Ramazan Yazıları''MESCİTLERİ İMAR GÖNÜLLERİ İRŞAD''
Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe: 18).
Kur'an-ı Azimûşsan'ın bu emri ile imanlı gönüllerin yaşadığı yerler, cami ve mescitlerle dolup taşmıştır. Birer mühür gibi, birer işaret taşı ve kudsi mabetler olarak imanı, ibadeti, ihlası, kardeşlik ve beraberliği, paylaşmayı, selamlaşmayı temsil eden nurani meclislerdir camiler.
Tarihten günümüze, iftiharla görmekteyiz ki ecdadımız cami ve mescit medeniyetinde de zirvede kalmış mirasın hassını bizlere bırakmışlardır.
Resûlullah (sav) Efendimiz bir hadis-i şerifinde:
"Mescitler, muttakilerin evleridir. Mescitleri kendilerine ev edinenlere Allah-ü Teala rahmet, rahat sırattan geçirmek, cehennemden kurtuluş, rızasına kavuşmak gibi hususlarda kefildir" buyuruyor.
Ashab-ı Kiram'dan Hakim b. Umeyr şöyle diyor:
"Dünyada misafir gibi olunuz. Camiler evleriniz olsun. Tefekkürü ve ağlamayı artırınız. Nefsani arzular sizi anlatılan iyi ve faydalı işlerden alıkoymasın."
Denir ki:
-Mü'mini kalesi üçtür.
Mescit.
Allah'ın zikri.
Kur'an okumak.
Bir kimse, saılan üç şeyden birine sığınırsa şeytanın kötüğünden kurtulmuş olur.
Camiler, yeryüzünde Allah'ın evleridir. Orada namaz kılanlar Allah'ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilene, yani ev sahibine kullarına ikram etmek yapılır.
1. Oturmadan önce iki rekat namaz kılınır (kerahat vakitleri dışında).
2. Mescitte bir şey alınıp-satılmamalı.
3. Kaybettiği birşeyi bulmak için bağırmamalı.
4. Allah-ü Teala'nın zikri dışında bir şey için sesini yükseltmemeli.
5. Boş söz söylememeli.
6. İleri saflara geçmek için cemaatin omuzlarına basmamalı.
7. Orada, oturmak için hiç kimse ile çekişmemeli.
8. Safa girmek için hiç kimseye sıkıştırmamalı.
9. Namaz kılanın önünden geçmemeli.
10. Parmaklarını çıtlatmamalı.
11. Mescidi kirletmeden, zararlı şeylerden, oyun yeri olmaktan korumalı.
12. Orada Allah-ü Teala'yı çok anmalı ve O'nu hiç unutmamalıdır. (Tenbihü'l-Gafilin c.1)
Cami ve cemaat ile ilgili daha birçok faziletler vardır.
Yine cami ve cemaat adap ve erkanları ile ilgili ilmihal kitaplarımızda hulasa bilgiler, fetva kitaplarında geniş bilgiler bulabilirsiniz.
Müslüman inşasından-bakımına, anlamından feyzine, hissiyatı, yaşayışı, anlayışı ile cami ile bütünleşir.
Çocukluğun berraklığında babalar, analar, dedeler... cami sevgisini evlatlarına mutlaka tattırmalıdırlar. Bu tadı çocuk yaşta aldığını unutmamalılar.
Çocuk ilk yaşlarda anlamını bilmeden gider. Bu yaşlarda sabırla karşılamalıdır. Camide de cemaat tahammül göstermeli. Sevgiyle usul ve erkanı öğretilmelidir. Asla camiden cemaatten kaçırmamalı, itmemelidir.
Camilerle ilgili günümüz anlayışında şu hakikatı esefle ortaya koymak gerekirse derim ki:
Allah Resulü (sav) mescidin hemen yanına talebe yetişsin diye kurulan "suffa" ya önem vermiş, bakımı ve tüm ihtiyaçlarını karşılayarak insan eğitimini ön plana çıkarmıştır. Yani imanlı, bilgili insanların yetişmesine önem vererek camilerin esastaki fonksiyonunu göstermiştir.
Asırlarca bağrında binlerce âlim, fakih, hadis üstadı, hafız-ı kelam yetişmiş tarihimiz hocası ile cemaatı ile şerefle, övgüyle doludur.
Maalesef herşeyin özünün kaybolmaya başladığı günümüzde camilerde asli hüviyetinden uzaklaşıyor.
Çocukluğumda Beyazıt camiine gittiğimde yaz-kış caminin bir köşesinde ilim okunurdu.
İmamlık yıllarımda dernek başkanına demiştim ki: "Biraz para verin de çocuklara çeşitli kitap ve hediye alayım." Cevaplarında "Kum lazım" demişlerdi. Şimdi 17 sene sonra gittiğim camide bir minare bir de lojman yapılmış. Ama cemaatin sayısı aynı.
