İslam dininde, kulun Rabb'ine yönelik her düşüncesi, davranışı, fiili ve faaliyetleri bir ibadettir. Hayatı "kul olmak" düşünce ve gayretiyle yaşamak iman etmenin gereği, ibadetin ta kendisidir. Mü'min için, ibadetsiz hayat veya hayatın herhangi bir bölümü ibadetsiz düşünmek mümkün değildir. Yaptıklarından, yapacaklarından ve yapması gerektiği halde yapamadıklarından hesaba çekileceği korkusuyla hayatını İslâmî bir disiplin altına alan insanın namazının, orucunun, haccının, zekatının vb. ibadetlerinin yanında; oturması, çalışması, uyuması, konuşması, okuması, örtünmesi, susması da ibadettir. Ve her ibadetin fert, aile ve cemiyet hayatında ayrı bir yeri, ayrı bir önemi vardır. Her hangi bir ibadeti, hayatın dışında bıraktığımız zaman, meydana gelecek boşluğu ve zaafı başka bir şeyle doldurmak veya gidermek mümkün değildir. İbadetin yerine konacak her şey bünyeyi tehdit eden mikrop gibidir. Derece ve sirayetine göre tahribat yapar. Çaresi; hatayı, kusuru ve yanlışı tesbit etmek, anında vazgeçmek ve istiğfar ile ibadete dönmektir.
Bugün içinde bulunduğumuz her türlü sıkıntının temelinde yatan ana sebep ibadetsizliktir. Yani, hayatı ibadet mantığıyla yaşamamaktır. Gerçek manada kulluk sırrına erenler için nefsî meseleler "artık bir tırnaktan" başka birşey değildir. Bunun aksine kul olmaktan uzak olanların çok basit şeylerle meşgul olup, süflî emellerin arkasına takılıp perişan olduklarını görmekteyiz. Detaylarına inilmeden yapılacak bir araştırma, acı gerçekleri bütünüyle ortaya çıkarmaya yetecektir.
Aile ve cemiyet hayatını hiçe sayan, tehdit eden her olayın içerisinde inanç ve ibadet zaafını, hatta; inkârını görmekteyiz. Kötü alışkanlıkların başında gelen kumar, içki ve zinanın yaygın olduğu aileler ve semtler, bu hususta çok şeyler ifade etmektedir. İnanç ve ibadetin dışında hemen her şeye sahip olmalarına rağmen bir türlü mutlu olamayan bu çevrelerde artan ruhî dengesizlikler ve intiharlar, yadırganmaması gereken tabiî sonuçlardır. İdarî ve adlî vakalarda da durum aynıdır. Karanlık sokakların kara simaları ve onların elindeki figüranların hayatları inanç ve ibadetten mahrum olmanın acı sonuçlarıyle şekillenmekte, intikam, ihtiras, kin ve nefretle beslenmektedir.
Bütün bunların yanında hayatlarını inanç ve ibadetleriyle bütünleştiren mü'min kulların ortaya koydukları mesut tablo sıradan insanların hayal bile edemiyecekleri kadar yücedir, ulvîdir. Bu yüce ve ulvî hayatı yaşayan aile ve cemiyetler şimdi içinde bulunduğumuz Ramazan ayı ve bu aya mahsus ibadetlerimiz ki, başında oruç gelmektedir, mü'minlerin hayatında yarı bir mana ve ruh taşımaktadır. Mü'minler olarak her insanın yaşaması gereken hayatın inanç ve ibadetlerle şekillendirilip disiplin altına alınmış bir hayat olduğunu bu Ramazan oruç münasebetiyle en güzel şekliyle yaşamak ve göstermek mecburiyetindeyiz.
Zaman olarak Üçaylar'ın, hususen idrak etmekte olduğumuz Ramazan'ın, ayrıca bu aylardaki bazı gün ve gecelerin mü'minler için olduğu kadar bütün insanlık için birer dönüm ve başlangıç noktaları olabileceği, tarihte olduğu gibi bugün için de mümkündür. Yeter ki o mânâ istikametinde yeniden dirilişe geçilsin. Ay olarak Recep, Şaban, Ramazan'ın, gün olarak Pazartesi ve Cuma'ların, gece olarak Mevlid, Berât, Mirâc ve Kadir gecelerinin taşıdığı mana, insan ve iman davasını meydana getiren mânâdır. İnsanlığın temsilcisi, rehberi ve Peygamberi olan Hz. Muhammed (sav)'in varlık âlemine intikali, Allah'ın vahyine muhatap olması, hidayetin tek ve temel kaynağı olan, Kur'an-ı Kerim'in indirilişi, İsrâ ve Mirâc mucizelerinin gerçekleşmesi ve daha nice zâhir ve batın oluşların vücud bulması, hep bu zamana mahsus ilahi lütuflardır.
