Seninle ilk tanışmamızı hatırlıyorum. Belki de aylardan mayıstı. Yıl 85, sabaha karşı... Evet, evet ilk o gün tanıdım Seni. Yoksa, hiç anlatılmadığın anlarda bile içimde, yüreğimin tam ortasında, gül kokan, güller kokan Sen yüreğimi nasıl ferahlatabilirdin ki! Doğar doğmaz öğrenmiş olmalıydım. Rabbim Allah, Peygamberim Hazreti Muhammed.
Hediye Teyze'nin mevlidlerde söylediği ilahilerde tanıdım Seni. O ardı ardına söylediği, etrafındaki bütün kadınları ağlatan ilahileriyle... "Muhammed" (sav) diyordu her sözünün başında. Bir daha, bir daha "Muhammed" (sav). Gözleri yaşlıydı herkesin. Ardından bir de Emine Teyze yanık sesiyle söylemeye başladı mı, sağ eller sol göğsün üzerine koyulur, nemli gözler kapatılır, göz kapakları titrer ve herkes bir dilden, bir ağızdan, bir yürekten haykırmaya başlardı: "Muhammed, Muhammed..." (sav).
Kimdin Sen? Biliyordum. Komşumuz yeni doğan oğluna Senin adını verecekti de vazgeçmişti, ismini taşıyamaz diye. Mehmet koydu, Muhammed yerine. Bu nasıl bir şeydi Yarabbi! Yıllarca cevap aradım durdum kendi içimde. Gidip Hazreti Nuh'a haber edesim geldi, gelip de içimdeki tufanı görsün diye. Sonra zaman, zamansız aktıkça ben de yüreğimi büyüttüm. Öğrenmiştim artık, Sen Sevgili'ydin... Sevgilimdin... Bendin ve ben Sen'den bir parçaydım zaten...
Sen sevdaydın... Gönülden gönüle, yürekten yüreğe hiç bitmeden, hiç tükenmeden her defasında çoğalarak büyüyen bir sevdaydın. Anamın ak sütü gibi temiz, baharı karşılayan sayısız renkteki çiçekler kadar güzel, bir okyanus gibi mavi ve duru ve ufuklar kadar sonsuzdun...
Ağıt olup dökülüyordu dillerde adın. "Ya Muhammed" diyordu da başka bir şey demeye dili varmıyordu insanın. Sen'in zamanında yaşamak nasip olmadığı için kendini şanssız hisseden milyonlarca yüreği kanatmaya yetiyordu tek bir ismin: "Muhammed" (sav).
İnsanlar Senin sayende anlam yüklediler hayata. Kuşlar Seni tanıdıktan sonra bu kadar güzel uçtu. Yaratan ne güzel de koymuştu her şeyi yerli yerine. Ve Seni... Seni ne de güzel yaratmıştı.
Seninle yaşadım durdum yıllardır. Güç verdin bedenime. Ellerimi semaya kaldırıp her yalvarışımda Yaradan'a, aklıma gelen hep Sen oldun. "Sabret" dedim kendi kendime "sabret" . Nelere sabretmiş Muhammed (sav). Ne vakit bir ayrılık yüreğimi acıtsa, ilk gelen hep Sen oldun aklıma. Dayanmalıydım ben de, nasıl dayanıyorsa bunca yürek Senin yokluğuna. Bazen yaratılan her şeye kızıyordum. Bahçemdeki güle bile kızıyordum, bir bahar açmadı mı... Bülbül oluyordum Gül Kokulu Yâr'ini arayan. Sonra Sen, kuş olup çırpınmaktan yorulmuş bedenime yarenlik ediyordun. "Güven" duyuyordum yeniden. Sen yanımdaysan, işte o zaman ben yaşıyordum. Sen diriltici rüzgar oluyordun yeniden.
Sonra hatalarım oluyordu. Çevremdekiler de bana hata yapıyorlardı tabii en acımasızından. Adınla başlıyordum her nefesime. "Tamam" diyordum. "Resulüllah nasıl gitmişse kapısından kovulduğu halde Ebu Cehil'in ayağına, Sen de gidip göstermelisin doğru yolu insanlığa."
Yüreğim bir bataklığın ortasına düşüyordu zaman zaman. İsyandan kurtarmaya çalışıyordum ruhumu, bedenimi... Hiç olmadığı kadar bıkmışken hayattan, başımı koyduğum an secdeye, Yaratan geliyordu aklıma. Bir de Sen Ey Sevgili... "Şükür" deyip kurtarıyordum ruhumu karanlıktan. Çünkü içim de Sen oluyordun, Sen, Güneşim... İçimdeki Seni kirletmeye gücü yetmiyordu hiçbir varlığın... Sen, ben oluyordun ve "mutlu" oluyordum seninle.
Sen yakılmamış ağıtlar, söylenmemiş türkülersin. Beni Allah'a (cc) yakınlaştıransın. Sen Elçimsin. Sen Ey Muhammed (sav)... Sen sevdiceğimsin. Ben olansın, beni ben yapansın. Yok yok!... Bu defa boğazıma düğümlenmeyecek sözlerim. Hıçkırıklarla, gözyaşlarıyla dahi olsa haykıracağım: "Ya Muhammed (sav)... Sen ne güzelsin ve şimdi nerelerdesin?"
Funda CESUR