Zonguldak seyahatimde bir caminin yeni döşenen halılarına baktım. Gayet kalın tüylü idi. Eskilere baktım daha yıllarca kullanılabilir. Kiralar yüksek. Gelirler iyi. Lakin 10 yaşından 15 yaşına kadar kaç çocuğa dini bilgiler verildi, ehil hocalar eline teslim edildi, bunun için ev ziyaretleri, davet, gezi yapıldı, hediye kitap, kaset, video gösterimi yapıldı...
Kısaca dini sevdirecek, öğretecek, çalışmalara kaç para harcandı.
Cami süsüne şu kadar...
Cami ısınmasına şu kadar...
Cami çalışanlarına şu kadar...
Ya insan yatırımına ne kadar?
Bakın kanunda bile bir vakıf faaliyeti harcamasının % 80'ini hizmet amaçlı kullanmak zorundadır.
Camilerimiz ihtiyaç olan yerlerde, ihtişamlı güzel olsun.
İçi onu seven 7'den 70'e imanlı sinelerle dolsun.
Gayretimiz bu olsun.
Unutmayalım cemaati olmayan camiler garib ve mahzundur. Cemaat caminin süsüdür.
Feyyaz İNANÇ
Ramazan mektebi
Yaratılmışların en şereflisi insan... Kendini diğer canlılardan ayıran, eşref-i mahluk kılan akıl, fikir, zikir, gibi manevi çok üstün vasıfları olan ve daha nice sayılmaya değer özelliklerle mücehhez, harika ve hassas varlık, insan...
Şüphesiz ki, akıllı insan sorumluluk alabilen, başıboş hareket etmeyen, Rabb'i ile münasebet kurabilen insandır. İnsanın yaratılışında ve dünyaya gönderilişindeki yegâne gaye; kulluk pozisyonunun sürekli bir imtihan ile tesbitidir.
İslâm'a göre ilim, Hakk'ı bilmek, ibadet, Hakk'ı tanımak ve O'nun rızasında kalabilmek gayreti olduğundan rahat bir dünya hayatı ve uhrevi saadet ancak "hayatı ibadet mantığıyla yaşamak"la mümkün olacaktır. Bu vesile ile Ramazan-ı şerif ve oruç ibadetimizi bir kez daha gözden geçirmeye gayret edelim.
Ramazan ve oruç
Mü'minlerin burhanı, gönüllerin arzusu, onbir ayın sultanı Ramazan...
İnananlara rahmet, mağfiret, kurtuluş, inkârcılara hidayet ve öğütünle hoş geldin... İlahi emirlerin ifası, yasakların imhası yönünde gösterilen azami dikkat, ibadet ve itaat aşkı, hayır hasenat yarışı senin gelişinle varlığınla daha büyük anlam kazanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in inzal edildiği Ramazan ayı, insanların hidayetine vesile olarak, mü'minlerin faziletini artırarak, birlik, beraberlik, kardeşlik duygularını kabartıp, cemaat olmanın, cemaat halinde hareket etmenin engin faziletini gönüllere hissettirmiş olacaktır. Ramazan ayı bir mekteptir, oruç ise eğitmen... "Cennet kapılarının açık olduğu, şeytanların zincire vurulduğu, Cehennem kapılarının kapandığı" (1) ihlas ve samimiyet duygularımızın kabardığı, yüreklerin toplu vurduğu, saygı, sevgi ve hoşgörünün daha belirgin birhal aldığı kutsal aydır; Ramazan... Müslümanlar arasındaki tesanut ve kardeşlik olayının yeniden gözden geçirilip, birlik ve dirlik duygularının galeyana getirebilecği, dünyevi kaygıların, çirkin tutum ve davranışların, tüm tefrika vasıtalarının, inananların birliğini bozabilme gayretlerinin şeytanlarla beraber zincire vurulduğu, ilahi lutuftan daha fazla hisse alabilmenin mümkün olduğu mübarek aydır; Ramazan...
Sürecek...
Saffet DEMİR
FIKIH KÖŞESİZekatın sıhhıyetinin şartları
Verilen bir zekâtın sahih olabilmesi için, zekâtı verirken veya onu ayırırken niyetin bulunması şarttır. Bu esastan şu meseleler doğar:
1. Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken bunun zekât olduğunu kalp ile niyet etmek gerekir. Dil ile söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakire zekât niyeti ile verirken bunu bir bağış veya bir borç olarak verildiğini dil ile söylemek zekâta engel değildir.
2. Bir mal fakire niyetsiz olarak verilince bakılır: Eğer mal henüz fakirin elinde bulunuyorsa, zekâta niyet edilmesi yeterlidir. Fakat elinden çıkmış ise, niyet edilmesi yeterli değildir.