Devamı yarın...Ali GEDİK
Ramazan'ın faziletleri-II
Dünden devam...
Kadir gecesi geldiği zaman, Cebrail aleyhisselam, meleklerden oluşan büyük bir kafile ile yeryüzüne iner. Ayakta durup namaz kılan her kula; oturup Allah'ını zikreden her kula uğrarlar. Onun için Allah'tan rahmet ve bağışlanma talebinde bulunurlar."
Yine Peygamber Efendimiz (sav) bir başka hadisinde: Oruçlunun uykusu ibadettir; susması tesbihtir; duası makbuldür; amelinin sevabı kat kattır" diye buyuruyor.
Rabb'imin rahmeti o kadar çoktur ki, kulunu affetmek için sebep arıyor. 99 merhametinin yalnızca birini biz annelere vermiştir. Çocuklarımızın tırnağının incinmesine dayanamayız. Allah-ü Teala'nın merhameti 99 kat daha fazladır. Biz kullarını Cehennem ateşinde yakmamak için Ramazan gibi çok özel ayını yaratmış. En asi kulları bile bu ayda ayıkır, kulluktan lezzet alarak ibadetlere dört elle sarılır.
Eğer bir kul, Ramazan ayında da tevbe etmez, Cenab-ı Hakk'a dönmezse, acaba hangi ayda tevbe eder, bağışlanır?
Tevbe kapılar kapanmadan, kul tevbe edip Allah'a dönmelidir. Ağlama zamanı ve rahmet vakti geçip gitmeden kul Allah'a yalvarıp ağlamalıdır; merhamet dilemelidir. Olur ki bir daha ki Ramazan ayına erişemeyebiliriz. Bakın Peygamber (sav) Efendimiz bu konuyu şöyle buyuruyor:
-''Ümmetim, Ramazan ayında oruç tutup namaz kılarak onun hakıknı eda ederlerse, ziyan etmezler."
Ashaptan biri şöyle sordu:
-Ya Nebiyyullah, onların ziyanı ne olabilir?
Resulûllah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:
-"Bir kimse, Ramazan ayında haram bir işe girerse kötü bir amel işleyip şarab (alköllü içki) içerse o kimsenin Ramazan orucu makbul olmaz. Gelecek seneye kadar Allah'ın, meleklerinini, sema halkının laneti onun üzerinde kalır.
İki Ramazan arasında ölür ise onun için Allah katında hiç bir iyilik yoktur."
Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların, meleklerin bizim affımız çin gece gündüz yalvarıp yakardığı bu günler de bizim edep ve terbiye içinde Rabb'imize yönelmemiz, en küçük günahtan bile uzak durarak affımız için yalvarmamız gerekmez mi? Allah-ü Teâlâ Ümmet-i Muhammed'i ayıktırsın, hepimizi affetsin. Allah'a emanet olun.Züleyha KARAKUŞ
Fıkıh KöşesiKeffareti gerektiren ve gerektirmeyen oruçlar
Dünden devam
Bir kimse Ramazan'da gündüzün misvâk kullansa veya gıybet etse de bu yüzden orucun bozulduğunu sanarak iftar etmekle üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla orucun bozulmayacağını öğrenmiş ise, keffaret gerekir.
Ramazan günü ihtilâm olan kimse, orucunu bozsa bakılır: eğer bu ihtilâmla orucunun bozulmuş olduğunu zannetmiş ise, üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla orucun bozulmayacağını biliyordu ise, keffaret gerekir.
Zor kullanarak, can almak, bir azayı (organı) kesmek veya bunlardan birine sebebiyet verecek şekilde dövmekle yapılan zorlamadır. Yalnız üzüntü ve acı verecek derecede olan dövmek veya yalnız hapsetmek suretiyle yapılan bir zorlamadan dolayı orucu bozmak keffareti düşürmez.
Bir yolcu zevaldan önce memleketine (ikâmet vatanına) dönmekle bir şey yememiş olduğu halde oruca niyet edip ondan sonra kasden orucunu bozacak olsa, üzerine keffaret gerekmez.
Zevalden önce iyileşip kendine gelen bir mecnun niyet etmişken, sonra orucunu bozarsa, ona da keffaret gerekmez.
Orucunun bozan kimseye, o gün oruç tutmamasını mubah kılacak bir hal gelirse, ondan keffaret düşer.
