Günlük gazetelerin üçüncü sayfalarına ve televizyonların haber bültenlerine baktığımızda gördüğümüz ürkütücü bir manzara var. Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde görmediğimiz bir oranda artan cinayet, soygun, gasp, intihar cinnet haberleri...
Toplumda cinnet geçirme oranı hakikaten çok yükseldi. Tabii bu oranın yükselmesi, bir şeylerin çürüdüğünü veya gözden kaçtığını gösteriyor.
Hep beraber bunu teşhis edip, ne olabileceğini ortaya koyup tedavisine gitmekten başka milletimizin çıkar yolu yoktur. Bunu böyle bilelim.
Ama genel olarak denilecek söz, ciddi bir bunalımın eşiğinde olduğumuzu kabul etmemiz lazım.
Asırlar boyu İslam'a hizmet eden bir milletin evlatlarına yeni bir din bulma gayreti içerisine giren bazı mahfillerin, milletin bu hale gelmesinde payları çoktur.
'Himmete muhtaç olan dede/ leme himmet ede'
İnsanların, dinlerini başka bir dine tebdil etme gibi bir olayın içerisine psikolojik olarak girmeleri bile çok ciddi bir sancıyı doğurur.
Bu bir de ilim adına topluma teklif ediliyor. Teklif edilen bâtıl dinin müntesipleri zaten her an bunalımla, bu cinnetle iç içe yaşıyor. Yani ne getirmiş ki toplumuna sana da onu taşıyacak.
Dinden asıl maksat nedir?
Tekrar başa dönersek; haberlere göre kişisel intiharlarda büyük bir artış söz konusu. Silahını kapan babanın çocuğunu, hanımını, kayınvalidesini öldürmesi söz konusu.
Cinnet geçiren insanların eniştesini, gelinini vs. öldürmesi söz konusu. Liseli, üniversiteli gençlerin telefonla birbirlerini arayarak, "Ben öldüm. Sen ne zaman öleceksin?" gibi sözler sarfetmeleri söz konusu.
Hâlbuki biz toplum olarak bu hallere alışık bir toplum değiliz. Bunları daha çok batıda görmeye alışmışız. O zaman bizdeki bu psikolojik ve sosyal bunalımların sebeplerini incelemek gerekir.
Evvelen şunu belirtelim ki; bütün bunalımların temelinde yatan bir manevi sebep vardır. Bu manevi sebebi bulup ortaya çıkarmak lazım.
İnanan insanların inancında dahi sıhhat derecesi sakat olduğu zaman onlarda da birtakım bunalımların zuhur ettiğini görüyoruz. O halde sadece "inandım" demek de kâfi gelmiyor. Neye, nasıl inandığı, niçin inandığı; bu da mühim.
Bizim her zaman ifade etmeye çalıştığımız bir husus var. Bu da Cenab-ı Hakk'ın nefha-i İlahisinden insan denilen varlığın vücut bulmasıdır.
O varlık yani o manevi cevher, sahibi olan Allah ile birliktelik kurmak ister, beraber olmak ister. Elbette o beraberliğin de halli, vücut bulması, din kulvarındaki ahkâm-ı İlahiyenin yaşanmasıyla mümkündür.
Zaten dinin geliş maksadı da budur. Bir mânâda, insanların geldiği Rabb'ına dolaylı yoldan dönüşlerinin nasıl mümkün olacağını anlatmasıdır. Dinin asıl maksadı budur. Yani Allah'a vâsıl olmaktır, vuslat etmektir, Allah ile beraber olmaktır, Allah ile dost olmaktır." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Kasım 2014)
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- Çanakkale Zaferi'nde Atatürk / 19.03.2024
- Çanakkale’yi geçilmez kılan güç / 18.03.2024
- İnsanın arayışı -2- / 17.03.2024
- İnsanın arayışı -1- / 16.03.2024
- Biz aşktan doğduk / 15.03.2024
- Zekat, fitre, sadaka / 14.03.2024
- Orucun kazandırdıkları / 13.03.2024
- Ramazan ayı hayırlara vesile olsun / 12.03.2024
- Tertemiz olma zamanı: Ramazan / 11.03.2024
- Allah’ı hatırlatan dost / 10.03.2024
- Çanakkale’yi geçilmez kılan güç / 18.03.2024
- İnsanın arayışı -2- / 17.03.2024
- İnsanın arayışı -1- / 16.03.2024
- Biz aşktan doğduk / 15.03.2024
- Zekat, fitre, sadaka / 14.03.2024
- Orucun kazandırdıkları / 13.03.2024
- Ramazan ayı hayırlara vesile olsun / 12.03.2024
- Tertemiz olma zamanı: Ramazan / 11.03.2024
- Allah’ı hatırlatan dost / 10.03.2024