Yine, bir kimse, bir adamın malından onun adına zekâtını verdiği zaman, o kimse buna rıza gösterirse bakılır: Eğer o mal fakirin yanında mevcut bulunuyorsa, bu zekât sahih olur; değilse olmaz.
3. Zekât vermede vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti geçerlidir. Onun için bir kimse, zekâtını vermek için bir adamı vekil tayin etse, zekât olarak vereceği malı teslim ettiği zaman veya o malı vekil fakire vereceği zaman zekâta niyet etmesi gerekir. Vekilin niyeti yeterli olmaz. Bu vekil, Müslüman olabileceği gibi, bir gayri müslim (Zımmî) de olabilir.
4. Zekât vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın zaman zaman fakirlere bir şeyler verdiği halde, zekâta niyet etmek hatırına gelmese, bu verdikleri zekâta sayılmaz. Fakat fakire böyle bir mal verirken: "Bunu niçin veriyorsun?" diye sorulacak soruya, düşünmeksizin hemen "zekât olarak veriyorum" diyebilecek bir durumda ise, bu niyet yerine geçer.
5. Bir kimse fakirlere bir gün sadaka verdikten sonra: "Şu süre içinde verdiğim sadakaların zekâtımdan olmasına niyet ettim", demesi yeterli olmaz.
6. Bir kimse elinde bulunan bir malı zekâta niyet etmeksizin tamamen sadaka olarak verse, bunun zekâtı kendisinden düşmüş olur. İster nafile sadakaya niyet etmiş olsun, ister olmasın, hüküm aynıdır. Fakat verilen bu mal ile bir nezre veya başka bir vacibe niyet etmiş olursa, bu mal o niyete göre verilmiş olur. Verilen bu mala düşecek zekâtı ayrıca ödemek gerekir.
7. Bir kimse, üzerine zekât düşen malının bir kısmını bir fakire bağışlasa, buna isabet eden zekât kendisinden düşer.
Örnek: Bir zengin, bir fakirde olan yüz bin lira alacağını o fakire bağışlasa, yalnız bir yüz bin liranın zekâtını vermiş olur. Burada zekâta niyet edip etmemek eşittir. Bu yüz bin lirayı diğer mallarının zekâtına sayamaz.
Yine, fakir olmayan bir borçluya bir mal bağışlansa, bununla ne o malın ve ne de başka mallarını zekâtı verilmiş olmaz. Sahih olan görüşe göre, bu bağışlanan mala düşen zekâtın da ayrıca verilmesi gerekir.
Lâtifeler
Yine Behlül Dîvâne'ye bir gün Halife:
-Ey deli, bu halkın arasında nasıl başıboş ve tanıdıklardan uzak gezersin? Ne içinde rahat edecek bir evin ne de kendisi ile ülfet edecek (sevinç ve üzüntünü paylaşacak) bir yârin var. Gel beri sana mal mülk sâhibi, güzel yüzlü, gül yanaklı, şeker sözlü ve iffetli bir hâtun alıverelim. Sen de eller gibi huzur ve birlik içinde neş'eyle ye, iç. Seninle kalsın dursun. Elinde olanlarla ilgilensin. Kalbinin ferahlığına vesile ve gönlünün hoşluğuna vasıta olsun.
Behlül nihayet Halife'nin sözüne mâyil ve evlenmeğe kâyil olur. Hârun da beklemeden ona bir hâtun alıverir. Gerdek gecesi olur, Behlül içeri girer. Hemen hâtunun yanına yaklaşıp karnına kulak tutar. Ve sonra derhal o değilmiş gibi çıkıp kaçar. O yörelerde durmayıp dağlar ve sahralar geçer. Epey zamandan sonra Behlül'ü bulurlar. Alıp Hârun'a gelirler. Hârun:
-Behey divâne! Bu ettiğin hareket ve oraya kulak verip kaçmağa hikmet neydi? der. Behlül:
-Ey mü'minlerin emîri, sen bana demiştin ki, "Sana bir hâtun alıvereyim asîle ola ve iç huzuruna vesile ola, yemeğini pişirip elbiseni yuya ve her işinde sana uya." Fakat onun yanına yaklaştığım anda karnından kulağıma sesler eldi. Ve beni büsbütün hayretler aldı. Bir an eğilip durdum ve karnına kulak verdim. İşittim ki, içeriden "Babacığım!" diye kimi takka, kimi nâlin ister. Kimi çenber, kimi yaşmak diler. O bana kaftan gerek, bu gömler der. Ve o orada ağlar, bu burada inler. Nefret ve şaşkınlık veren bir karışıklık ve kavga... Baktım ki, beni de perişan, dağınık ve başı dönmüş bir serseri edecekler, kararım kalmayıp, gayr-ı ihtiyâri kaçtım, der.
