Misafir Kalem / Murat ETÇİ
Waterloo Savaşı’nı kaybetmeyi bir türlü hazmedemeyen Napolyon, hikâye bu ya tekrar dünyaya gelir.
Geldiği gibi soluğu Amerikan Başkanı’nın yanında alır.
Derin bir iç geçirir ve der ki:
“Ahh sendeki bu teknoloji bende olsaydı ben Waterloo’da asla yenilmezdim.”
Daha sonra Rusya’nın Başkanına gider ve yine derin bir iç geçirmeden sonra der ki:
“Ahh sendeki bu istihbarat bende olsaydı asla kaybetmezdim.”
Ve tabi ki son olarak bizim başbakanımızın yanına gelir ve diğerlerinden daha çok bir iç geçirmeyle der ki;
“Ahh sendeki bu medya bende olsaydı Waterloo’da kaybettiğimden hiç bir Allah’ın kulunun haberi olmazdı.”
Son on yılımız bu trajikomik hikâye ile geçti.
Ve sanırım AKP siyasetini bundan daha iyi anlatan bir hikâye olamaz.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın Ehl-i Beyt’i kaleme almasından sonra hepimizin ortak soruları şunlar oldu:
Hakkında en az 20 ayet ve 1000 Hadis bulunan Ehl-i Beyt yüzyıllardır Müslümanlardan nasıl gizlendi?
Peygamberimizin “Nuh’un Gemisi” olarak nitelendirdiği Ehl-i Beyt ekolü, nasıl “dalaletin, sapıklığın ve hatta cehennemliktir” ithamının muhatabı oldu?
Geçen gün başbakanın şehit haberleri ile ilgili medyaya verdiği ültimatomu görünce sorumuzun yanıtını almış olduk.
Aynen “bitaraf olan bertaraf olur”, “yazıklar olsun o medya patronlarına” ültimatomlarında olduğu gibi veya Suriye’deki olayları Esad’ın değil de Türkiye’nin memura, işçiye vermediği paralardan 300 milyon dolar vererek beslediği teröristlerin yaptığı haberini geçen TRT temsilcisinin Suriye’den sürülmesi olayında olduğu gibi cevaplarımızı birer birer aldık.
Geçmişi hatırlayalım;
Camilerin kapısında nöbetçiler Ali’den misin? sorusuna evet diyenleri kılıçtan geçiriyor, Ehl-i Beyt hakkında hadis rivayet edenler şehit ediliyor, Emevi soyu hakkında hadis uyduranlar taltif ediliyor, hassasiyetleri ile meşhur hadis alimleri, hayatını Allah Resulü ile geçirmiş Hz. Ali’den sadece 40 küsur hadisi kitaplarına koyuyorlar...
O zamanki medyadan şu zamankine bir fark yok aslında;
Başbakan’a soru soranları ve sorularını görünce nedense Emevi Saltanatı’nı hatırladım. El Cezire çalışanlarının bile “artık yalan haberlere tahammül edemiyoruz” diye işlerini bıraktığı bir ortamda bizimkilerin bu dünyada kalıcı olduklarını zannedip gerçekleri gizlemesi son derece düşündürücüdür.
Bir diğer düşündürücü olan şey ise “Emevi” benzetmesine tepki vermeyen Başbakanın başına “C” harfi getirildiğinde hortlak görmüşe dönmesi ve halkının bir kısmının kültürünü hiçe sayarak ucube kelimesini hakaretamiz bir şekilde kullanmasıdır.
Dün Ehl-i Beyt’i gizleyip ona zulmedenler Firavun ve Nemrut’un cehennemdeki yerlerini kıskanadursun, bugünün gerçeklerini ve çözüm adresini gizleyenlerin de akıbetinin farklı olmayacağı aşikârdır.
Bence asıl cinayet Haçlı ile bir olup Müslüman’ı katletmek, terörü azdırmak, Allah’ın samanını ithal edecek şekilde ekonomiyi batırmak değil, dün Emevilerin yaptığı gibi bugün de çözümün önünü kesmektir.
Bugün terörün de tüm dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizin de tek çözüm kaynağı Prof. Dr. Haydar Baş ve O’nun Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Tezleridir.
Bu durumda karar, bizleri yönetenlerin ve onların her yaptığını doğru ve güzel gösterme gayreti içinde olan medya temsilcilerinindir.
Ya çözümün önünü açacaklar ve bu noktada tarihte belki de bir ilki başaracaklar ya da tarih tekerrürden ibarettir ölçüsü gereğince Kabil ve onun soyundan gelenler gibi biraz da amiyane tabirle “Niyazi” olacaklar.
Allah bizleri bu dünyanın kalıcı olduğunu zannedip zulümde sınır tanımayanlardan uzak eylesin, her zaman ve zeminde ancak hakkı söyleyen, yaşayan ve yaşatan Ehl-i Beyt yolundan ayırmasın.
