On gün değil de on saniyeydi sanki. Göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Saliseler ne kadar da sabırsız, saniyeler ne kadar hızlı, dakikalar ne kadar telaşlı, saatler ne kadar duyarsız, günler ne kadar da acımasızmış...
On günlüğüne çıktığım tatilin ne çabuk geçtiğini farkedemedim bile. Ülke içinde ve dışında gelişen olaylar o kadar yoğundu ki gazeteye geldiğimde "hangi haberi sayfaya alsam, hangisine öncelik versem" diye çok düşündüm.
Tatile çıkıp sakin bir ortamda kendimi dinlemek, yanıma günlük ihtiyaç duyduğum eşyalarımı alıp zaman zaman inzivaya çekilmeyi istedim ama beceremedim. Ne gazete alacak,ne kitap, ne dergi, ne de televizyon izleyecektim. "Irak bana ırak olsun, Afganistan kendi başının çaresine baksın, Filistin kendi çözüm sürecine ulaşsın, Amerika ne yaparsa yapsın, Kıbrıs'la kim ilgilenirse ilgilensin diyerek çıkmıştım tatile..."
Ne milli maç heyecanı, ne ünlü mankenlerin Bodrum kaçamakları, ne falanca bakanın kızının nikahı...Bana ne'ydi... İlgisiz kalıp, kendi psikolojimi hafifletmek, beynimi ve bedenimi dinlendirmek varken niçin bunlarla ilgilenmeliydim ki... İnzivaya kendimi ancak iki gün çekebildim. Dayanamadım doğrusunu isterseniz. İlgisiz ve bilgisiz kalabilirdim ama insanlardan kendimi soyutlayamazdım. Hele hele cep telefonumu asla kapayamazdım.
Sıcak yaz günlerinde sokaklara düşen ender yağmur damlalarına şahit oldum. İnsanların sere serpe parklara uzanmalarına tanıklık ettim. Babamı memlelete yolcu ederken otogardaki insanların gözyaşlarına, sevdiklerinden ayrılanların hüzünlerine, akrabalarını karşılarında görünce panikleyenlere dikkatimi verdim. Birileri geliyor, birileri gidiyordu..Gidenler geride bıraktılarına el sallarken, asker yolcu edenlerin ellerindeki bayraklar ve davul zurna sesleri hüzünle heyecanı bir noktada buluşturuyordu. Denize gidememiş ama deniz havasını solumuştum. Yakınlarımın yanına gidememiş ama onları yanımda hissetmiştim. Arkadaşları arayamamışken onlar beni arada da olsa aramışlardı. İnsanın kendi iç dünyasında yaşadıkları ile dışarıda gelişen olaylar aksi istikamette geliştikçe yeise kapılmamak elde değil.
Sakinlik, huzur, barış ve esenlik dileseniz de siz çevrenize; çevrenizde barış ve huzurun olmadığını görmek, sakinlik ve esenliğin çok uzaklarda bulunduğunu farketmek içinizi burkuyor. Yoğun bir gündemde yorulmak, sıcak bir ortamda hararetlenmemek elde değil. Sıcak yaz günlerinde eriyip giden on günlük tatilin ardından kendi bıraktıklarıma baktım da günlük telaşın, günübirlik yaşamın ne derece boş olduğunu anladım.
Hayat da öyle değil mi?
Kocaman bir boşluk, kocaman bir hiç. Bu hiçlikte, bu boşlukta debelenip durmak da oldukça vahim. Güneş pırıltılarından, böcek seslerinden, nehir şırıltılarından da sözedebilirdim size... Kaos, karışıklık, çatışma, çekişme, ağız dalaşı, sürtüşme o derece ayyuka çıkmış ki; iyi bir şeyler yazmak mümkün değil. Ama biz bu satırlarda karamsarlık değil, iyimserlik aşılamak amacındayız. Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen, olumsuzluklara dikkat çekerek ve dikkatimizi yoğunlaştırarak "barış ve huzur adına neler yapılabilir"i bazı beyinlere aktarmak önceliğimiz.
Daha çıkmadıysanız izne çıkın, daha önce çıkmışsanız yeni gelenlerin gündemine de kulak verin... Nerede ve ne yapıyorsanız yapın ama ülkemizin içte ve dışta karşı karşıya kaldığı durumdan haberdar olun. Bilginiz olmasa da ilgisiz kalamıyorsunuz çünkü. Günler gerçekten de acımasız geçiyor. Acımasız insanların inisiyatifindeki dünyanın Allah yardımcı olsun.