Lamiizâde Abdullah Çelebi
GÖNÜL DOSTLARIMevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Şam'ın meşhûr semtlerinden Kunvat'ta büyükçe ve geniş bir konak satın aldı. Âilesi ile birlikte oraya yerleşti. Oranın bir kısmını vakıf olarak bağışladı. Konağın yanına bir mescid yaptırdı. Bu mescidde beş vakit namaz cemâatle kılınmaya başladı. İleri gelenlerden ve halktan pekçoğu Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin cemâat ve sohbetlerine koştu. Vezirler ve devlet adamları onun huzûrunda el pençe divan durdular. Kâfile kâfile gelenler Nakşibendiyye yoluna girip talebesi oldular. Kendisine devletin ileri gelenlerinden mektuplar yazıldı, vâliler ziyâretine koştular. Âlimler ve şâirler üstünlüğünü anlatan eserler ve şiirler yazdılar. Kısaca İslâm dünyasının her tarafında onun üstünlüğünü ve faziletini bilmeyen ve kabûl etmeyen kalmadı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Şam'da kaldığı müddet içinde pekçok yıkık mescidi tamir ettirdi. İdas Câmii de bunlar arasındadır. Yerleştiği konağın yakın bir yerine bir köy kurdu. Orada halîfeleri ve talebelerinden bur cemâatin kalmasını emretti. O köy halkının dînî terbiyesinin ise, halîfelerinden Şeyh İsmail Enâreni ile Şeyh Ahmet Hatib'e bıraktı. Şuvayka Câmii olarak bilinen Murâdiye Camii'nde Muhammed Hânî'yi, Sâlihiyye'deki Câmi-i Sâhibe'de Abdülkâdir Dimlanî'yi insanlara İslâmiyeti anlatmakla ve Hatm-i hâcegân yaptırmakla vazifelendirdi. Kendisi de medresesinde sabahları Şâfîî fıkhı okuttu.
Şamdayken Kudüs'e giderek Mescid-i Aksâ'yı ve büyüklerin kabirlerini ziyaret etti. Kudüs halkından saygı iltifat gördü. Kudüs'ten Urfa'ya gelerek mübarek makamları ziyaret etti ve insanlara vâz nasihat ederek kurtuluşlarına vesile oldu. Tekrar Şam'a döndü. 1826 senesi hacca gidişinde beraberinde halifelerinden ve talebelerinden pekçok kimse de bulundu. Yol boyunca gittiği beldelerin insanlarına da İslâmiyeti anlatan Mevlânâ Hâlid Hazretleri hac vazifesini yerine etirdi. Medîne-i münevvereye giderek sevgili Peygamberimizin kabri şerifini ziyaret etti. Mekke-i mükerremede ve Medine-i münevverede pekçok alim ve evliya zâtlarla karşılaşıp sohbet etti. Aynı sene içinde Şam'a döndü ve vazifesine devam etti.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri hayatının son senesinde Ramazan-ı şerif ayının son gününde halifeleri ve sevenlerine Kudüs'e gitmek istediğini bildirdi. Talebeleri bu habere çok sevindiler. Fakat Şevvâl ayı içerisinde tâûn salgını, vebâ hastalığı ortaya çıktı. Talebeleri; "Kudüs'e gitmenin tam zamanıdır" dediler. Onlara buyurdu ki: "Şimdi üzerinde durduğumuz mesele, tâuna karşı sabırlı olmaktır. Bunun sevabı, istediğiniz şeyden daha çoktur." Taunla şehîd olup gitmenin fazîletinden ve iyiliğinden bahsetti. Tâûndan ölenlerin şehîd olacağı hakkında hâdis-i şerifleri okuyarak bu yüksek dereceye kavuşmak istediğini bildirdi.
RAMAZAN SOFRASI
KADAYIF DOLMASI
( 4 Kişilik)
Malzeme : 500 gr. Tel kadayıf, 250 gr. Ceviz içi, 100 gr. Tereyağ, 3 ad. Yumurta beyazı, 1 lt. Sıvıyağ, 100 gr. Kaymak, 20 gr. Yeşil fıstık.
Şurubu: 1 kg. Tozşeker, 750 gr. Su, 1/2ad.Limon suyu (birlikte kaynatılıp, soğutulur)
Tarif : Tel kadayıf ince ince açılır. Çekilmiş ceviz içi, kadayıflara serpilir. Üzerine eritilmiş tereyağ dökülüp, karıştırılır. Kadayıflar yuvarlanıp, yumurta beyazıyla yapıştırılır. Ocakta hafif ısınan sıvıyağda kızartılır. Kızaran kadayıflar, soğuk şuruba atılıp, şurubu çekince kaymak ve üzerine yeşil fıstık dökülerek servis yapılır.
Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe: 18).
Kur'an-ı Azimûşsan'ın bu emri ile imanlı gönüllerin yaşadığı yerler, cami ve mescitlerle dolup taşmıştır. Birer mühür gibi, birer işaret taşı ve kudsi mabetler olarak imanı, ibadeti, ihlası, kardeşlik ve beraberliği, paylaşmayı, selamlaşmayı temsil eden nurani meclislerdir camiler.
Tarihten günümüze, iftiharla görmekteyiz ki ecdadımız cami ve mescit medeniyetinde de zirvede kalmış mirasın hassını bizlere bırakmışlardır.
Resûlullah (sav) Efendimiz bir hadis-i şerifinde:
"Mescitler, muttakilerin evleridir. Mescitleri kendilerine ev edinenlere Allah-ü Teala rahmet, rahat sırattan geçirmek, cehennemden kurtuluş, rızasına kavuşmak gibi hususlarda kefildir" buyuruyor.
Ashab-ı Kiram'dan Hakim b. Umeyr şöyle diyor:
"Dünyada misafir gibi olunuz. Camiler evleriniz olsun. Tefekkürü ve ağlamayı artırınız. Nefsani arzular sizi anlatılan iyi ve faydalı işlerden alıkoymasın."
Denir ki:
-Mü'mini kalesi üçtür.
Mescit.
Allah'ın zikri.
Kur'an okumak.
Bir kimse, saılan üç şeyden birine sığınırsa şeytanın kötüğünden kurtulmuş olur.
Camiler, yeryüzünde Allah'ın evleridir. Orada namaz kılanlar Allah'ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilene, yani ev sahibine kullarına ikram etmek yapılır.
1. Oturmadan önce iki rekat namaz kılınır (kerahat vakitleri dışında).
2. Mescitte bir şey alınıp-satılmamalı.
3. Kaybettiği birşeyi bulmak için bağırmamalı.
4. Allah-ü Teala'nın zikri dışında bir şey için sesini yükseltmemeli.
5. Boş söz söylememeli.
6. İleri saflara geçmek için cemaatin omuzlarına basmamalı.
7. Orada, oturmak için hiç kimse ile çekişmemeli.
8. Safa girmek için hiç kimseye sıkıştırmamalı.
9. Namaz kılanın önünden geçmemeli.
10. Parmaklarını çıtlatmamalı.
11. Mescidi kirletmeden, zararlı şeylerden, oyun yeri olmaktan korumalı.
12. Orada Allah-ü Teala'yı çok anmalı ve O'nu hiç unutmamalıdır. (Tenbihü'l-Gafilin c.1)
Cami ve cemaat ile ilgili daha birçok faziletler vardır.
Yine cami ve cemaat adap ve erkanları ile ilgili ilmihal kitaplarımızda hulasa bilgiler, fetva kitaplarında geniş bilgiler bulabilirsiniz.
Müslüman inşasından-bakımına, anlamından feyzine, hissiyatı, yaşayışı, anlayışı ile cami ile bütünleşir.
Çocukluğun berraklığında babalar, analar, dedeler... cami sevgisini evlatlarına mutlaka tattırmalıdırlar. Bu tadı çocuk yaşta aldığını unutmamalılar.
Çocuk ilk yaşlarda anlamını bilmeden gider. Bu yaşlarda sabırla karşılamalıdır. Camide de cemaat tahammül göstermeli. Sevgiyle usul ve erkanı öğretilmelidir. Asla camiden cemaatten kaçırmamalı, itmemelidir.
Camilerle ilgili günümüz anlayışında şu hakikatı esefle ortaya koymak gerekirse derim ki:
Allah Resulü (sav) mescidin hemen yanına talebe yetişsin diye kurulan "suffa" ya önem vermiş, bakımı ve tüm ihtiyaçlarını karşılayarak insan eğitimini ön plana çıkarmıştır. Yani imanlı, bilgili insanların yetişmesine önem vererek camilerin esastaki fonksiyonunu göstermiştir.
Asırlarca bağrında binlerce âlim, fakih, hadis üstadı, hafız-ı kelam yetişmiş tarihimiz hocası ile cemaatı ile şerefle, övgüyle doludur.
Maalesef herşeyin özünün kaybolmaya başladığı günümüzde camilerde asli hüviyetinden uzaklaşıyor.
Çocukluğumda Beyazıt camiine gittiğimde yaz-kış caminin bir köşesinde ilim okunurdu.
İmamlık yıllarımda dernek başkanına demiştim ki: "Biraz para verin de çocuklara çeşitli kitap ve hediye alayım." Cevaplarında "Kum lazım" demişlerdi. Şimdi 17 sene sonra gittiğim camide bir minare bir de lojman yapılmış. Ama cemaatin sayısı aynı.