Misal: Sağlıklı bir kimse, Ramazan'da oruca niyet etmişken, gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa da bir kadın âdet görmeğe başlasa yahut oruç tutamayacak bir halde hastalansa, üzerine yalnız kaza gerekir, keffaret gerekmez. Doğru olan görüş budur. Bunlar birer semavî özürdür.
Fakat böyle bir kimse, kendini yaralayıp da oruç tutamaz hale gelse, sahih olan görüşe göre, üzerinden keffaret düşmez. Çünkü bu duruma düşmeye kendisi sebep olmuştur.
Yine, orucu açtıktan sonra isteyerek veya zorlanarak yolculuğa çıksa, yine keffaret düşmez. Çünkü yoluculuk semavî bir özür değildir.
Sefere (yolculuğa) çıktıktan sonra orucu bozmak ise, yalnız kazayı gerektirir. Çünkü o gün aslen oruç tutmakla mükellef değildi.
Ramazan'da oruçlu olarak yolculuğa başlamış bir kimse, unutmuş olduğu bir şeyi almak için evine dönüp de bir şey yedikten sonra tekrar yola çıkta, üzerine keffaret gerekir. Çünkü evine dönmekle yolculuktan çıkmış olduğundan yemek yediği sırada mukim sayılmıştır. Fakat beldenin evlerinin geçtikten sonra bir şey yeyip de, ondan sonra evine dönüp yine bir şey yiyecek olsa, üzerine keffaret gerekmez. Böyle yedikten sonra yolculuktan tamamen vazgeçmiş olsa da yine keffaret gerekmez. Çünkü bu yemesi bir ruhsat (izin) haline rastgelmiştir.Ömer Nasuhi BilmenBüyük İslam İlmihali
Gönül DostlarıMevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid Şîrâz'a, oradan İsfehan'a sonra Hemedan'a gitti. Hangi şehre teşrif etse, Allahü Teâlâ'nın emirlerini ve yasaklarını hatırlatması güzel âdetlerindendi. Bu şehirlerdeki vâaz ve nasîhatlerini duyan îtikadı bozuk kimseler ona kötülük yapmak istedilerse de, Allahü Teâlâ'nın koruması ve Mevlânâ Hâlid'in heybeti sebebiyle korkup bir şey yapamadılar. Sonra Senendec'e oradan da 1811 (H. 1226) senesinde vatanları olan Süleymâniye'ye gittiler. Bütün âlimler, fazîlet sahipleri, talebe, şehrin ileri gelenleri ve halk sevinç ve neşe ile onu karşılamağa çıktı. Süleymâniye'de bir bayram havası yaşandı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Bağdat'a gitti. Seyyid Abdulkâdiri Geylâni Hazretlerinin dergahına yerleşip beş ay kadar insanlara İslâmiyetin meri ve yasaklarını anlattı. Tekrar Süleymâniye'ye dönerek ilim öğretmeye ve talebe yetiştirmeye devam etti.
Mevlânâ Hâlidi Bağdâdî Hazretleri 1813 senesinde Süleymaniye'den tekrar ayrılıp Bağdât'a gitti. İkinci defa Bağdat'a teşriflerinde, çok kimseler kendisine talebe oldu, İrşâd nûrları, gün gibi her tarafı aydınlattı. Bağdat'tan en önce kendisine talebe olan, Bağdat müftisi Seyyid Abdullah Hayderî Efendi idi. Bu Müftî, Vali Saîd Paşa'nın yardımıyla, İhsâiyye, Isfahâniyye Medresesini tâmir ettirip, Mevlâna Hâlid'e arz etti. Mevlânâ Hâlid Hazretleri oraya yerleşip ilim ve edeb neşretmeye başladı.
Ramazan SofrasıGÜLLAÇ MUHALLEBİSİ
( 4 Kişilik)
Malzeme : 600 gr. Süt, 100 gr. Toz şeker, 2 yaprak Güllaç, 2 gr. Çam sakızı, 60 gr. Buğday Nişasta.
Tarif : Süt ve şeker çukur kapta kaynatılır. Sütün yarısı bir kaba alınır. İçine kırılmış güllaçlar ilave edilerek yumuşatılır. Diğer tarafta kaynayan süte, ezilmiş çamsakızı ve buğday nişastası ilave edilir. İki karışım birleştirilip, 1 dk. daha kaynatılıp kaselere dökülür. Soğuduktan sonra isteğe göre çeşitli meyva sos ve dilimlenmiş meyvalarla servis edilir.