Abdullah A?ARO?LU
Ruslar'ın bütün karşı çıkışlarına rağmen Kafkaslar bölgesinde "belirleyicinin" ABD olduğunu herkesçe hissedilmektedir.
Ve inisiyatifler üretilmediği sürece, hissettirmeye devam edeceği de anlaşılmaktadır.
Hazar'ın paylaşımını konu alan konferansta, paylaşımda temel problem; deniz tabanını ve su üstünün nasıl paylaşılacağı ile ilgilidir... Ve ne yazık ki bu problemin çözümü oldukça karışıktır.
Hazar kaynaklarının hak sahipliği ile ilgili yasal konular ve rezervleri geliştirme hakkı 1921 ve 1940 yıllarında Hazar'da komşu olan Sovyetlerle İran arasında imzalanmış olan anlaşmalar çerçevesinde mi ele alınmalı, yoksa konu BM uluslararası deniz hukukuna mı tabi olmalıdır?
1921 ve 1940 anlaşmaları deniz tabanının paylaşımı ve hidrokarbon arama konularını içermemesine rağmen, Ruslar; "Hazar bir iç denizdir ve bu nedenle BM uluslararası deniz hukuku geçerli olmaz" demektedirler.
BM uluslararası deniz hukuku kuralları uygulandığı taktirde, Hazar'a kıyısı bulunan beş ülke, kaynakları belirlenen sınırlar içerisinde paylaşacak ve her devlet kendi sınırları içerisinde kalan hidrokarbonlara sahip olacaktır.
Bunun anlamı Hazar'daki petrol ve doğalgaz rezervlerinin hemen hemen hepsinin Azerbaycan ve Türkmenistan arasında paylaşılması demektir ki, bunu ne Ruslar ne de İranlılar kabul etmeye yanaşmaktadırlar.
Bu nedenle BM deniz hukukunun geçerli olmayacağı, "Hazar bir iç denizdir (göldür)" şeklindeki Rus tezi, İran tarafından da hararetle destek görmektedir.
Bu durumun kabulünde ise, tüm kaynaklar ortak kabul edilip, sahalar beraber geliştirilecektir.
Bu, sözkonusu hidrokarbonların geliştirilmesi İran'ın pay sahibi olarak ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Şimdi sorular mevcut bu durumun, uluslararası arenada hasım konumunda olan İran ve ABD'yi karşı karşıya mı getireceği, yoksa işbirliğine mi götüreceği konusunda düğümlenmektedir.
Çünkü verilecek karar, sözkonusu coğrafyalarda kimin söz sahibi olacağıyla doğrudan ilgilidir. İran'ı Hazar'da hak sahibi yapacak bir düzenlemenin, bölgede faaliyet gösteren ABD şirketlerini zor durumda bırakacağı "şimdilik (!)" sarih olarak değerlendirilmektedir. Özellikle Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetleri konusunda, Ruslarla paralel bir siyaset izleyen İran'ın, ABD ile yollarının buluşup buluşmayacağını gösterecek olan ise zamandır.
Türkiye'nin bütün karşı çıkışlarına rağmen, Kuzey Irak ve Türkiye'nin güneydoğusundaki coğrafyada Kürt devleti kurulmasına yönelik bir politika güden ABD'nin Türk çıkarlarını gözeterek yürüttüğü söylenen Kafkas politikalarının temel dinamiğinin aslında ABD'nin menfaatleri olduğu bal gibi bilinmektedir. Sadece menfaatler örtüştüğü için, Kafkaslarda ABD'nin Türk menfaatleri kolladığı gibi bir durum vardır.
Öyleyse Türkiye'nin inisiyatifi olmayan bir oluşumda, ABD çark ettiği zaman ilk gümbürtüye gidecek olan, elbette ki bölgedeki Türk menfaatleridir.
Kendi menfaatleri doğrultusunda, Rusya ile anlaşmaktan çekinmeyen İran'ın ise yine kendi menfaatleri doğrultusunda ABD ile anlaşmaktan çekinmeyeceği gözardı edilmemesi gereken bir ciddi olasılıktır.
Bu durum son dönemdeki ABD-İran yakınlaşmasına da bir mana kazandırmakta gibidir.
İran Kafkas coğrafyasında muvaffak olabilirse eğer, bir taşla birkaç kuşu da vurmuş olacaktır. Hem böylece İslam dünyasının liderliğinde rakibi olan Türk inisiyatifinin önü iyice kesilecek, hem olası Türk Cumhuriyetleri birlikteliğinin ekonomik güç ayağı, daha doğmadan kırılacak, hem de Türk Cumhuriyetlerinde ve özellikle Azerbaycan'da kolaylıkla nüfuz edebileceği alanlara sahip olacaktır.
Kafkas coğrafyasında kendini gösteren en önemli durumlardan biri de budur.