Zonguldak seyahatimde bir caminin yeni döşenen halılarına baktım. Gayet kalın tüylü idi. Eskilere baktım daha yıllarca kullanılabilir. Kiralar yüksek. Gelirler iyi. Lakin 10 yaşından 15 yaşına kadar kaç çocuğa dini bilgiler verildi, ehil hocalar eline teslim edildi, bunun için ev ziyaretleri, davet, gezi yapıldı, hediye kitap, kaset, video gösterimi yapıldı...
Kısaca dini sevdirecek, öğretecek, çalışmalara kaç para harcandı.
Cami süsüne şu kadar...
Cami ısınmasına şu kadar...
Cami çalışanlarına şu kadar...
Ya insan yatırımına ne kadar?
Bakın kanunda bile bir vakıf faaliyeti harcamasının % 80'ini hizmet amaçlı kullanmak zorundadır.
Camilerimiz ihtiyaç olan yerlerde, ihtişamlı güzel olsun.
İçi onu seven 7'den 70'e imanlı sinelerle dolsun.
Gayretimiz bu olsun.
Unutmayalım cemaati olmayan camiler garib ve mahzundur. Cemaat caminin süsüdür.
Feyyaz İNANÇ
Ramazan mektebi
Yaratılmışların en şereflisi insan... Kendini diğer canlılardan ayıran, eşref-i mahluk kılan akıl, fikir, zikir, gibi manevi çok üstün vasıfları olan ve daha nice sayılmaya değer özelliklerle mücehhez, harika ve hassas varlık, insan...
Şüphesiz ki, akıllı insan sorumluluk alabilen, başıboş hareket etmeyen, Rabb'i ile münasebet kurabilen insandır. İnsanın yaratılışında ve dünyaya gönderilişindeki yegâne gaye; kulluk pozisyonunun sürekli bir imtihan ile tesbitidir.
İslâm'a göre ilim, Hakk'ı bilmek, ibadet, Hakk'ı tanımak ve O'nun rızasında kalabilmek gayreti olduğundan rahat bir dünya hayatı ve uhrevi saadet ancak "hayatı ibadet mantığıyla yaşamak"la mümkün olacaktır. Bu vesile ile Ramazan-ı şerif ve oruç ibadetimizi bir kez daha gözden geçirmeye gayret edelim.
Ramazan ve oruç
Mü'minlerin burhanı, gönüllerin arzusu, onbir ayın sultanı Ramazan...
İnananlara rahmet, mağfiret, kurtuluş, inkârcılara hidayet ve öğütünle hoş geldin... İlahi emirlerin ifası, yasakların imhası yönünde gösterilen azami dikkat, ibadet ve itaat aşkı, hayır hasenat yarışı senin gelişinle varlığınla daha büyük anlam kazanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in inzal edildiği Ramazan ayı, insanların hidayetine vesile olarak, mü'minlerin faziletini artırarak, birlik, beraberlik, kardeşlik duygularını kabartıp, cemaat olmanın, cemaat halinde hareket etmenin engin faziletini gönüllere hissettirmiş olacaktır. Ramazan ayı bir mekteptir, oruç ise eğitmen... "Cennet kapılarının açık olduğu, şeytanların zincire vurulduğu, Cehennem kapılarının kapandığı" (1) ihlas ve samimiyet duygularımızın kabardığı, yüreklerin toplu vurduğu, saygı, sevgi ve hoşgörünün daha belirgin birhal aldığı kutsal aydır; Ramazan... Müslümanlar arasındaki tesanut ve kardeşlik olayının yeniden gözden geçirilip, birlik ve dirlik duygularının galeyana getirebilecği, dünyevi kaygıların, çirkin tutum ve davranışların, tüm tefrika vasıtalarının, inananların birliğini bozabilme gayretlerinin şeytanlarla beraber zincire vurulduğu, ilahi lutuftan daha fazla hisse alabilmenin mümkün olduğu mübarek aydır; Ramazan...
Sürecek...
Saffet DEMİR
FIKIH KÖŞESİZekatın sıhhıyetinin şartları
Verilen bir zekâtın sahih olabilmesi için, zekâtı verirken veya onu ayırırken niyetin bulunması şarttır. Bu esastan şu meseleler doğar:
1. Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken bunun zekât olduğunu kalp ile niyet etmek gerekir. Dil ile söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakire zekât niyeti ile verirken bunu bir bağış veya bir borç olarak verildiğini dil ile söylemek zekâta engel değildir.
2. Bir mal fakire niyetsiz olarak verilince bakılır: Eğer mal henüz fakirin elinde bulunuyorsa, zekâta niyet edilmesi yeterlidir. Fakat elinden çıkmış ise, niyet edilmesi yeterli değildir.
