Düşmanlarımızın taktikleri zamana ve zemine göre değişebilir, fakat işlerinin özü değişmez. İşlerinin özü, milletimizin birliğini bozmak ve vatanımızı küçük parçalara ayırmaktır. Başka bir deyişle, değişmeyen hedefleri, Ortadoğu’da yeni sınırlar çizmek, küçük devletçikler kurmaktır. Bu anlayış sonucu, Ortadoğu’da ve Afrika’da birçok sınırlar çizilmiş ve devletçikler oluşturulmuştur. Düşmanlarımız, yani Batılılar, bugün, çizdikleri sınırları değiştirmek, yeniden çizmek için uğraşıyorlar. Milletin birliğini, vatanın bütünlüğünü korumak isteyenler, buna direniyor, karşı çıkıyor. Batılılar, işbirlikçileri vasıtasıyla şu propagandayı yapıyorlar: “Sömürgecilerin çizdiği sınırların değişmemesi için niçin mücadele ediyorsunuz? Zaten bu sınırlar tabii değil, değişirse değişsin”. Hâlbuki Müslümanların yeniden bölünmeye değil, birliğe ve bütünleşmeye ihtiyacı vardır.
Müslümanların birliği sağlanmadan, Ortadoğu’da ve dünyada barış, huzur asla olmayacaktır. Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti yıkılırken, ta o zamanda, bu gerçeği görmüş ve şöyle demişti: “Osmanlı Devleti, bir dünya devletidir. Onun yerini ancak bir devlet alabilir. O da, yine Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti’ni dünya çok arayacaktır. Onun elinden alınmış topraklarda kurulan yersiz ve suni devletler, ne idarelerine tevdi ve emanet edilmiş halka, ne de devletler manzumesine faydalı ve şerefli bir hizmet ifa edeceklerdir. Bu topraklar üzerinde hakimiyet ve ayrılık kavgaları son bulmayacaktır”. Nitekim de öyle oldu. İbn Haldun’un dediği gibi, “Devlet, ihtiyarı olarak kurulmaz. Onun varlığı, düzen ve tertibi için zaruret olarak kurulur” (Bkz. Mukaddime, c.1, s. 510). İhtiyari olarak kurulan devletlerde huzur ve güvenin olmadığı tarihi bir gerçektir.
Geçmişte İngilizler, Müslümanları bölmek ve parçalamak için akla hayale gelmez entrikalar çevirdiler. Bugün ise ABD ve yandaşları aynı yolu izliyor. ABD, 11 Eylül saldırısından sonra, bölücülük, fitne ve fesat hareketlerine oldukça hız verdi. Amerika’nın strateji uzmanlarından eski Dışişleri Bakanı Kissinger, bunun işaretini şu sözlerle verdi: “Bu savaş, Batı ile İslâm’ın değil, İslâm’la İslâm’ın savaşı olacaktır”. Bu, “Müslümanları Müslümanlarla savaştıracağız” sözünün değişik bir ifadesi idi. Şuurlu Müslümanlar, bu oyuna gelir mi? Asla gelmez. Onun için Huntington şöyle demiştir: “ABD’nin gerçek ve potansiyel düşmanı, İslâm’ın yönlendirdiği Müslümanlardır”. İslâm’ın yönlendirmediği kişi Müslüman olabilir mi? Olamaz, işte Batılılar böyle Müslümanlar (!) arıyorlar. Yerli işbirlikçiler de onların aradığı tipi yetiştirmek için uğraşıyorlar. O tipler olmadan, asırlardır peşinden koştukları Sünni-Şii çatışması çıkmaz. Evet, Batılılar, asırlardır bu çatışma için gayret sarf ediyorlar.
İngiliz Sömürgeler Bakanlığı 1700’lü yıllarda ajanlarına bu konuda yapacaklarını şöyle sıralıyordu: “Sünni ve Şii Müslümanlar arasında birbirine karşı kötümserlik ve suizan duyguları icat ederek mezhebi ihtilafları körüklemek. Her grup adına diğerine karşı töhmetli ve ihanetli konuları yaygınlaştırmak. Bu tefrika ve nifak için yararlı olacak plânların uygulanmasında büyük meblağlarda para sarf etmekten çekinmemek”, (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, s. 102). Günümüzde de aynı fitne ve fesat daha kapsamlı bir şekilde sürdürülüyor. Maalesef, hayli mesafe de almış durumdalar. Bu oyunu mutlaka bozmalıyız. Sünni ve Şii Müslümanların kulağına bir İslâm âliminin şu sözü küpe olmalıdır: “Bütün Müslümanlar Ehl-i Beyt’i sevmektedir. Bu açıdan bakınca, bütün Müslümanlar Şii’dir. Bütün Müslümanlar Peygamber (sav)’den gelen sünnet ve buyruğu uygulanmayı gerekli görmektedir. O açıdan bakınca da bütün Müslümanlar Sünni’dir. Dolayısıyla bütün Müslümanlar birdir, kardeştir”. Birbirimize bu gözle bakalım, ecdadımız gibi Batılıların oyununu bir kere daha bozalım ve birliğimizi koruyalım. Bize yakışan da budur.
