Gülen harekâtı, bir tarikat mı yoksa tarikat kisvesine bürünmüş bir darbe harekâtı mı? Bunu iyi değerlendirmek gerekir. Çünkü bu sinsi gelişimin başlangıcı 1963 yıllarına kadar inmektedir. Bu olay, Türkiye'de kurulan "Komünizmle Mücadele Derneği" ile başlayan bir girişimdir. Türkiye'de rejim tehlikesi yokken birdenbire türetilen sözde bir dernek, bu sinsi girişimin kamufle edilmesidir.
Bir ilkokul mezunu genç sahneye çıkartılıyor ve din kullandırılarak cumhuriyet rejiminin ve Atatürkçülüğün altını oymaya başlatılıyor. Camilerde vaaz verdirmeler ve onun da gözyaşı dökmeleri bir ölçüde toplumun hoşuna gitmiyor değildi. Ilımlı İslam adı altında yabancıların uydurması ile gelişen yaklaşım da yine hoşumuza gidiyordu. Dini iyi bilenler, Kur'an-ı Kerim'i iyi okuyanlar bu işin farkındaydı ama onları da dinleyen yoktu. Çünkü din kutsal kitapta yazıldığı gibi uygulanır. Bunun başka türlüsü hem dini zayıflatır hem de toplumu çıkmaza sokar.
Geç de olsa olayın farkına varılmış, 2000 yılında "terör örgütü liderliği" suçlamasıyla ilk iddianameyi hazırlayan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel olayı devlete taşımıştır. FETÖ harekâtının düşünülenden daha güçlü olduğunu hazırlanan iddianame ile ortaya çıkarmıştır.
FETÖ, emniyet örgütü ve askeriye, mülkiye, adliye ile adım adım devleti ele geçirmeye başlamıştır. Nuh Mete Bey on yıl içinde TSK içinde söz sahibi olacaktır görüşünü dile getirmiştir. Ne yazık ki üç-beş oy uğruna olay göz ardı edilmiştir.
Fetullah okullarının kurulması başlı başına ülke için ihanettir. Bu okulların kimler tarafından kurdurulduğu, finansmanını hangi ülkeler ve kuruluşların karşıladığını o günün istihbaratı elbette ki biliyordu. Ama yine göz yumuldu.
2004 MGK toplantısında tehlike dile getirilmiş ama maalesef yine duymazlıktan gelinmiştir. Hatta zamanla iktidarın bir ortağı olmuştur. Ergenekon, Balyoz, Casusluk suçlaması ile askerler aydınlar yurtseverler hapishanelere doldurulmuş ve iktidar da bu girişimi alkışlamıştır. 17-25 Aralık hareketi ile perde aralanmış ve takke düşmüş kel görünmüştür ama geç kalınmıştı. Çıkar çatışmaları yetki savaşları başlamış öküz ölmüş ortaklık bozulmuştu. Ama devleti hatta iktidarı koruyacak ve kollayacak aydınlar subaylar hapishanelerde çürütülmekteydi.
Kendi yandaş subaylarının önünü açmak için suçlanan subaylar, gerçeği biliyor ve görüyorlardı ama iktidar savcılık, yargıçlık görevlerini üstlenmişti.
Nuh Mete Yüksel diyor ki: "Şimdi çıkıp şu anda ahkâm kesiyorlar, 'Biz soruşturma yaptık, biz şunu yaptık, biz bunu yaptık'. Bu yalan. O zaman hepsi Fetullah'ın yanında yer aldı. Çünkü Fetullah o zaman bir hayli itibarlı bir kişiydi. Fetullahçı olmak demek istikbalinin de açılması önündeki yolların açılmasıydı. Aldığım her kararın, attığım her imzanın gene arkasındayım ama kalleşlik yapanlara kızarım, Fetullahçı görünenlere, Fetullah'tan menfaat bekleyerek arkasından gidenlere, onlara hala kızgınlığım devam eder."
15 Temmuz darbe teşebbüsünü de değerlendiren eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, "Bu kadar güçlendiklerini düşünemezdim. Emniyet'e girmişlerdi, Emniyet'te güçlülerdi ama benim tespitime göre Silahlı Kuvvetler'de ve Adliye'de bu derecede güçlü değillerdi ama belki de biz yanılıyorduk, güçlenmeye başlamışlardı. Nitekim şimdi de bu kadar güçlendiklerini düşünemezdim" şeklinde konuştu. Evet, hatalar, çıkarlar 251 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin kandırılmasına neden oldu.
Unutmayalım, en gerçek yol ve doğru yol Atatürk yoludur.
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023