Yine, bir kimse, bir adamın malından onun adına zekâtını verdiği zaman, o kimse buna rıza gösterirse bakılır: Eğer o mal fakirin yanında mevcut bulunuyorsa, bu zekât sahih olur; değilse olmaz.
3. Zekât vermede vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti geçerlidir. Onun için bir kimse, zekâtını vermek için bir adamı vekil tayin etse, zekât olarak vereceği malı teslim ettiği zaman veya o malı vekil fakire vereceği zaman zekâta niyet etmesi gerekir. Vekilin niyeti yeterli olmaz. Bu vekil, Müslüman olabileceği gibi, bir gayri müslim (Zımmî) de olabilir.
4. Zekât vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın zaman zaman fakirlere bir şeyler verdiği halde, zekâta niyet etmek hatırına gelmese, bu verdikleri zekâta sayılmaz. Fakat fakire böyle bir mal verirken: "Bunu niçin veriyorsun?" diye sorulacak soruya, düşünmeksizin hemen "zekât olarak veriyorum" diyebilecek bir durumda ise, bu niyet yerine geçer.
5. Bir kimse fakirlere bir gün sadaka verdikten sonra: "Şu süre içinde verdiğim sadakaların zekâtımdan olmasına niyet ettim", demesi yeterli olmaz.
6. Bir kimse elinde bulunan bir malı zekâta niyet etmeksizin tamamen sadaka olarak verse, bunun zekâtı kendisinden düşmüş olur. İster nafile sadakaya niyet etmiş olsun, ister olmasın, hüküm aynıdır. Fakat verilen bu mal ile bir nezre veya başka bir vacibe niyet etmiş olursa, bu mal o niyete göre verilmiş olur. Verilen bu mala düşecek zekâtı ayrıca ödemek gerekir.
7. Bir kimse, üzerine zekât düşen malının bir kısmını bir fakire bağışlasa, buna isabet eden zekât kendisinden düşer.
Örnek: Bir zengin, bir fakirde olan yüz bin lira alacağını o fakire bağışlasa, yalnız bir yüz bin liranın zekâtını vermiş olur. Burada zekâta niyet edip etmemek eşittir. Bu yüz bin lirayı diğer mallarının zekâtına sayamaz.
Yine, fakir olmayan bir borçluya bir mal bağışlansa, bununla ne o malın ve ne de başka mallarını zekâtı verilmiş olmaz. Sahih olan görüşe göre, bu bağışlanan mala düşen zekâtın da ayrıca verilmesi gerekir.
Lâtifeler
Yine Behlül Dîvâne'ye bir gün Halife:
-Ey deli, bu halkın arasında nasıl başıboş ve tanıdıklardan uzak gezersin? Ne içinde rahat edecek bir evin ne de kendisi ile ülfet edecek (sevinç ve üzüntünü paylaşacak) bir yârin var. Gel beri sana mal mülk sâhibi, güzel yüzlü, gül yanaklı, şeker sözlü ve iffetli bir hâtun alıverelim. Sen de eller gibi huzur ve birlik içinde neş'eyle ye, iç. Seninle kalsın dursun. Elinde olanlarla ilgilensin. Kalbinin ferahlığına vesile ve gönlünün hoşluğuna vasıta olsun.
Behlül nihayet Halife'nin sözüne mâyil ve evlenmeğe kâyil olur. Hârun da beklemeden ona bir hâtun alıverir. Gerdek gecesi olur, Behlül içeri girer. Hemen hâtunun yanına yaklaşıp karnına kulak tutar. Ve sonra derhal o değilmiş gibi çıkıp kaçar. O yörelerde durmayıp dağlar ve sahralar geçer. Epey zamandan sonra Behlül'ü bulurlar. Alıp Hârun'a gelirler. Hârun:
-Behey divâne! Bu ettiğin hareket ve oraya kulak verip kaçmağa hikmet neydi? der. Behlül:
-Ey mü'minlerin emîri, sen bana demiştin ki, "Sana bir hâtun alıvereyim asîle ola ve iç huzuruna vesile ola, yemeğini pişirip elbiseni yuya ve her işinde sana uya." Fakat onun yanına yaklaştığım anda karnından kulağıma sesler eldi. Ve beni büsbütün hayretler aldı. Bir an eğilip durdum ve karnına kulak verdim. İşittim ki, içeriden "Babacığım!" diye kimi takka, kimi nâlin ister. Kimi çenber, kimi yaşmak diler. O bana kaftan gerek, bu gömler der. Ve o orada ağlar, bu burada inler. Nefret ve şaşkınlık veren bir karışıklık ve kavga... Baktım ki, beni de perişan, dağınık ve başı dönmüş bir serseri edecekler, kararım kalmayıp, gayr-ı ihtiyâri kaçtım, der.