Devam edeceğiz.
Ruslar'ın bütün karşı çıkışlarına rağmen Kafkaslar bölgesinde "belirleyicinin" ABD olduğunu herkesçe hissedilmektedir.
Ve inisiyatifler üretilmediği sürece, hissettirmeye devam edeceği de anlaşılmaktadır.
Hazar'ın paylaşımını konu alan konferansta, paylaşımda temel problem; deniz tabanını ve su üstünün nasıl paylaşılacağı ile ilgilidir... Ve ne yazık ki bu problemin çözümü oldukça karışıktır.
Hazar kaynaklarının hak sahipliği ile ilgili yasal konular ve rezervleri geliştirme hakkı 1921 ve 1940 yıllarında Hazar'da komşu olan Sovyetlerle İran arasında imzalanmış olan anlaşmalar çerçevesinde mi ele alınmalı, yoksa konu BM uluslararası deniz hukukuna mı tabi olmalıdır?
1921 ve 1940 anlaşmaları deniz tabanının paylaşımı ve hidrokarbon arama konularını içermemesine rağmen, Ruslar; "Hazar bir iç denizdir ve bu nedenle BM uluslararası deniz hukuku geçerli olmaz" demektedirler.
BM uluslararası deniz hukuku kuralları uygulandığı taktirde, Hazar'a kıyısı bulunan beş ülke, kaynakları belirlenen sınırlar içerisinde paylaşacak ve her devlet kendi sınırları içerisinde kalan hidrokarbonlara sahip olacaktır.
Bunun anlamı Hazar'daki petrol ve doğalgaz rezervlerinin hemen hemen hepsinin Azerbaycan ve Türkmenistan arasında paylaşılması demektir ki, bunu ne Ruslar ne de İranlılar kabul etmeye yanaşmaktadırlar.
Bu nedenle BM deniz hukukunun geçerli olmayacağı, "Hazar bir iç denizdir (göldür)" şeklindeki Rus tezi, İran tarafından da hararetle destek görmektedir.
Bu durumun kabulünde ise, tüm kaynaklar ortak kabul edilip, sahalar beraber geliştirilecektir.
Bu, sözkonusu hidrokarbonların geliştirilmesi İran'ın pay sahibi olarak ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Şimdi sorular mevcut bu durumun, uluslararası arenada hasım konumunda olan İran ve ABD'yi karşı karşıya mı getireceği, yoksa işbirliğine mi götüreceği konusunda düğümlenmektedir.
Çünkü verilecek karar, sözkonusu coğrafyalarda kimin söz sahibi olacağıyla doğrudan ilgilidir. İran'ı Hazar'da hak sahibi yapacak bir düzenlemenin, bölgede faaliyet gösteren ABD şirketlerini zor durumda bırakacağı "şimdilik (!)" sarih olarak değerlendirilmektedir. Özellikle Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetleri konusunda, Ruslarla paralel bir siyaset izleyen İran'ın, ABD ile yollarının buluşup buluşmayacağını gösterecek olan ise zamandır.
Türkiye'nin bütün karşı çıkışlarına rağmen, Kuzey Irak ve Türkiye'nin güneydoğusundaki coğrafyada Kürt devleti kurulmasına yönelik bir politika güden ABD'nin Türk çıkarlarını gözeterek yürüttüğü söylenen Kafkas politikalarının temel dinamiğinin aslında ABD'nin menfaatleri olduğu bal gibi bilinmektedir. Sadece menfaatler örtüştüğü için, Kafkaslarda ABD'nin Türk menfaatleri kolladığı gibi bir durum vardır.
Öyleyse Türkiye'nin inisiyatifi olmayan bir oluşumda, ABD çark ettiği zaman ilk gümbürtüye gidecek olan, elbette ki bölgedeki Türk menfaatleridir.
Kendi menfaatleri doğrultusunda, Rusya ile anlaşmaktan çekinmeyen İran'ın ise yine kendi menfaatleri doğrultusunda ABD ile anlaşmaktan çekinmeyeceği gözardı edilmemesi gereken bir ciddi olasılıktır.
Bu durum son dönemdeki ABD-İran yakınlaşmasına da bir mana kazandırmakta gibidir.
İran Kafkas coğrafyasında muvaffak olabilirse eğer, bir taşla birkaç kuşu da vurmuş olacaktır. Hem böylece İslam dünyasının liderliğinde rakibi olan Türk inisiyatifinin önü iyice kesilecek, hem olası Türk Cumhuriyetleri birlikteliğinin ekonomik güç ayağı, daha doğmadan kırılacak, hem de Türk Cumhuriyetlerinde ve özellikle Azerbaycan'da kolaylıkla nüfuz edebileceği alanlara sahip olacaktır.
Kafkas coğrafyasında kendini gösteren en önemli durumlardan biri de budur.
Devam edeceğiz.