İbrahim bin Edhem Hz.
Daha sonra, İbrahim bin Edhem'in Nişabur'da ikamet ettiği mağarayı ziyaret eden Şeyh Ebû Said isminde bir zat, hayret edip; "Sübhanallah! O ne mübarek bir zatmış. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi.
Nakledildiğine göre İbrahim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zatın gelmekte olduğunu, Harem-i Şerifte bulunan alimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zatları karşılamak adetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kafilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorladı. Kafilenin önünde bulunan İbrahim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrahim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i Şerifin alimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrahim bin Edhem'in enseseine bir tokat vurdular ve; "Sen öyle yüksek bir zata nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun" dediler. İbrahim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum" buyurdu.
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke alimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübarek ve muhterem zatlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesaret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl layık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.
Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Validesine, babasını sordu. O da "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dair bazı haberler var" dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım" dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşma arzusuyla yola çıktı. Kabe-i Muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir" dediler. Genç, sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini takip etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikram etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrahim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık" dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur". O genç, babam benden kaçar endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrahim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kafilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'an-ı Kerim okuduğunu gördü. Genç; "Herhalde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir bela ve imtihandır." (Tegabün: 15) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.
Daha sonra, İbrahim bin Edhem'in Nişabur'da ikamet ettiği mağarayı ziyaret eden Şeyh Ebû Said isminde bir zat, hayret edip; "Sübhanallah! O ne mübarek bir zatmış. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi.
Nakledildiğine göre İbrahim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zatın gelmekte olduğunu, Harem-i Şerifte bulunan alimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zatları karşılamak adetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kafilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorladı. Kafilenin önünde bulunan İbrahim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrahim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i Şerifin alimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrahim bin Edhem'in enseseine bir tokat vurdular ve; "Sen öyle yüksek bir zata nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun" dediler. İbrahim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum" buyurdu.
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke alimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübarek ve muhterem zatlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesaret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl layık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.
Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Validesine, babasını sordu. O da "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dair bazı haberler var" dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım" dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşma arzusuyla yola çıktı. Kabe-i Muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir" dediler. Genç, sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini takip etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikram etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrahim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık" dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur". O genç, babam benden kaçar endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrahim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kafilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'an-ı Kerim okuduğunu gördü. Genç; "Herhalde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir bela ve imtihandır." (Tegabün: 15) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.