Lamiizâde Abdullah Çelebi
GÖNÜL DOSTLARIMevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Şam'ın meşhûr semtlerinden Kunvat'ta büyükçe ve geniş bir konak satın aldı. Âilesi ile birlikte oraya yerleşti. Oranın bir kısmını vakıf olarak bağışladı. Konağın yanına bir mescid yaptırdı. Bu mescidde beş vakit namaz cemâatle kılınmaya başladı. İleri gelenlerden ve halktan pekçoğu Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin cemâat ve sohbetlerine koştu. Vezirler ve devlet adamları onun huzûrunda el pençe divan durdular. Kâfile kâfile gelenler Nakşibendiyye yoluna girip talebesi oldular. Kendisine devletin ileri gelenlerinden mektuplar yazıldı, vâliler ziyâretine koştular. Âlimler ve şâirler üstünlüğünü anlatan eserler ve şiirler yazdılar. Kısaca İslâm dünyasının her tarafında onun üstünlüğünü ve faziletini bilmeyen ve kabûl etmeyen kalmadı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Şam'da kaldığı müddet içinde pekçok yıkık mescidi tamir ettirdi. İdas Câmii de bunlar arasındadır. Yerleştiği konağın yakın bir yerine bir köy kurdu. Orada halîfeleri ve talebelerinden bur cemâatin kalmasını emretti. O köy halkının dînî terbiyesinin ise, halîfelerinden Şeyh İsmail Enâreni ile Şeyh Ahmet Hatib'e bıraktı. Şuvayka Câmii olarak bilinen Murâdiye Camii'nde Muhammed Hânî'yi, Sâlihiyye'deki Câmi-i Sâhibe'de Abdülkâdir Dimlanî'yi insanlara İslâmiyeti anlatmakla ve Hatm-i hâcegân yaptırmakla vazifelendirdi. Kendisi de medresesinde sabahları Şâfîî fıkhı okuttu.
Şamdayken Kudüs'e giderek Mescid-i Aksâ'yı ve büyüklerin kabirlerini ziyaret etti. Kudüs halkından saygı iltifat gördü. Kudüs'ten Urfa'ya gelerek mübarek makamları ziyaret etti ve insanlara vâz nasihat ederek kurtuluşlarına vesile oldu. Tekrar Şam'a döndü. 1826 senesi hacca gidişinde beraberinde halifelerinden ve talebelerinden pekçok kimse de bulundu. Yol boyunca gittiği beldelerin insanlarına da İslâmiyeti anlatan Mevlânâ Hâlid Hazretleri hac vazifesini yerine etirdi. Medîne-i münevvereye giderek sevgili Peygamberimizin kabri şerifini ziyaret etti. Mekke-i mükerremede ve Medine-i münevverede pekçok alim ve evliya zâtlarla karşılaşıp sohbet etti. Aynı sene içinde Şam'a döndü ve vazifesine devam etti.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri hayatının son senesinde Ramazan-ı şerif ayının son gününde halifeleri ve sevenlerine Kudüs'e gitmek istediğini bildirdi. Talebeleri bu habere çok sevindiler. Fakat Şevvâl ayı içerisinde tâûn salgını, vebâ hastalığı ortaya çıktı. Talebeleri; "Kudüs'e gitmenin tam zamanıdır" dediler. Onlara buyurdu ki: "Şimdi üzerinde durduğumuz mesele, tâuna karşı sabırlı olmaktır. Bunun sevabı, istediğiniz şeyden daha çoktur." Taunla şehîd olup gitmenin fazîletinden ve iyiliğinden bahsetti. Tâûndan ölenlerin şehîd olacağı hakkında hâdis-i şerifleri okuyarak bu yüksek dereceye kavuşmak istediğini bildirdi.
RAMAZAN SOFRASI
KADAYIF DOLMASI
( 4 Kişilik)
Malzeme : 500 gr. Tel kadayıf, 250 gr. Ceviz içi, 100 gr. Tereyağ, 3 ad. Yumurta beyazı, 1 lt. Sıvıyağ, 100 gr. Kaymak, 20 gr. Yeşil fıstık.
Şurubu: 1 kg. Tozşeker, 750 gr. Su, 1/2ad.Limon suyu (birlikte kaynatılıp, soğutulur)
Tarif : Tel kadayıf ince ince açılır. Çekilmiş ceviz içi, kadayıflara serpilir. Üzerine eritilmiş tereyağ dökülüp, karıştırılır. Kadayıflar yuvarlanıp, yumurta beyazıyla yapıştırılır. Ocakta hafif ısınan sıvıyağda kızartılır. Kızaran kadayıflar, soğuk şuruba atılıp, şurubu çekince kaymak ve üzerine yeşil fıstık dökülerek servis yapılır.