Waterloo Savaşı’nı kaybetmeyi bir türlü hazmedemeyen Napolyon, hikâye bu ya tekrar dünyaya gelir.
Geldiği gibi soluğu Amerikan Başkanı’nın yanında alır.
Derin bir iç geçirir ve der ki:
“Ahh sendeki bu teknoloji bende olsaydı ben Waterloo’da asla yenilmezdim.”
Daha sonra Rusya’nın Başkanına gider ve yine derin bir iç geçirmeden sonra der ki:
“Ahh sendeki bu istihbarat bende olsaydı asla kaybetmezdim.”
Ve tabi ki son olarak bizim başbakanımızın yanına gelir ve diğerlerinden daha çok bir iç geçirmeyle der ki;
“Ahh sendeki bu medya bende olsaydı Waterloo’da kaybettiğimden hiç bir Allah’ın kulunun haberi olmazdı.”
Son on yılımız bu trajikomik hikâye ile geçti.
Ve sanırım AKP siyasetini bundan daha iyi anlatan bir hikâye olamaz.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın Ehl-i Beyt’i kaleme almasından sonra hepimizin ortak soruları şunlar oldu:
Hakkında en az 20 ayet ve 1000 Hadis bulunan Ehl-i Beyt yüzyıllardır Müslümanlardan nasıl gizlendi?
Peygamberimizin “Nuh’un Gemisi” olarak nitelendirdiği Ehl-i Beyt ekolü, nasıl “dalaletin, sapıklığın ve hatta cehennemliktir” ithamının muhatabı oldu?
Geçen gün başbakanın şehit haberleri ile ilgili medyaya verdiği ültimatomu görünce sorumuzun yanıtını almış olduk.
Aynen “bitaraf olan bertaraf olur”, “yazıklar olsun o medya patronlarına” ültimatomlarında olduğu gibi veya Suriye’deki olayları Esad’ın değil de Türkiye’nin memura, işçiye vermediği paralardan 300 milyon dolar vererek beslediği teröristlerin yaptığı haberini geçen TRT temsilcisinin Suriye’den sürülmesi olayında olduğu gibi cevaplarımızı birer birer aldık.
Geçmişi hatırlayalım;
Camilerin kapısında nöbetçiler Ali’den misin? sorusuna evet diyenleri kılıçtan geçiriyor, Ehl-i Beyt hakkında hadis rivayet edenler şehit ediliyor, Emevi soyu hakkında hadis uyduranlar taltif ediliyor, hassasiyetleri ile meşhur hadis alimleri, hayatını Allah Resulü ile geçirmiş Hz. Ali’den sadece 40 küsur hadisi kitaplarına koyuyorlar...
O zamanki medyadan şu zamankine bir fark yok aslında;
Başbakan’a soru soranları ve sorularını görünce nedense Emevi Saltanatı’nı hatırladım. El Cezire çalışanlarının bile “artık yalan haberlere tahammül edemiyoruz” diye işlerini bıraktığı bir ortamda bizimkilerin bu dünyada kalıcı olduklarını zannedip gerçekleri gizlemesi son derece düşündürücüdür.
Bir diğer düşündürücü olan şey ise “Emevi” benzetmesine tepki vermeyen Başbakanın başına “C” harfi getirildiğinde hortlak görmüşe dönmesi ve halkının bir kısmının kültürünü hiçe sayarak ucube kelimesini hakaretamiz bir şekilde kullanmasıdır.
Dün Ehl-i Beyt’i gizleyip ona zulmedenler Firavun ve Nemrut’un cehennemdeki yerlerini kıskanadursun, bugünün gerçeklerini ve çözüm adresini gizleyenlerin de akıbetinin farklı olmayacağı aşikârdır.
Bence asıl cinayet Haçlı ile bir olup Müslüman’ı katletmek, terörü azdırmak, Allah’ın samanını ithal edecek şekilde ekonomiyi batırmak değil, dün Emevilerin yaptığı gibi bugün de çözümün önünü kesmektir.
Bugün terörün de tüm dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizin de tek çözüm kaynağı Prof. Dr. Haydar Baş ve O’nun Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Tezleridir.
Bu durumda karar, bizleri yönetenlerin ve onların her yaptığını doğru ve güzel gösterme gayreti içinde olan medya temsilcilerinindir.
Ya çözümün önünü açacaklar ve bu noktada tarihte belki de bir ilki başaracaklar ya da tarih tekerrürden ibarettir ölçüsü gereğince Kabil ve onun soyundan gelenler gibi biraz da amiyane tabirle “Niyazi” olacaklar.
Allah bizleri bu dünyanın kalıcı olduğunu zannedip zulümde sınır tanımayanlardan uzak eylesin, her zaman ve zeminde ancak hakkı söyleyen, yaşayan ve yaşatan Ehl-i Beyt yolundan ayırmasın.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012