Ekonominin arada bir durgunluğa girmesi, bugüne kadar tabii karşılanıyordu. Böyle bir durumda alınacak tedbirler belliydi. Devlet kamu harcamalarını artırır, piyasaya para sürer, talebi kamçılar ve durgunluğu aşardı. Bütün dünyada kural buydu. Türkiye'de ise yıllardır bunun tersi yapılıyor. Böyle yapmamızın bir tek sebebi var: Enflasyondan kurtulmak. Ama maalesef, ne enflasyondan, ne de durgunluktan kurtulduk. Halbuki enflasyonla durgunluk arasında bir tercih söz konusu olursa, enflasyonun tercih edilmesi, ekonomik mantığın gereğidir. Çünkü durgunluk, enflasyondan daha kötü bir haldir.
Enflasyon, hastalıklı yaşamaya, durgunluk ise bitkisel hayata benzer. Bundan dolayı şöyle derler: "Ülkeler enflasyondan batmaz, fakat durgunluktan batar." En son örnek Arjantin. Arjantin'de enflasyon sıfıra yakındı, fakat durgunluk had safhaya vardığı için Arjantin battı. Bu batıştan ders alan Arjantin'in eski ekonomi bakanı Cavallo, Türkiye gibi ülkelere şu uyarıda bulunuyor: "Piyasadaki durgunluğa sakın göz yummayın. İşsizliğin artmasına izin vermeyin". Ülkelerin nasıl battığını, en iyi, batıranlar bileceği için Cavallo'nun bu sözlerini kulak ardına atmamak gerekir.
Durgunluk deyip geçmeyelim. Durgunluk, çağımızın en büyük ekonomik sorunudur. Bunun çaresi, makul bir enflasyondur. Makul bir enflasyon olunca, halk nakit para üzerine yatmaktansa, mal almayı tercih eder. Başka bir deyişle talebin artması üretimi artırır ve sonuçta durgunluk ortadan kalkar.
Türkiye, yıllardır enflasyonla uğraşırken, dünyanın üç dev ekonomisi ABD, Japonya ve Almanya, tam tersi deflasyonla yani 'fiyatların düşmesi' tehlikesiyle uğraşıyor. Dünya gelirinin yüzde 52'sine sahip bu ülkeler deflasyonla, Türkiye gibi ülkeler ise enflasyonla mücadele ediyor. Örneğin Japonya'da iki yıldır, Türkiye'deki anti-enflasyon paketi gibi anti-deflasyon Paketi uygulanıyor.
Peki, ekonomi için acaba hangisi daha zararlıdır? Enflasyon mu, yoksa deflasyon mu? The Economist'te bu sorunun cevabı şöyle veriliyor: "Deflasyon, enflasyondan çok daha zararlıdır. Düşen fiyatlar, insanları 'yarın daha ucuza satın alma' beklentisiyle harcama ertelemesine itiyor". Harcama ertelemesi, durgunluğun artmasına, durgunluğun artması da ekonomik çöküşe sebep oluyor. Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü adlı kitabında, bu konu ile ilgili şunları söyler: "Bir ekonomik çöküş sırasında, özellikle de şiddetli bir çöküşte, her alanda arz olduğu halde talep bulunmadığı görülür. Çalışma isteği olan işçiler olmasına rağmen yeterince iş yoktur, mükemmel çalışan fabrikalar vardır ama yeterince sipariş yoktur, dükkanlar açıktır ama yeterince müşteri yoktur" (s. 7).
İşte Türkiye, bu hali yaşamaktadır. Türkiye'nin bu hali yaşaması, halkın alım gücünün düşmesindendir. Talep düşüyor, çünkü talebi artıracak olan halkın, parası yoktur. Başka ülkelerde ise talebin düşmesi, durgunluğun artması, halkın tasarruf alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Tasarruf etmeye alışan halk, tasarruflarının üzerine yatınca, ister istemez durgunluk oluyor. Dev ekonomileri yönetenlerin çare bulamadığı bu çağın tehlikesine, bir tek BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, parmak basmaktadır. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, sorunu tam bam telinden yakalıyor. Diyor ki: "Tüketici vergi vermeyecek. Çünkü tüketici tükettiği için en büyük vergiyi vermektedir."
