İslamiyeti kalbindeki takva ve amelindeki ihlastan öte, akademik kariyeri olarak görüp, gösteren medyatik ilahiyatçılardan birini, kepazeliğin dizboyu olduğu bir televizyon programında izlerken Sevgili Peygamberimizin "Kıyamet yaklaştığında müminin kalbi gördüğü çirkin şeyleri değiştirmediği için suda eriyen tuz gibi eriyecek" hadisini hatırladım; bu hal ile hallendim.
Kendisini sirkte soytarı izler gibi izleyen insan güruhunu, ancak bir soytarının gösterebileceği performansla eğlendiren bu "açık renkli hocaefendi" orada bulunuşunu İslam'ın hayatın içindeliğiyle açıklıyor ve devamındaki her jest ve mimiğiyle, her sözüyle bildiğim birkaç hadisi daha müşahhaslaştırıyordu.
"Sizin bence en mebğuzunuz ve mecliste benden en uzağınız bağırıp çağıran ve konuşurken avurtlarını alabildiğine dolduranınızdır".
"Dikkat edilsin! Ağızlarının tavanını gösterecek kadar ağzını açıp konuşanlar helak olmuşlardır!"
Resulüllahın kelimelerle resmettiği bu hali canlı olarak görmek doğrusu benim kavrayışımı pekiştirdi. Ama tabii bu benim hayrıma düzenlenmiş bir program değildi ve olay bu kadar basit de olamazdı.
Gördüklerini İslam'ın mihengine vurma ve buna göre tanımlayabilme niyet ve yeteneğinden yoksun binlerce insanın gözünde o hala bir "din adamıydı."
Bütün dünya karşısına dikilse, karşısında sanki tek bir kişi varmış gibi kahramanca dövüşecek kadar cesur olan sahabenin, korkusundan gözyaşı döktüğü "fitne" işte bu olsa gerek diye düşündüm.
Ki o fitne yine Resulüllah'ın tabiriyle kıyamete yakın gökyüzündeki bulutlar, denizdeki dalgalar gibi heryeri saracak; ehl-i imanın göğüslerinden Kur'an'ı tıpkı bir elbise gibi yırtıp atmak isteyecekti.
Tasavvuf deyince, Allah dostu deyince nasırına basılmış külhanbeyi gibi vaveyla koparan hocaefendiler, şeytana "gassalın elindeki meyyit gibi" "en kamilinden" birer mürid olacak; kendi iradelerini onun iradesinde yok ederek; suretten sirete kadar onun hali ile hallenerek "onun davasını" iktidar etmeye çalışacaklardı.
Kur'an hükümleri çürük hurmalar gibi sağa sola fırlatılacak; kalplerdeki o da fıtrattan gelen cılız bir tanrı sevgisi iyi bir kul sayılmak için kafi görülecekti.
İşte bunları düşünürken aklıma birşey geldi.
Geylani Hazretlerinin zaman zaman bize nasihat etmesi için açtığımız İlahi Armağanı'nı bu kez bu adam için aldım elime.
Şöyle diyordu hazret onun için:
"İslam dini elini başına koymuş, şu fasık kişilerin elinden ağlıyor, sızlanıyor. Şu bidat ve dalalet ehlinden ah ediyor. Zalimlerden, yalancılık elbisesini giyenlerden, kendilerinde olmayan şeylerin iddiasını yapanlardan feryad edip ağlıyor."
Bu cümleleri okurken irkilmemek mümkün değildi. Allah'ı ne kadar kızdırmış olabilir ki ona böyle bir illet; "Allah'ın dinini ağlatmak" gibi asla hesabını veremeyeceği bir büyük bela musallat edilmiş olsun diye düşündüm.
Düşündüm ve cevabını yine ibni Armağan'da buldum:
"Ey evlad! Nefsi bir yana at. Şahsi arzulardan geç. Er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!"