On günlüğüne çıktığım tatilin ne çabuk geçtiğini farkedemedim bile. Ülke içinde ve dışında gelişen olaylar o kadar yoğundu ki gazeteye geldiğimde "hangi haberi sayfaya alsam, hangisine öncelik versem" diye çok düşündüm.
Tatile çıkıp sakin bir ortamda kendimi dinlemek, yanıma günlük ihtiyaç duyduğum eşyalarımı alıp zaman zaman inzivaya çekilmeyi istedim ama beceremedim. Ne gazete alacak,ne kitap, ne dergi, ne de televizyon izleyecektim. "Irak bana ırak olsun, Afganistan kendi başının çaresine baksın, Filistin kendi çözüm sürecine ulaşsın, Amerika ne yaparsa yapsın, Kıbrıs'la kim ilgilenirse ilgilensin diyerek çıkmıştım tatile..."
Ne milli maç heyecanı, ne ünlü mankenlerin Bodrum kaçamakları, ne falanca bakanın kızının nikahı...Bana ne'ydi... İlgisiz kalıp, kendi psikolojimi hafifletmek, beynimi ve bedenimi dinlendirmek varken niçin bunlarla ilgilenmeliydim ki... İnzivaya kendimi ancak iki gün çekebildim. Dayanamadım doğrusunu isterseniz. İlgisiz ve bilgisiz kalabilirdim ama insanlardan kendimi soyutlayamazdım. Hele hele cep telefonumu asla kapayamazdım.
Sıcak yaz günlerinde sokaklara düşen ender yağmur damlalarına şahit oldum. İnsanların sere serpe parklara uzanmalarına tanıklık ettim. Babamı memlelete yolcu ederken otogardaki insanların gözyaşlarına, sevdiklerinden ayrılanların hüzünlerine, akrabalarını karşılarında görünce panikleyenlere dikkatimi verdim. Birileri geliyor, birileri gidiyordu..Gidenler geride bıraktılarına el sallarken, asker yolcu edenlerin ellerindeki bayraklar ve davul zurna sesleri hüzünle heyecanı bir noktada buluşturuyordu. Denize gidememiş ama deniz havasını solumuştum. Yakınlarımın yanına gidememiş ama onları yanımda hissetmiştim. Arkadaşları arayamamışken onlar beni arada da olsa aramışlardı. İnsanın kendi iç dünyasında yaşadıkları ile dışarıda gelişen olaylar aksi istikamette geliştikçe yeise kapılmamak elde değil.
Sakinlik, huzur, barış ve esenlik dileseniz de siz çevrenize; çevrenizde barış ve huzurun olmadığını görmek, sakinlik ve esenliğin çok uzaklarda bulunduğunu farketmek içinizi burkuyor. Yoğun bir gündemde yorulmak, sıcak bir ortamda hararetlenmemek elde değil. Sıcak yaz günlerinde eriyip giden on günlük tatilin ardından kendi bıraktıklarıma baktım da günlük telaşın, günübirlik yaşamın ne derece boş olduğunu anladım.
Hayat da öyle değil mi?
Kocaman bir boşluk, kocaman bir hiç. Bu hiçlikte, bu boşlukta debelenip durmak da oldukça vahim. Güneş pırıltılarından, böcek seslerinden, nehir şırıltılarından da sözedebilirdim size... Kaos, karışıklık, çatışma, çekişme, ağız dalaşı, sürtüşme o derece ayyuka çıkmış ki; iyi bir şeyler yazmak mümkün değil. Ama biz bu satırlarda karamsarlık değil, iyimserlik aşılamak amacındayız. Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen, olumsuzluklara dikkat çekerek ve dikkatimizi yoğunlaştırarak "barış ve huzur adına neler yapılabilir"i bazı beyinlere aktarmak önceliğimiz.
Daha çıkmadıysanız izne çıkın, daha önce çıkmışsanız yeni gelenlerin gündemine de kulak verin... Nerede ve ne yapıyorsanız yapın ama ülkemizin içte ve dışta karşı karşıya kaldığı durumdan haberdar olun. Bilginiz olmasa da ilgisiz kalamıyorsunuz çünkü. Günler gerçekten de acımasız geçiyor. Acımasız insanların inisiyatifindeki dünyanın Allah yardımcı olsun.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005