O halde, ekonomide korunması ve kollanması gereken sınıf, tüketici sınıfıdır. Tüketici olmayınca, üretilen malın hiçbir değeri olmuyor. Atalarımızın dediği gibi, "müşterisiz meta, zayidir". BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın bu tarihi tespiti bizi, şu hükmü vermeye zorluyor: Çağın sorunu durgunluktan, dahası ekonomik çöküşten kurtulmamız için BTP'nin 3 Kasım'da iktidar olması şarttır. Aksi halde ekonomik çöküş kaçınılmazdır.
Enflasyon, hastalıklı yaşamaya, durgunluk ise bitkisel hayata benzer. Bundan dolayı şöyle derler: "Ülkeler enflasyondan batmaz, fakat durgunluktan batar." En son örnek Arjantin. Arjantin'de enflasyon sıfıra yakındı, fakat durgunluk had safhaya vardığı için Arjantin battı. Bu batıştan ders alan Arjantin'in eski ekonomi bakanı Cavallo, Türkiye gibi ülkelere şu uyarıda bulunuyor: "Piyasadaki durgunluğa sakın göz yummayın. İşsizliğin artmasına izin vermeyin". Ülkelerin nasıl battığını, en iyi, batıranlar bileceği için Cavallo'nun bu sözlerini kulak ardına atmamak gerekir.
Durgunluk deyip geçmeyelim. Durgunluk, çağımızın en büyük ekonomik sorunudur. Bunun çaresi, makul bir enflasyondur. Makul bir enflasyon olunca, halk nakit para üzerine yatmaktansa, mal almayı tercih eder. Başka bir deyişle talebin artması üretimi artırır ve sonuçta durgunluk ortadan kalkar.
Türkiye, yıllardır enflasyonla uğraşırken, dünyanın üç dev ekonomisi ABD, Japonya ve Almanya, tam tersi deflasyonla yani 'fiyatların düşmesi' tehlikesiyle uğraşıyor. Dünya gelirinin yüzde 52'sine sahip bu ülkeler deflasyonla, Türkiye gibi ülkeler ise enflasyonla mücadele ediyor. Örneğin Japonya'da iki yıldır, Türkiye'deki anti-enflasyon paketi gibi anti-deflasyon Paketi uygulanıyor.
Peki, ekonomi için acaba hangisi daha zararlıdır? Enflasyon mu, yoksa deflasyon mu? The Economist'te bu sorunun cevabı şöyle veriliyor: "Deflasyon, enflasyondan çok daha zararlıdır. Düşen fiyatlar, insanları 'yarın daha ucuza satın alma' beklentisiyle harcama ertelemesine itiyor". Harcama ertelemesi, durgunluğun artmasına, durgunluğun artması da ekonomik çöküşe sebep oluyor. Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü adlı kitabında, bu konu ile ilgili şunları söyler: "Bir ekonomik çöküş sırasında, özellikle de şiddetli bir çöküşte, her alanda arz olduğu halde talep bulunmadığı görülür. Çalışma isteği olan işçiler olmasına rağmen yeterince iş yoktur, mükemmel çalışan fabrikalar vardır ama yeterince sipariş yoktur, dükkanlar açıktır ama yeterince müşteri yoktur" (s. 7).
İşte Türkiye, bu hali yaşamaktadır. Türkiye'nin bu hali yaşaması, halkın alım gücünün düşmesindendir. Talep düşüyor, çünkü talebi artıracak olan halkın, parası yoktur. Başka ülkelerde ise talebin düşmesi, durgunluğun artması, halkın tasarruf alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Tasarruf etmeye alışan halk, tasarruflarının üzerine yatınca, ister istemez durgunluk oluyor. Dev ekonomileri yönetenlerin çare bulamadığı bu çağın tehlikesine, bir tek BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, parmak basmaktadır. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, sorunu tam bam telinden yakalıyor. Diyor ki: "Tüketici vergi vermeyecek. Çünkü tüketici tükettiği için en büyük vergiyi vermektedir."
O halde, ekonomide korunması ve kollanması gereken sınıf, tüketici sınıfıdır. Tüketici olmayınca, üretilen malın hiçbir değeri olmuyor. Atalarımızın dediği gibi, "müşterisiz meta, zayidir". BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın bu tarihi tespiti bizi, şu hükmü vermeye zorluyor: Çağın sorunu durgunluktan, dahası ekonomik çöküşten kurtulmamız için BTP'nin 3 Kasım'da iktidar olması şarttır. Aksi halde ekonomik çöküş kaçınılmazdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018