Er kişilerin (ki er kişilerden kasıt tasavvuf büyükleridir) ayakları altına toz olmak yerine mürşidleri olan şeytandan aldıkları terbiye (sizlik) ile dağ kadar büyüttükleri nefisleri yüzünden, onları kendi ayakları altındaki toz gibi görüp gösterecek kadar kibirlenenlere bu bela çok olmasa gerek...
Kendisini sirkte soytarı izler gibi izleyen insan güruhunu, ancak bir soytarının gösterebileceği performansla eğlendiren bu "açık renkli hocaefendi" orada bulunuşunu İslam'ın hayatın içindeliğiyle açıklıyor ve devamındaki her jest ve mimiğiyle, her sözüyle bildiğim birkaç hadisi daha müşahhaslaştırıyordu.
"Sizin bence en mebğuzunuz ve mecliste benden en uzağınız bağırıp çağıran ve konuşurken avurtlarını alabildiğine dolduranınızdır".
"Dikkat edilsin! Ağızlarının tavanını gösterecek kadar ağzını açıp konuşanlar helak olmuşlardır!"
Resulüllahın kelimelerle resmettiği bu hali canlı olarak görmek doğrusu benim kavrayışımı pekiştirdi. Ama tabii bu benim hayrıma düzenlenmiş bir program değildi ve olay bu kadar basit de olamazdı.
Gördüklerini İslam'ın mihengine vurma ve buna göre tanımlayabilme niyet ve yeteneğinden yoksun binlerce insanın gözünde o hala bir "din adamıydı."
Bütün dünya karşısına dikilse, karşısında sanki tek bir kişi varmış gibi kahramanca dövüşecek kadar cesur olan sahabenin, korkusundan gözyaşı döktüğü "fitne" işte bu olsa gerek diye düşündüm.
Ki o fitne yine Resulüllah'ın tabiriyle kıyamete yakın gökyüzündeki bulutlar, denizdeki dalgalar gibi heryeri saracak; ehl-i imanın göğüslerinden Kur'an'ı tıpkı bir elbise gibi yırtıp atmak isteyecekti.
Tasavvuf deyince, Allah dostu deyince nasırına basılmış külhanbeyi gibi vaveyla koparan hocaefendiler, şeytana "gassalın elindeki meyyit gibi" "en kamilinden" birer mürid olacak; kendi iradelerini onun iradesinde yok ederek; suretten sirete kadar onun hali ile hallenerek "onun davasını" iktidar etmeye çalışacaklardı.
Kur'an hükümleri çürük hurmalar gibi sağa sola fırlatılacak; kalplerdeki o da fıtrattan gelen cılız bir tanrı sevgisi iyi bir kul sayılmak için kafi görülecekti.
İşte bunları düşünürken aklıma birşey geldi.
Geylani Hazretlerinin zaman zaman bize nasihat etmesi için açtığımız İlahi Armağanı'nı bu kez bu adam için aldım elime.
Şöyle diyordu hazret onun için:
"İslam dini elini başına koymuş, şu fasık kişilerin elinden ağlıyor, sızlanıyor. Şu bidat ve dalalet ehlinden ah ediyor. Zalimlerden, yalancılık elbisesini giyenlerden, kendilerinde olmayan şeylerin iddiasını yapanlardan feryad edip ağlıyor."
Bu cümleleri okurken irkilmemek mümkün değildi. Allah'ı ne kadar kızdırmış olabilir ki ona böyle bir illet; "Allah'ın dinini ağlatmak" gibi asla hesabını veremeyeceği bir büyük bela musallat edilmiş olsun diye düşündüm.
Düşündüm ve cevabını yine ibni Armağan'da buldum:
"Ey evlad! Nefsi bir yana at. Şahsi arzulardan geç. Er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!"
Er kişilerin (ki er kişilerden kasıt tasavvuf büyükleridir) ayakları altına toz olmak yerine mürşidleri olan şeytandan aldıkları terbiye (sizlik) ile dağ kadar büyüttükleri nefisleri yüzünden, onları kendi ayakları altındaki toz gibi görüp gösterecek kadar kibirlenenlere bu bela çok olmasa gerek...