Avrupa; tarihi boyunca kendi kimliğini inşa ederken özellikle iki noktayı önemsemiştir. Bunlardan birincisi; kendisi dışındaki medeniyetleri hem dinsel, hem de ırksal bağlamda “öteki”leştirmiştir. (Bkz. David E. Stannard, Amerikan Soykırım Tarihi; Gerard Delanty, Avrupanın İcadı). Şöyle ki; Hıristiyan olduğu halde zenciler beyazlarla eşit statüde değildir. Müslüman olan Avrupalılar ise din değiştirdikten sonra artık zenci Hıristiyanlar gibidir. Bu durum genişletilerek bütün medeniyetler için geçerli halde düşünülebilir. Avrupalı kendisi dışındaki herkesi “öteki” olarak kavramsallaştırır. İkinci önemli nokta ise ötekileştirilmiş milletlerin sömürülmesi meşrudur. Çünkü kendisinden değildir.
Diğer taraftan kendisine bakınca ise zengin olmayanların bulundukları hali bireysel hataları olarak görür. Fakirlik suçtur, fakir olan yeteri kadar çalışkan ve akıllı olmadığı için bulunduğu durumdadır. O halde ona acımak anlamsızdır. İşte böyle bir medeniyetten gelen insanların iktisat bilimini oluştururken bu ruhu teorilerine yansıtmamaları mümkün değildir. Çünkü her medeniyet kendi bilimini oluşturur. Denilebilir ki; kapitalizmi ancak bir “Batılı” icat edebilirdi. Gerek insana, gerek doğaya, gerek Yaratan’a ait görüşleriyle bu model sadece Avrupalı’dan çıkabilirdi. Bir başka deyişle kapitalizmi, insanın insanın kurdu olduğuna inanan bireyler inşa ettiler.
Yanlışın namütenahi (sonsuz) doğrunun ise biricik tek olduğunu ifade eder Necip Fazıl. O halde şunu sormak bizim hakkımızdır. İslam medeniyeti perspektifinde bu konu nasıl aydınlatılabilir? Ya da doğru nedir?
- Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır. Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil gözüdür. Ancak şu ana kadar insanın ihtiyaçları sınırsız kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Oysa sınırsız olan kaynaklardır, sınırlı olan ise ihtiyaçlardır.
- Gerçek şudur ki; insanın yemek, içmek, ısınmak, giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık olmayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken bu ihtiyaçları karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce, hatta binlerce bilinen ve bilinmeyen kaynak mevcuttur. (Prof. Dr. Haydar Baş, M.E.M, s. 45-46).
- Esasında potansiyel olarak her birey kendi tükettiğinden daha fazlasını üretecek güce sahiptir. Bunun için gerekli olan kaynaklar mevcuttur. Yeter ki bu emeği devreye koyacak ve verimli kılacak ekonomi politikaları hayata geçirilsin. Bu sebeple Milli Ekonomi Modeli’nde dünya nüfusu gelecek için bir tehlike değil aksine ümit ışığıdır. Bu açıdan bakıldığında her doğan çocuk ekonomiye bir yük değildir, bilakis tüketim miktarını artırarak üretimi de teşvik edecek güce sahiptir. (A.g.e., s. 70-72).
- Dolayısıyla ihtiyaç duyulan sermaye miktarı sağlanırsa nüfus arttıkça buna bağlı olarak emek miktarı da arttığından adeta tüketim aritmetik olarak artarken, üretim geometrik olarak artacaktır diyebiliriz.(A.g.e., s. 72).
Bu satırların yazarı olan Milli Ekonomi Modeli sahibi Prof. Dr. Haydar Baş sanırım gerekli cevabı vermektedir.
İlginç olan şudur ki; Prof. Dr. Haydar Baş aslında ait olduğu Müslüman-Türk medeniyetinin sözcülüğünü yapmaktadır. Prof. Dr. Goulnar Baltanova’nın ifadesiyle, “Sayın bilim adamının ileri sürdüğü ‘sonsuz kaynak’ fikri çürütülemez argümanlar temelinde inşa edilmektedir. Ve en esaslı argüman Kur’an-ı Kerim’in beyanlarıdır. İbrahim sûresinde Allah-u Teala insanlara hitaben diyor ki; ‘Sizlere istediğiniz tüm imkanları vermekteyim.’ (İbrahim, 34). Lokman sûresinde ise, ‘Allah, gökyüzünde ve yeryüzünde olan her şeyi hizmetinize sunmadı mı?’ (Lokman, 20) buyuruluyor.”
Batının kendi değerlerinden yola çıkarak oluşturduğu iktisat bilimini; İslam dünyasının bir kısım ezik ve kompleksli bireyleri değişmez doğrular olarak görmüşlerdir. Avrupalı bilim adamları dahi kendi modellerinin yetersizliğinden yakınıp her krizde bir kurtarıcı ararlarken içimizden çıkan bazı reformist Müslümanlar kapitalist olmayan bir memleketi tasavvur dahi edememektedirler. Dün Hindistan’da Sir Seyyid Ahmet Han ile, Mısır’da Efgani-Abduh-Reşid Rıza ile, Türkiye’de Sait Nursi ile Avrupa merkezli Batı bilimini kutsallaştırarak (Bkz., İSAV, Bilgi Bilim ve İslam 2, s. 44; Mehmet Maruf, Ayna Bizim Olmalı) hayran olanlar bu defa kapitalizme karşı aynı romantik duyguları taşımaktadırlar. Oysa kapitalizm Protestan ahlakının ürünüdür (Bkz. Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu) ve ilerlemenin “asla” tek yolu değildir.
