyor.
Onların belirlediği kulvarlarda yarışlara katılarak derece alacağını, ipi göğüsleyeceğini vehmediyor.
İblisin ve "İblis ordularının" dostluğunu kazanmak, yardımlarına layık olmak için bin bir çeşit takla atıyor, yine de işin sonunda attığı taklalarla baş başa kalıyor.
Her gün beş vakit okuduğu hayat kitabında şu ikazlar yer aldığı halde ısrarla bu hataları yapmaya devam ediyor ve olanlardan bir türlü ders almıyor:
"Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman tanıyın. O kendi taraftarlarını, ancak cehennemliklerden olmaya çağırır." (Fatır: 6).
"Ey Âdemoğulları! Ben size demedim mi, şeytana kulluk etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır! Bana kulluk edin, doğru yol budur." (Yasin: 60-61).
"Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır." (Bakara: 208).
"Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Oysa Allah, size bağışlanma ve bolluk sözü veriyor. Allah bol imkanlara sahiptir ve bilgisi de sınırsızdır." (Bakara: 268).
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024