Müslümanların birliği sağlanmadan, Ortadoğu’da ve dünyada barış, huzur asla olmayacaktır. Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti yıkılırken, ta o zamanda, bu gerçeği görmüş ve şöyle demişti: “Osmanlı Devleti, bir dünya devletidir. Onun yerini ancak bir devlet alabilir. O da, yine Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti’ni dünya çok arayacaktır. Onun elinden alınmış topraklarda kurulan yersiz ve suni devletler, ne idarelerine tevdi ve emanet edilmiş halka, ne de devletler manzumesine faydalı ve şerefli bir hizmet ifa edeceklerdir. Bu topraklar üzerinde hakimiyet ve ayrılık kavgaları son bulmayacaktır”. Nitekim de öyle oldu. İbn Haldun’un dediği gibi, “Devlet, ihtiyarı olarak kurulmaz. Onun varlığı, düzen ve tertibi için zaruret olarak kurulur” (Bkz. Mukaddime, c.1, s. 510). İhtiyari olarak kurulan devletlerde huzur ve güvenin olmadığı tarihi bir gerçektir.
Geçmişte İngilizler, Müslümanları bölmek ve parçalamak için akla hayale gelmez entrikalar çevirdiler. Bugün ise ABD ve yandaşları aynı yolu izliyor. ABD, 11 Eylül saldırısından sonra, bölücülük, fitne ve fesat hareketlerine oldukça hız verdi. Amerika’nın strateji uzmanlarından eski Dışişleri Bakanı Kissinger, bunun işaretini şu sözlerle verdi: “Bu savaş, Batı ile İslâm’ın değil, İslâm’la İslâm’ın savaşı olacaktır”. Bu, “Müslümanları Müslümanlarla savaştıracağız” sözünün değişik bir ifadesi idi. Şuurlu Müslümanlar, bu oyuna gelir mi? Asla gelmez. Onun için Huntington şöyle demiştir: “ABD’nin gerçek ve potansiyel düşmanı, İslâm’ın yönlendirdiği Müslümanlardır”. İslâm’ın yönlendirmediği kişi Müslüman olabilir mi? Olamaz, işte Batılılar böyle Müslümanlar (!) arıyorlar. Yerli işbirlikçiler de onların aradığı tipi yetiştirmek için uğraşıyorlar. O tipler olmadan, asırlardır peşinden koştukları Sünni-Şii çatışması çıkmaz. Evet, Batılılar, asırlardır bu çatışma için gayret sarf ediyorlar.
İngiliz Sömürgeler Bakanlığı 1700’lü yıllarda ajanlarına bu konuda yapacaklarını şöyle sıralıyordu: “Sünni ve Şii Müslümanlar arasında birbirine karşı kötümserlik ve suizan duyguları icat ederek mezhebi ihtilafları körüklemek. Her grup adına diğerine karşı töhmetli ve ihanetli konuları yaygınlaştırmak. Bu tefrika ve nifak için yararlı olacak plânların uygulanmasında büyük meblağlarda para sarf etmekten çekinmemek”, (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, s. 102). Günümüzde de aynı fitne ve fesat daha kapsamlı bir şekilde sürdürülüyor. Maalesef, hayli mesafe de almış durumdalar. Bu oyunu mutlaka bozmalıyız. Sünni ve Şii Müslümanların kulağına bir İslâm âliminin şu sözü küpe olmalıdır: “Bütün Müslümanlar Ehl-i Beyt’i sevmektedir. Bu açıdan bakınca, bütün Müslümanlar Şii’dir. Bütün Müslümanlar Peygamber (sav)’den gelen sünnet ve buyruğu uygulanmayı gerekli görmektedir. O açıdan bakınca da bütün Müslümanlar Sünni’dir. Dolayısıyla bütün Müslümanlar birdir, kardeştir”. Birbirimize bu gözle bakalım, ecdadımız gibi Batılıların oyununu bir kere daha bozalım ve birliğimizi koruyalım. Bize yakışan da budur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018