Unutmayalım ki; ilim sahibi Âlim olan Allah’tır. Ve Allah dininden utananlara değil ancak arif-i billaha eşyanın hakikatini öğretir!
Diğer taraftan kendisine bakınca ise zengin olmayanların bulundukları hali bireysel hataları olarak görür. Fakirlik suçtur, fakir olan yeteri kadar çalışkan ve akıllı olmadığı için bulunduğu durumdadır. O halde ona acımak anlamsızdır. İşte böyle bir medeniyetten gelen insanların iktisat bilimini oluştururken bu ruhu teorilerine yansıtmamaları mümkün değildir. Çünkü her medeniyet kendi bilimini oluşturur. Denilebilir ki; kapitalizmi ancak bir “Batılı” icat edebilirdi. Gerek insana, gerek doğaya, gerek Yaratan’a ait görüşleriyle bu model sadece Avrupalı’dan çıkabilirdi. Bir başka deyişle kapitalizmi, insanın insanın kurdu olduğuna inanan bireyler inşa ettiler.
Yanlışın namütenahi (sonsuz) doğrunun ise biricik tek olduğunu ifade eder Necip Fazıl. O halde şunu sormak bizim hakkımızdır. İslam medeniyeti perspektifinde bu konu nasıl aydınlatılabilir? Ya da doğru nedir?
- Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır. Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil gözüdür. Ancak şu ana kadar insanın ihtiyaçları sınırsız kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Oysa sınırsız olan kaynaklardır, sınırlı olan ise ihtiyaçlardır.
- Gerçek şudur ki; insanın yemek, içmek, ısınmak, giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık olmayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken bu ihtiyaçları karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce, hatta binlerce bilinen ve bilinmeyen kaynak mevcuttur. (Prof. Dr. Haydar Baş, M.E.M, s. 45-46).
- Esasında potansiyel olarak her birey kendi tükettiğinden daha fazlasını üretecek güce sahiptir. Bunun için gerekli olan kaynaklar mevcuttur. Yeter ki bu emeği devreye koyacak ve verimli kılacak ekonomi politikaları hayata geçirilsin. Bu sebeple Milli Ekonomi Modeli’nde dünya nüfusu gelecek için bir tehlike değil aksine ümit ışığıdır. Bu açıdan bakıldığında her doğan çocuk ekonomiye bir yük değildir, bilakis tüketim miktarını artırarak üretimi de teşvik edecek güce sahiptir. (A.g.e., s. 70-72).
- Dolayısıyla ihtiyaç duyulan sermaye miktarı sağlanırsa nüfus arttıkça buna bağlı olarak emek miktarı da arttığından adeta tüketim aritmetik olarak artarken, üretim geometrik olarak artacaktır diyebiliriz.(A.g.e., s. 72).
Bu satırların yazarı olan Milli Ekonomi Modeli sahibi Prof. Dr. Haydar Baş sanırım gerekli cevabı vermektedir.
İlginç olan şudur ki; Prof. Dr. Haydar Baş aslında ait olduğu Müslüman-Türk medeniyetinin sözcülüğünü yapmaktadır. Prof. Dr. Goulnar Baltanova’nın ifadesiyle, “Sayın bilim adamının ileri sürdüğü ‘sonsuz kaynak’ fikri çürütülemez argümanlar temelinde inşa edilmektedir. Ve en esaslı argüman Kur’an-ı Kerim’in beyanlarıdır. İbrahim sûresinde Allah-u Teala insanlara hitaben diyor ki; ‘Sizlere istediğiniz tüm imkanları vermekteyim.’ (İbrahim, 34). Lokman sûresinde ise, ‘Allah, gökyüzünde ve yeryüzünde olan her şeyi hizmetinize sunmadı mı?’ (Lokman, 20) buyuruluyor.”
Batının kendi değerlerinden yola çıkarak oluşturduğu iktisat bilimini; İslam dünyasının bir kısım ezik ve kompleksli bireyleri değişmez doğrular olarak görmüşlerdir. Avrupalı bilim adamları dahi kendi modellerinin yetersizliğinden yakınıp her krizde bir kurtarıcı ararlarken içimizden çıkan bazı reformist Müslümanlar kapitalist olmayan bir memleketi tasavvur dahi edememektedirler. Dün Hindistan’da Sir Seyyid Ahmet Han ile, Mısır’da Efgani-Abduh-Reşid Rıza ile, Türkiye’de Sait Nursi ile Avrupa merkezli Batı bilimini kutsallaştırarak (Bkz., İSAV, Bilgi Bilim ve İslam 2, s. 44; Mehmet Maruf, Ayna Bizim Olmalı) hayran olanlar bu defa kapitalizme karşı aynı romantik duyguları taşımaktadırlar. Oysa kapitalizm Protestan ahlakının ürünüdür (Bkz. Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu) ve ilerlemenin “asla” tek yolu değildir.
Unutmayalım ki; ilim sahibi Âlim olan Allah’tır. Ve Allah dininden utananlara değil ancak arif-i billaha eşyanın hakikatini öğretir!
Mehmet Maruf / diğer yazıları
- Akrep kıskacı / 05.12.2019
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013