Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, tarihi ziyaret için İsrail'e gitti.
Gül-Şaron-Katzav buluşması, İsrail ordusunun Gazze şeridinde 8 Filistinliyi öldürmesiyle aynı güne rastlıyor. Başka bir tören de havaalanında; bir gazeteci Dışişleri Bakanı'nı günah çıkarmaya davet ediyor: "Efendim İsrail'i devlet terörüyle suçlamıştınız." Cevap, sabahları elbisesiyle birlikte dünya görüşünü de değiştiren bir hükümetin mensubu için çocuk oyuncağı, "Bunlar geçmişte kaldı, biz geleceğe bakalım."
İsrail ziyaretinin manası vahşeti takdis ya da tükürdüğünü yalamaktan ibaret değil tabii. Arap ülkelerine, İran'a, Türkiye'yle aklı başında bir ortaklık arayan Avrasya blokuna mesajlarla yüklü.
AKP, hangi lokomotifin vagonu olduğunu, hangi rayda yürüyeceğini haykırıyor.
Kuzey Irak'ta Mossad faaliyetleri almış yürümüş, bütçede resmi kalemler arasında yıl sonu raporlarına giriyor. Daha üç ay önce Peşmergelere İsrail özel komandoları Mistaraveh tarafından eğitim verildiği gün ışığına çıkıp kıyametler kopmuş.
Olsun, hem ağlarım hem giderim.
Konu İsrail. Osmanlı'nın çöküşünden beri Ortadoğu'nun hem geçmişi, hem geleceği ile ilgili, ister misiniz bir kaç ufak hatırlatma yapalım, buralarda işler nasıl yürüyor zihnimizi az biraz toparlayalım. Hep söylenir, Filistinli Araplar topraklarını sattı ve İsrail devleti bunun üzerinde kuruldu. Doğrudur. Yahudi ulusal fonu, 1901'de kuruluşundan 1948'e kadar bu iş için dünyanın her tarafındaki Yahudilerden para topladı ve dağ taş demeden arazi aldı. Peki, bu 50 yılda alınan miktar nedir bilir misiniz? 700 000 dönüm, yani Filistin topraklarının yalnızca % 3.5'i. Bu oran, İsrail devletinin kurulmasına yetti.
Filistin'de 1900'lü yıllara kadar sayıları elli bini bulan yerleşik bir Yahudi nüfus vardı. Siyasi Siyonizmin nüfusu artırmak için yürüttüğü kampanya uzun süre meyvesiz kaldı. Amerikan Yahudileri, 1841 Charleston bildirisinde "Bu ülke bizim Filistin'imiz, bulunduğumuz kentler ise Kudüs'ümüzdür" diyerek Siyonizm fikrini reddediyordu, Mesih'in inmesinden önce vaad edilmiş toprakları almaya kalkışmak din adamları tarafından da Yahudi inancına ihanet olarak lanetlenmişti.
Satın alınan topraklara zengin, fakir, eğitimsiz demeden kendini Yahudi gören herkes davet edildi. JNF yalancı vaizler çıkartarak Mesih'in İsrail'de beklenen krallığı kurduğu müjdesiyle Yahudileri kandırmaya kadar gitti. Yine de 1922'de Filistin sınırları içinde yalnız 83.794 Yahudi bulunuyordu. Nazi katliamları nedeniyle Avrupa'dan kaçanların bile sadece %8.5'i Filistin'i seçmişti. Ta 1940'lara kadar İsrail fikri alay konusuydu. İngiltere, Yahudi devleti için Uganda topraklarını öneriyordu. Araplar, istesek bir kaşık suda boğarız dedikleri Yahudilere gösterdikleri tahammül için takdir görüyordu.
Bu 1948'e kadarki manzara. İsrail devleti ilan edildiğinde "son Yahudiye kadar hepsini denize dökmek için" koşanların da anladığı gibi kökleri derinlere ulaşan, teknolojinin son imkanlarına sahip saldırgan bir devletin kurulması için bu kadarı yetmişti.
Bütün bunlar ne anlama geliyor, hissemize ne düşüyor. Daha doğrusu tarihten ders çıkarmanın bir anlamı var mı? Ne dersiniz, tarih tekerrür etseydi 1882'de Yahudilerin ziyaret dışında Filistin'e girişini yasaklayan, zaten yabancılar kanunu gereği toprak alamıyorken 1893'te özel bir kanunla Filistin'de Yahudilerin arazi almasını ayrıca yasaklayan 2. Abdühlamid Han'ın torunları ülkesinin yedide birini, 100 bin kilometrekareyi satar mıydı?
Ya Berlin Sefiri Ahmed Tevfik Paşa, Avrupa'daki bütün Yahudi faaliyetlerini ve bu arada 1897'de Basel'de toplanan 1. Siyonist Kongresi'ni yüzlerce adamına ayrı ayrı takip ettiren paşanın ahfadı, şimdi kendi ülkesinde yabancı istihbarat örgütlerinin fütursuzluğuna, istediği gibi cirit almasına müsaade eder miydi?
Tekerrür hiç mi yok. Tabii ki var. 1919'da Paris Konferansı'nda Araplardan bir imza alınmıştı, ihanetlerinin bedeli olarak saltanatlarını ilan edebileceklerdi ama bu arada Yahudilerin Filistin'deki varlığına ses çıkarılmayacaktı. Şimdi Arz-ı Mev'ud'un diğer yakası için "Fırat Dicle'nin uluslararası rejime bağlanması" adıyla vesikalar tertip ediliyor ve Lahey'de imzaya koyuluyor. Teodor Herlz'in, Ben Gurion'un izinden yürüyenler istikrarlı. Bir de Şerif Hüseyin'in mirasçıları var, ellerinde başkalarının yazdığı senaryolarla tıka basa doldurulmuş çanta, bir gün Brüksel'de, bir gün Tel Aviv'de.
ŞARK KÖŞESİ/ İlhan GÜLTEKİN